İsrail'in Hamas'ı gerçekten yenmesinin tek yolu: Siyonist rüya neden iki devletli çözüme bağlı?

12 Nisan 2024

İsrail anlatının kontrolünü yeniden ele geçirmek ve daha geniş kapsamlı savaşı kazanmak için yaklaşımını değiştirmelidir böylece müzakerelere öncelik vererek kilit müttefiklerinin desteğini yeniden kazanabilir ve iç siyasetin yönlendirdiği miyop ve dar görüşlü bir yaklaşımdan kaçınabilir.

YDH- İsrail rejiminin istihbarat servisi olan Şin Bet’in eski şefi Ami Ayalon, Foreign Affairs’te yayımlanan makalesinde rejimin Hamas’a karşı sadece askeri önlemlerle zafer kazanamayacağını belirtiyor. Dolayısıyla rejimin tüm küresel desteğine ve soykırımına rağmen askeri açıdan başarısız olduğunu itiraf ediyor. Rejime Gazze’de soykırım gerçekleştirirken imajını düzeltecek önlemler tavsiye eden Ayalon, bu kapsamda Amerikan rejiminin iki devletli çözümünü de gündeme getiriyor. 

 İsrail donanmasının eski komutanı ve Şin Bet'in eski şefi Ami Ayalon'un Foreign Affairs'te ''The only way for Israel to truly defeat Hamas'' başlığıyla yayınlanan yazısını Keda Bakış YDH için çevirdi. Makaleyi, İsrail rejiminin Aksa Tufanı ile ilgili yalanlarının ve propagandalarının tekrarlandığı giriş bölümünü çıkararak yayımlıyoruz.

***

Filistinlilerin ve İsraillilerin çatışmaya farklı bakış açıları olması anlaşılabilir bir durum. Birçok Filistinli, Hamas'ın radikal İslamcı gündemini ya da masum sivillere verdiği zararı kabul etmese bile, İsrail işgalinden kurtuluşları için savaştığını düşündüğü için Hamas'a hoşgörü gösterebilir, hatta destekleyebilir. 

Şaşırtıcı bir şekilde Hamas sadece Filistinliler arasında değil, Orta Doğu dışında Arap ve Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerde de destek kazanıyor.

Tüm dünya da bunu izliyor. Her geçen gün ölen Filistinlilerin sayısı arttıkça, Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği iğrenç eylemler insanların zihninden yavaş yavaş siliniyor ve İsrail'in ahlaki otoritesini zayıflatıyor. 

Gazze'ye yemek götüren yedi World Central Kitchen çalışanının ölümüyle sonuçlanan son kaza, İsrail'in küresel sahnedeki itibarını daha da kötüleştirdi. Anlatı inkar edilemez bir şekilde İsrail'in aleyhine dönmüştür. 

İsrail, anlatının kontrolünü yeniden ele geçirmek ve nihayetinde daha geniş kapsamlı çatışmada başarılı olmak için stratejisini değiştirmelidir. 

Bu sadece kullanılan dili değiştirmekle ilgili değil, daha ziyade benimsenen yaklaşımı temelden değiştirmekle ilgili. Ülke liderliğinin net siyasi hedeflerinin olmaması ilerlemeyi engellemiştir ve sadece savaşa devam etmek İsrailliler ve Filistinliler arasında kalıcı bir barış getirmeyecektir. 

İki devletli çözüme odaklanan yeni bir diplomatik girişim ve bu çabalara öncülük edecek yeni bir liderlik bu noktada hayati önem taşımaktadır. Müzakerelere gerçek bir bağlılık göstererek İsrail, Gazze'deki son çatışmalar nedeniyle Avrupa, Orta Doğu ve ABD'deki kilit müttefiklerinden kaybettiği desteği yeniden kazanabilir.

İsrail'in müttefikleri kritik bir anda askeri, ekonomik ya da diplomatik desteklerini esirgerlerse, bu durum savaş alanındaki başarılara rağmen yenilgiye yol açabilir

Kazanan bir anlatı bulmak

Günümüzün dijital çağında, insanların İsrail'in Hamas'la savaşını algılama biçimi büyük önem taşıyor. Bilginin filtrelendiği ve geciktirildiği geçmişin aksine, şimdi bilgi doğrudan savaş alanından çevrimiçi medya tüketicilerine gerçek zamanlı olarak aktarılıyor. 

Savaş alanı artık silahların menziliyle değil, internet sinyalinin erişimiyle ölçülüyor. Pek çok izleyici için savaş, dikkatlerini çeken bir televizyon mini dizisine dönüştü. İnsanlar bir askeri operasyonun adil olup olmadığına ilişkin görüşlerini hukuki tartışmalar yoluyla değil, medya tüketimlerinin merceğinden bakarak oluşturuyor. 

Bu kamuoyu algısı daha sonra hükümetlerinin politikalarını ve kararlarını etkilemektedir. Kolektif küresel görüş, İsrail'in zafer şansını belirlemede çok önemli bir rol oynamaktadır. 

İsrail'in müttefikleri kritik bir anda askeri, ekonomik ya da diplomatik desteklerini esirgerlerse, bu durum savaş alanındaki başarılara rağmen yenilgiye yol açabilir.

İsrail daha önce de küresel kamuoyunu arkasına almıştı. İsrail'e yönelik uluslararası destek, 1990'larda bir Filistin devletine yol açmayı amaçlayan Oslo anlaşmalarının imzalanmasından sonra güçlüydü - İsrail aynı zamanda Filistin terörizmine karşı tavizsiz bir mücadele yürütüyor olsa da. Ancak uluslararası toplum bu mücadeleyi meşru görüyordu; çünkü İsrail gerçekten de her iki halk için de barış getirmeyi amaçlayan paralel bir diplomatik yol izliyordu.

Bu dönemde İsrail'in iç güvenlik servisi Shin Bet'in direktörü olarak görev yapıyordum. Filistinli güvenlik örgütleriyle işbirliğimiz Hamas terörizminde dramatik bir düşüşe yol açtı, ancak Filistinli ortaklarım da işbirliklerinin devamının işgalin sona ermesi ve İsrail'in yanında bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik siyasi ilerlemeye bağlı olduğunu açıkça belirttiler.

Ancak İsrail'in mevcut algısı, hükümetinin Filistinlilerin varlığını reddettiği ve Batı Şeria'da ve potansiyel olarak Gazze'de daha fazla yerleşim inşa ederek "Büyük İsrail" kurmayı amaçladığı yönündedir.

Bu durum, Filistin topraklarının potansiyel ilhakı ile birlikte, İsrail'in Gazze'deki savaşının meşru müdafaa savaşından ziyade saldırgan bir yayılma eylemi gibi görünmesine neden olmaktadır. Yine de Hamas'ın doğasını göz ardı etmemek önemlidir.

Hamas, Gazze'de kontrolü elinde tutmasına izin verilmemesi gereken şiddet yanlısı bir örgüttür. İsrail güvenlik teşkilatında görev yaptığım süre boyunca Hamas'ı her zaman İsrail'in mücadele etmesi gereken acımasız bir terörist grup olarak gördüm. Hamas ile müzakere girişimlerine karşı çıktım çünkü bu sadece onların gücünü arttırır ve İsrail halkının kendi ülkelerine sahip olma hakkını kabul eden Filistin Yönetimini zayıflatırdı.

İsrail bu savaşı sadece Hamas'ı silahsızlandırarak ve liderliğini ortadan kaldırarak kazanamaz. İsrail savaş alanında galip gelse bile Hamas'ın ideolojisi yok olmayacaktır. Grup ancak Filistin halkının desteğini kaybettiğinde gerçekten yenilmiş olacaktır.

Bunun gerçekleşmesi için de Filistin halkının İsrail'in yanında bir Filistin devletinin kurulmasını sağlayacak diplomatik bir sürece inanması gerekir.

Sözler eyleme dönüşüyor

Bu noktada İsrail'in hikayeyi değiştirmek için yapabileceği sadece iki şey var: yeni liderler seçmek ve bu savaşa diplomatik bir son vermenin bir parçası olarak iki devletli çözüm hedefine geri dönmek.

Holokost'tan sonra Yahudi halkının hayatta kalmasını sağlamak için kurulmuş bir ülke olan İsrail, küresel desteği yeniden kazanmak için uluslararası toplumun kararlarını kabul etmeli ve iki halk için iki devlet gerçeğini yaratmak için çalışmalıdır.

Bu yolda ilerlemek İsrail'in Gazze'deki savaşının meşru bir nefsi müdafaa eylemi olduğunu gösterecek ve dünyaya savaşın hedefinin Filistin halkı değil, İsrail'i yok etmeyi ve Yahudileri Kutsal Topraklardan sürmeyi amaçlayan cihatçı bir terör örgütü olan Hamas olduğunu gösterecektir.

İki devletli bir gerçeklik arayışı sadece uluslararası desteği geri kazanmak için bir araç değildir. Aynı zamanda Hamas'a karşı siyasi bir zafer elde etmek ve İsrail'in uzun vadeli güvenliğini sağlamak için de hayati önem taşımaktadır.

Hamas tarafından yayınlanan aylık bir dergi olan Filastin al-Muslima ile Kasım 1997'de yapılan bir röportajda, grubun kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'e İsrail'e karşı savaş olasılığı soruldu. Yasin, Ürdün Nehri'nden Akdeniz'e kadar uzanan ve şeriata dayalı bir anayasayla yönetilen Büyük Filistin'in kurulması olarak tanımladığı Hamas'ın nihai zaferini engelleyecek tek şeyin İsrail'in kendi devletinin yanı sıra bir Filistin devletini de kabul ettiği bir senaryo olacağını iddia etti.

Yasin, iki devletli çözümün gerçeğe dönüşmesi halinde Filistin toplumunun Hamas'ın tercih ettiği yolu desteklemeyeceğini söyledi. Ve Filistinliler arasında halk desteği olmadan Hamas siyasi ve askeri bir varlık olarak var olamazdı.

Yasin haklıydı. İki devletli bir çözüm İsrail için bir yenilgi değil, bir zafer olacaktı ve Hamas'ı gerçekten zayıflatmanın tek yolu buydu. Bu sonucun peşinden gitmek ne terörizme teslim olmak ne de Amerikan diktasına boyun eğmek anlamına gelecektir. Aksine, Siyonistlerin kalıcı, Yahudi ve demokratik bir İsrail devleti hayalini gerçekleştirmenin en iyi yoludur.

Sonu olmayan bir savaş

İsrailli emekli general Yehoshafat Harkabi, 1990 yılında yayınladığı Savaş ve Strateji adlı kitabında askeri liderler ile devlet adamları arasındaki önemli bir farkın altını çizmiştir. Askeri düşüncenin düşmanı saldırılacak bir hedefler kümesi olarak gördüğünü, diplomatik düşüncenin ise düşmanı kazanılması ve tatmin edilmesi gereken insani ve siyasi bir varlık olarak kabul ettiğini vurgulamıştır.

Askeri düşünce düşmanın acılarını göz ardı eder ve bu acıları arttırmayı amaçlarken, diplomatik düşünce düşmanın acılarına empati duymayı gerektirir. Ne yazık ki bu savaşta İsrail devlet adamlarından ve diplomatik düşünceden yoksundur.

İsrail kabinesi, operasyonun siyasi amacını tartışmanın iktidardaki koalisyonun istikrarını bozacağından korkarak Gazze'deki eylemlerinin sonuçlarını görmezden gelmeyi tercih etti. Kabine üyeleri kendi siyasi düşüncelerinin tuzağına düşmüş ve ülkeyi tehlikeli bir yola sürüklemişlerdir.

İsrail'in liderlik başarısızlığı, askeri başarının ötesinde bir zafer anlayışının eksikliğiyle sonuçlandı. Savaşı daha iyi bir siyasi duruma ulaşmak için bir araç olarak görmek yerine, kendi içinde bir amaç haline geldi.

İsrail tarihi, net siyasi hedefleri olmayan savaşların yıllarca sürebildiğini ve ancak önemli zararlara yol açtıktan sonra sona erebildiğini göstermektedir. Yaklaşık 2.650 İsraillinin hayatını kaybettiği 1973 Yom Kippur Savaşı'nın ardından İsrail hükümeti güvenliğin sadece askeri eylemlerle sağlanamayacağını fark etti.

Sonuç olarak İsrail savunma stratejisini değiştirdi. Enver Sedat'ın 1977'deki barış teklifini kabul eden İsrail, 1979'da askerlerini Sina Yarımadası'ndan çekmeye başladı. Mısır ve İsrail arasında 1979'da imzalanan barış anlaşması, İsrail'e tarihsel olarak en tehlikeli sınırında gerçek bir güvenlik sağladı. Bu başarıya rağmen İsrail, siyasi anlaşmaların güvenliğe giden en etkili yol olduğunu unutmuş görünüyor.

İsrail şu anda Gazze'de zorlu bir durumla karşı karşıya. İsrail askerleri tarafından korunan insani yardım kamyonlarının etrafını saran 100'den fazla Filistinli sivilin hayatını kaybettiği ve çok daha fazlasının yaralandığı 29 Şubat'taki trajik olaylar ve yedi World Central Kitchen çalışanının talihsiz bir şekilde öldürülmesi, savaşın meşruiyetine ciddi zarar verdi.

Daha önce, İsrail Ekim ayında saldırıya uğradığında dünya bu çatışmayı kaçınılmaz olarak görüyordu. Ancak İsrail ulaşılabilir siyasi hedefler ilan etmez ve bu hedeflere ulaşmak için diplomatik çabalar başlatmazsa, savaş ülkeyi tehlikeli bir şekilde uçurumun kenarına getirecektir.

İsrail'in, Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısına zemin hazırlayan ve çoğu Filistinli tarafından bir zafer olarak görülen önceki hatalarını kabul etmesi gerekiyor. Bu hatalar arasında Başbakan Benjamin Netanyahu'nun Hamas'ı destekleme stratejisi de yer alıyor; bu strateji Katar'ı Hamas'ın Batı Şeria'daki rakibi olan Filistin Yönetimi'nin altını oyarken örgüte milyonlarca dolar sağlamaya ikna etmeyi de içeriyor.

İsrail, Hamas'ın başarısını başarısızlığa dönüştürmek için bu andan yararlanarak diplomatik bir yaklaşım izlemelidir. İsrail Gazze'deki askeri harekatını sürdürerek ya da tırmandırarak önemli bir hedefe ulaşamayacaktır.

Hamas'ın kalan liderlerini ortadan kaldırma çabasında ısrar etmek, bu hedefe ulaşılsa bile İsrail için daha geniş bir siyasi zafere yol açmayacak, sadece Hamas'ın Filistin halkı üzerindeki etkisini güçlendirecektir.

Diplomasi yoluyla zafer

Filistin meselesinin olası bir bölgesel anlaşmanın kilit noktası olduğu artık yaygın bir şekilde anlaşılıyor. Biden yönetimi de ancak iki devletli bir gerçekliğe yol açacak bir anlaşmanın, İran'a ve hem Gazze'de hem de Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen'deki vekillerine karşı bir denge unsuru olarak hizmet edebilecek ılımlı bir Orta Doğu bloğunun oluşturulmasını sağlayacağı konusunda ısrarcı.

İsrail'in acil önceliği Gazze'de hala tutulan tüm rehineleri eve getirmek olmalıdır. Bunu yapmak askeri bir zafer değil, ahlak ve toplumsal sorumluluk adına bir zafer, İsrail hükümeti ve tüm savunma teşkilatı tarafından terk edilenlere olan borcun geri ödenmesi olacaktır.

Giderek daha fazla sayıda İsrailli, hükümetlerinin vatandaşlarını koruyamaması ve savaş için ulaşılabilir hedefler belirleyememesi nedeniyle öfkeyle sokaklara dökülüyor.

Her borç gibi bunun da bir bedeli vardır. Ülke, ellerine İsrailli sivillerin kanı bulaşmış olanlar da dahil olmak üzere İsrail hapishanelerinde tutulan teröristleri serbest bırakmak zorunda kalacaktır. Ancak İsrail rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak için gerektiği kadar uzun bir ateşkesi kabul etmelidir.

Daha uzun vadede ise İsrail iki hareket tarzı arasında seçim yapmalıdır. Birincisi işgale devam etmek ve Batı Şeria'yı sürünerek ilhak etmek. Bu yol sürekli savaş, uluslararası izolasyon ve İsrail'in Yahudi ve demokratik karakterini kaybetmesi anlamına gelir. İkincisi ise Filistin halkıyla bölgesel bir çerçeve içerisinde bir anlaşmaya varılmasını sağlayacak diplomatik bir uzlaşı arayışıdır. ABD ve Avrupa böyle bir anlaşmayı denetleyecek, Suudi Arabistan ile normalleşmeyi içerecek ve Mısır, Ürdün ve Körfez ülkeleri gibi ılımlı Sünni ülkelerle daha geniş bir koalisyon kurmayı hedefleyecektir.

İsrail ancak ikinci seçeneği seçer ve uluslararası "ertesi gün" görüşmelerine katılırsak güvende olabilir. Hedef, İsrail-Filistin müzakereleri için "barış için toprak" çerçevesini oluşturan 242 ve 338 sayılı BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi kararları ile ilk kez yirmi yıl önce Suudi Arabistan tarafından gündeme getirilen ve Arap Birliği üyesi devletlerin İsrail ile normal ilişkiler kurması için bir plan sunan Arap Barış Girişimi'ne dayanan bölgesel bir anlaşma olmalıdır. Tüm bu planlar İsrail'in yanında güçlü güvenlik garantilerine sahip bir Filistin devletinin kurulmasını öngörüyor.

İsrail'in karşı karşıya olduğu tüm zorluklara rağmen, özellikle İsrail sivil toplumunun gücünden kaynaklanan iyimserlik için nedenler var. Yüz binlerce İsrail vatandaşı 7 Ekim'den önceki on ay boyunca sokaklara dökülerek İsrail'in adalet sistemini hükümetin ele geçirme girişimine karşı savundu. İsrail demokrasisinin koruyucuları olduklarını kanıtladılar.

Ancak bu demokrasi mücadelesi işgali ve Filistinlilerin bir halk olarak varlığını görmezden geldi. 7 Ekim'de İsraillilere işgali demokrasiden ya da güvenlikten ayırmanın hiçbir yolu olmadığı hatırlatıldı.

Ne kadar yüksek ya da derin olursa olsun duvarlar tek başına İsrail'i koruyamaz. Hamas ya da onun gibi gruplar kaybedecek bir şeyleri olmadığını düşünürlerse "Samson seçeneğini" seçecek, İsrail'in dikebileceği her türlü bariyeri aşmanın yollarını bulmak için her şeyi riske atacaklardır.

Giderek daha fazla sayıda İsrailli, hükümetlerinin vatandaşlarını koruyamaması ve savaş için ulaşılabilir hedefler belirleyememesi nedeniyle öfkeyle sokaklara dökülüyor.

Halen Gazze'de tutulan rehinelerin serbest bırakılması ve İsrail hükümetinin yerine yeni seçimlerin yapılması çağrısında bulunuyorlar. Sadece aşırı sağcıları dışlayan bir koalisyon kalıcı barışa doğru bir rota çizebilir.

Aşırı sağın geliştirdiği politikaların başarısızlığını kabul eden cesur yeni bir liderlikle ve İsrail halkı ile ülkenin dünya çapındaki dostlarının desteğiyle İsrail nihayet içinde bulunduğu keder ve ıstıraptan çıkabilir ve sürdürülebilir bir siyasi çözüme ulaşabilir.

7 Ekim'den bu yana "Birlikte Kazanacağız" sloganı İsrail halkını o günkü saldırıların faillerine karşı mücadelede bir araya getirdi. Ancak İsrailliler, Yahudi ve demokratik İsrail'in temel değerlerini zayıflatan her türlü askeri zaferin yenilgiye dönüşeceğini unutmamalıdır.