YDH- The Palestine Chronicle'ın editörü Remzi Barut, The Counter Punch'ta yayınlanan yazısında NATO'nun modası geçmiş siyasi doktrininin yerleşmiş bir tarih anlatısına dönüşümüne dikkat çekerken NATO ve üyelerinin diğer devletlerle kurduğu paternalist ilişkiyi eleştirel bir incelemeye tabi tuttu.
The Counter Punch'ta 22 Nisan günü yayınlanan yazı, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın tarih kayıtları sayfası NATO'nun kuruluşunu ABD'deki lise öğrencilerinin kolayca anlayabileceği bir şekilde anlattığı ile başlıyor.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa ülkelerinin ekonomik olarak toparlanmak ve kendilerini korumak için nasıl yoğun çaba sarf ettiklerini açıklıyor.
ABD, "komünizmin kıtaya yayılmasını önlemek için Avrupa'yı bütünleştirmenin hayati önem taşıdığını" düşünüyordu. Bu, NATO'nun ilk inançlarının arkasındaki ana fikirdi ve örgütü kuran ve halen yöneten Batılı ülkelerin açıklamalarında da görülebilir. Dil, Harry Truman'ın NATO'yu 'komşuluk hareketi' olarak tanımlaması gibi samimi bir tondan, Truman'ın "savaşa başvurmak gibi suç teşkil eden bir düşünceyi teşvik edebilecek olanlara" karşı sert sözleri gibi daha saldırgan bir tona kayıyor.
Bununla birlikte, gerçek oldukça farklıdır.
Gerçekten de ABD İkinci Dünya Savaşından sonra askeri ve ekonomik olarak çok daha güçlü bir şekilde çıktı. Bu durum, hayırsever bir eylem değil stratejik bir eylem olan 'Ekonomik Kurtarma Planı' Marshall Planı'na da yansıdı. Gelecek on yıllar boyunca ABD'nin küresel müttefikleri olacak seçilmiş ülkelerin ekonomik iyileşmesini tasarladı.
NATO ilk kurulduğunda Kanada Dışişleri Bakanı Lester Pearson NATO'yu 'dünya toplumunun' bir parçası olarak tanımlamış ve 'barışı korumanın' önemini vurgulamıştı.
Bu ifadenin görünüşte zararsız doğasına rağmen, ABD liderliğindeki NATO'nun dünyanın geri kalanı üzerinde otorite sahibi olduğu bir dinamik yarattı. Bu durum, örgütün daha güçlü üyelerinin 'barış', 'güvenlik', 'tehdit' ve 'terörizm' gibi anahtar kavramların anlamlarını Birleşmiş Milletler'e danışmadan dikte etmelerine olanak sağladı.
NATO'nun ilk büyük çatışmasının Avrupa ya da ABD'deki tehditlere yanıt olarak değil de çok uzaklarda Kore Yarımadası'nda gerçekleşmiş olması bunun bir örneğidir.
Batı'daki siyasi söylem, NATO müdahale etmeden önce Yarımada'daki iç savaşı başlangıçta "komünist saldırganlık" olarak nitelendirdi. Bu da NATO'nun tepki vermekten başka çaresi olmadığına inanılmasına yol açtı. Ancak 1950'den 1953'e kadar süren yıkıcı Kore Savaşı'na dönüp bakıldığında bu argümanın zayıf olduğu açıkça görülüyor.
Geçtiğimiz 75 yıl içinde Sovyetler Birliği çöktü ve Kuzey Kore izolasyondan kurtulmak için mücadele ediyor. Buna rağmen, her an çatışma potansiyeli taşıyan gergin bir savaşsızlık ve barışsızlık durumu devam ediyor.
Süregelen barışsızlık durumu, ABD ordusunun bölgedeki sürekli varlığını haklı çıkardı. Bu durum Irak (1991 ve 2003), Yugoslavya (1999), Afganistan (2001), Libya (2011) gibi diğer NATO müdahalelerinde de görüldü.
Ancak, kuruluşundan 75 yıl sonra NATO'daki asıl kriz, çatışmaları başlatma ya da şiddetlendirme becerisi ve savaşları kalıcı olarak sona erdirme konusundaki yetersizlik ya da belki de isteksizlik değildir.
İngiltere Savunma Bakanı Grant Shapps, yıldönümü münasebetiyle Daily Telegraph gazetesinde yayınlanan bir makalesinde NATO'nun artık "savaş öncesi bir dünyada" olduğunu kabul etmesi gerektiğini yazdı ve toplam ulusal GSYİH'lerinin yüzde ikisine denk gelen asgari savunma harcamalarını "hala karşılayamayan" NATO üyelerine ateş püskürdü. "Geleceğimiz ile Rus ruleti oynamayı göze alamayız" diye yazdı.
Shapps'ın kaygıları, ya Rusya ile yakın bir savaş konusunda uyarıda bulunan ya da bir zamanlar güçlü olan örgütün azalan etkisi nedeniyle birbirlerini eleştiren diğer üst düzey NATO liderleri ve yetkilileri tarafından sık sık dile getiriliyor.ABD'nin eski Başkanı Donald Trump, görevdeki tek döneminde NATO'dan ayrılmakla açıkça tehdit etmişti.
Ancak Trump'ın aşağılayıcı yorumları ve tehditleri krizin tetikleyicisi değildi. Bunlar, Trump'ın Beyaz Saray'dan dramatik bir şekilde ayrılmasından sonra yıllarca devam eden ve giderek büyüyen sorunların belirtileriydi.
NATO'nun krizi şu şekilde özetlenebilir: Birincisi, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı'nın çöküşünün ardından var olan jeopolitik oluşumlar artık mevcut değildir.
İkincisi, yeni küresel rekabetin ana yönü askeri terimlere indirgenemez.
Üçüncüsü, Avrupa artık büyük ölçüde enerji kaynaklarına, ticarete ve hatta ABD'nin düşman olarak algıladığı ülkelerle teknolojik entegrasyona bağımlı: Çin, Rusya ve diğerleri. Dolayısıyla Avrupa, ABD'nin düşman ve müttefik kavramlarına ilişkin kutuplaşmış dilini benimserse, özellikle de AB ekonomileri halihazırda süregelen savaşların ve enerji kaynaklarının sürekli kesintiye uğramasının ağırlığı altında zorlanırken, ağır bir bedel ödeyecek.
Dördüncüsü, tüm bu zorlukları ve daha fazlasını bomba atarak çözmek artık bir seçenek değil. 'Düşman' çok güçlü ve savaşın değişen doğası geleneksel savaşı büyük ölçüde etkisiz kılıyor.
Remzi Barut, ''75 yıllık zorba'' olarak nitelediği NATO için yazdığı eleştirisini şöyle sonuçlandırıyor:
''Dünya büyük ölçüde değişmiş olsa da, NATO geçmiş bir dönemin siyasi doktrinine bağlı kalmaya devam ediyor ve yüzde iki barajı aşılsa bile sorun ortadan kalkmayacak. 75 yıllık mirasını yeniden gözden geçirmenin ve yönünü tamamen değiştirecek kadar cesur olmanın zamanı geldi: barışsızlık durumunu tercih etmek yerine, gerçek barışı aramak.''