YDH- İsrail'in İranlı General Muhammed Rıza Zahedi ve yoldaşlarına yönelik hedefli suikast düzenlemesine ilişkin iki perspektifi tartışan makalede Alon Pinkas, İsrail'in eylemlerinin potansiyel gerekçesini yer yer kabul ediyor ancak İran hususunda İsrail'in dikkate almakta tereddüt ettiği davranış değişikliğini sağlayacak siyasi bir çerçeveye duyulan ihtiyacı da vurguluyor; Haaretz'de ''Israel Moves From 'Shadow War' to Direct and Explicit Hit on Iran'' başlığıyla yayımlanan makaleyi Keda Bakış YDH için çevirdi.
“Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü.
Çünkü, o ölüm uykularında
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.'' (William Shakespeare, 1603, çev. Sabahattin Eyüboğlu)
Tırmandırmak ya da tırmandırmamak: işte asıl soru bu.
İsrail'in Pazartesi günü Şam'da İranlı General Muhammed Rıza Zahedi ve Devrim Muhafızları Kudüs Gücü'nden bazı arkadaşlarını hedef alarak öldürmesinin gerekçesini ve olası sonuçlarını analiz edip yorumlayabileceğimiz iki temel bakış açısı bulunmaktadır.
İsrail'in son eylemleri gerekli ve haklı bir yanıt olarak görülebilir. İsrail, İran'ın dokunulmazlık alanını ihlal ederek ve cezasızlık kalkanını parçalayarak, İran'ın potansiyel tehditleri caydırma konusundaki algılanan kabiliyetini etkili bir şekilde zayıflatmıştır.
Bu hamle, İran'ı terörizme verdiği cüretkâr destekten, Orta Doğu'daki istikrarsızlaştırma çabalarından ve Hizbullah ile Yemenli Husilere verdiği aktif destekten doğrudan sorumlu tuttuğu için hesaplanmış bir stratejik orantılılık eylemi olarak görülebilir.
İsrail daha önce gizli "gölge savaşın" dile getirilmeyen kurallarına bağlı kalırken, şimdi daha doğrudan bir yaklaşım benimsemeyi seçti. Suriye ve Lübnan'daki operasyonlardan sorumlu Kudüs Gücü komutanlarının bulunduğu İran konsolosluğunun ek binasına düzenlenen saldırı İran'a açık ve net bir mesaj niteliğindedir.
İkincisi, Gazze'deki çatışmanın mevcut durumu ve koşulları göz önüne alındığında, bunun sadece çatışmanın önemli ölçüde şiddetlenmesine yol açmakla kalmayıp, aynı zamanda İran'ın ölçek ve zamanlama açısından vereceği tepkiye bağlı olarak ABD'yi de durumun içine çekebilecek tehlikeli ve hesaplı bir hamle olduğu söylenebilir.
Bu durum Amerikalıları gerilimi nasıl azaltacakları konusunda zor bir pozisyona sokuyor ki bu muhtemelen artık gerekli olmayacağını umdukları bir görevdi.
Gölge savaş ya da İsrail'de "savaşlar arasındaki mücadele" olarak bilinen çatışma, tam ölçekli tırmanmayı önlemek için çevrelemeyi vurgulayan bir dizi örtülü angajman kuralı tarafından domine edildi.
İsrail'in İran'ı doğrudan vurması Tahran'ın karşılık vermesine neden olabilirdi. Bu eylem gizli savaş dinamikleri içinde çok ileri bir adım olarak değerlendirildi. Ancak İran'ın sonraki eylemleri de aşırı olarak değerlendirildi.
Hizbullah'ın İran'ın açık onayı ve teşvikiyle İsrail'in kuzeyine roketler, tanksavar füzeleri ve insansız hava araçları fırlatma kararı, yaklaşık 80 bin İsrail vatandaşının Lübnan sınırındaki kasaba ve köylerden tahliye edilmesiyle sonuçlandı. Bu durum Hizbullah'ın İsrail içinde bir güvenlik tampon bölgesi oluşturmasına yol açmıştır ki İsrail bu durumu kabul edilemez bulmaktadır.
ABD Başkanı Joe Biden'ın geçen yıl 10 Ekim'de Beyaz Saray'da yaptığı ve İran ile Hizbullah'ı Gazze'deki çatışmayı daha da tırmandırmamaları konusunda kesin bir dille uyardığı konuşmanın önemli bir etkisi oldu.
Gazze'deki büyük yıkım Hizbullah için caydırıcı oldu ve durumu tırmandırmanın akıllıca olup olmadığını yeniden düşünmelerini sağladı. Ancak hem İran'ı hem de Hizbullah'ı hazırlıksız yakalayan şey, İsrail'in beklenmedik bir kararla gerginliği tırmandırmaya başlaması oldu.
İran'ın bu yanıtı hak ettiği söylenebilirse de, İsrail'in net bir siyasi hedefi ya da nihai oyunu olmadığı düşünüldüğünde, bu yaklaşımın stratejik olarak sağlam olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor.
Hizbullah'ın ısrarlı saldırılarına karşılık olarak İsrail hem Lübnan hem de Suriye'de saldırılar düzenleyerek misilleme yaptı, hatta çatışmayı kuzey Lübnan ve doğu Lübnan'daki Bekaa bölgesine kadar genişletti. İsrail'in pazartesi gününe kadar güpegündüz İran'ı doğrudan hedef almaktan kaçınması dikkat çekicidir.
Sonuç olarak, bu gelişme Şam'daki suikastların ardından önümüze dört potansiyel senaryo koyuyor.
İran'ın ilk yaklaşımı, uzun süredir uyguladığı ani misillemeden kaçınma stratejisine bağlı kalarak, bunun yerine stratejik olarak seçilmiş bir zaman, yer ve hedefte sabırla intikam planlamayı ve uygulamayı tercih etmektir.
Yüksek rütbeli ve önemli hedeflerin seçilmesi, Tahran'da onur ve caydırıcılığı yeniden tesis etmek için misilleme yapılmasına yönelik hararetli siyasi talepler ve İran'ın vekilleri arasındaki itibarı bu seçeneği zorlu ancak yine de uygulanabilir kılıyor.
Öte yandan, ikinci seçenek İran'ın hızlı ve orantılı bir karşılık vermesini gerektiriyor ve İsrail gemilerinin, elçiliklerinin veya yurtdışındaki bireylerin hedef alınmasına yol açıyor. Bu hareket tarzı istihbarata ve fırsatların mevcudiyetine dayanır ki İran'ın her ikisine de sahip olması muhtemeldir. Ancak, doğası gereği gerilimi tırmandıran karşılıklı bir sürecin başlatılması da bir dezavantajdır.
Son olarak, üçüncü seçenek Lübnan'daki Hizbullah aracılığıyla kapsamlı bir tırmanışı içermekte ve böylece İsrail'i Gazze'deki çatışmanın yoğunluğunu ve maliyetini aşan ikinci bir cepheye dahil etmektedir.
Bu seçim, İran'ın Hizbullah üzerindeki otorite ve etkisinin boyutuna ilişkin önemli bir soruyu da beraberinde getiriyor:
Tahran, terör örgütünü Lübnan'a kaos getirecek yıkıcı bir savaşa katılmaya zorlayabilir mi?
Hizbullah İran'ın emirlerine direnebilir mi?
İran İsrail'le ilgili tüm konularda Hizbullah'a boyun mu eğiyor yoksa köşeye mi sıkıştırıldı?
Dördüncü olasılık ise kıyamet senaryosu: Çileden çıkmış ve aşağılanmış bir İran kontrolü kaybeder ve sadece İsrail'deki önemli hedeflere değil Fars Körfezi'ndeki ABD hedeflerine de saldırılar düzenler.
Bu seçenek akla yatkın ve mantıklı görünmese de çatışmaların tırmanması çoğu zaman kendi kendine gerçekleşir ve istemeden başlayan bir çatışma hızla daha geniş ve kapsamlı bir çatışmaya dönüşebilir.
ABD'nin 7 Ekim olaylarının ardından öncelikli kaygısı çatışmanın daha da tırmanmasını önlemekti. Yapılan varsayım, "yatay tırmanma" olarak bilinen çatışmanın genişlemesinin ABD'yi potansiyel olarak daha büyük bir çatışmanın içine çekebileceğiydi.
Bu nedenle Başkan Biden'ın "durdurun" şeklindeki açık mesajı İran ve Hizbullah'a yönelikti ve dolaylı olarak İsrail'i de kapsıyordu.
Sonuç olarak ABD, Akdeniz bölgesine iki uçak gemisi saldırı grubu konuşlandırarak harekete geçti.
Şu anda ABD, özellikle Gazze politikasının durma noktasına geldiği, İsrail'i etkileme kabiliyetinin sorgulandığı ve Başbakan Binyamin Netanyahu'nun ABD'yi suçlamaya ve bir çatışmayı kışkırtmaya çalıştığına dair şüphelerin arttığı bir dönemde, potansiyel bir tırmanma sorunuyla karşı karşıya.
ABD'nin İran'a statükoyu bozmaktan ve gerilimi tırmandırmaktan kaçınması yönünde mesajlar ilettiğini varsaymak mantıklı olacaktır.
İsrail eylemlerini haklı gösterse de daha geniş bağlam göz ardı edilemez. Ancak bu eylemlerin İran'ın davranışlarında bir değişikliğe yol açması pek olası değil. Bunu başarmak için siyasi bir çerçeveye ihtiyaç var ki işte İsrail de bu adımı atmakta tereddüt ediyor.