YDH - Lübnan merkezli el-Meyadin kanalının İngilizce internet sitesinde yer bulan köşe yazısında Matteo Gladio, Filistinlilerin başvurduğu devrimci şiddet ile Siyonist kolonyal rejimin başvurduğu şiddet pratiklerini eşdeğer gören Batı ana akım akademi ve medyasına yanıt veriyor.
***
Şiddet genelde bir amaca yönelik bir enstrüman olarak kabul edilir. Sadece akılsız bir nihilist şiddete bakar ve Amerikan otoriter rejimi bile, burada kendi başına bir amaç olan ya da olması gereken bir faaliyet olduğunu söyler.
Filistin anavatanında yaşananlar bizi şiddet sorununu ve şiddetin hem devrimciler hem de başkaları tarafından kullanımını dikkatle analiz etmeye zorluyor. Filistin örneğinde, çok sayıda Batılı yorumcu ve kendini beğenmiş entelektüel, Filistinlilerin İsrailli kolonyal varlığa karşı haklı şiddet kullanımı konusunda kendi ahlaki yargılarını sunarak 7 Ekim 2023'te Aksa Tufanı operasyonunun başlatılmasını tartışma konusunda aceleci davrandı. Bu nedenle şiddet kullanımına ilişkin tartışmamızı yeniden gözden geçirmek önemli, zira bu, Batı Asya bölgesinde yaşanan olayları yakından takip eden dünyanın devrimci kitlelerini şiddetin nasıl ve ne zaman kullanılması gerektiğine ilişkin daha iyi bir kavrayışa yönlendirebilir.
Silahlı mücadelenin işgal altında yaşayan insanlar açısından kutsal bir hak olduğunu söylemeye bile gerek yokken, Batılı küçük burjuva entelektüelleri -ve onların sözde hümanist kodamanları- Filistinlileri sadece acı çeken hayvanlar olarak görmeye alışkın. Bu nedenle, Filistinlilerin ve onların bölgesel müttefiklerinin, vahşi gaspçılarına ve boyun eğdiricilerine karşı planlı bir askeri operasyon planlayıp uygulama imkanına tahammül edemiyorlar.
Kolonyal ölüm makinesi
Nazilerin Avrupa'da Sovyet Kızıl Ordusu karşısında yenilgiye uğramasının ardından, o dönemde Fransız yerleşimcilerin sömürgesi altında bulunan Cezayir'de halk, başta Setif ve Guelma olmak üzere çeşitli kentlerde yürüyüşler düzenledi. Bu olay, 8 Mayıs 1945 tarihinde gerçekleşti. Siyasi mahkumların serbest bırakılması ve Cezayirlilere kendi ulusal topraklarında daha insani muamele uygulanması talebiyle yürüdüler.
Yürüyüşler ve protestolar Fransız yetkililer tarafından nasıl karşılandı? Tam bir katliamla karşılık verdiler. Sömürgeci şiddetin tüm yapısı Cezayir halkı üzerinde seferber edildi, öyle ki tarihi rakamlar tek bir günde yaklaşık 20 bin ila 45 bin kişinin öldürüldüğünü iddia ediyor. Kolonyalizm neden bu kadar ağır şiddete başvuruyor?
Kolonyalizm, şiddetin (ister etnik temizlik ister soykırım olsun) maddi ve ideolojik duruşunun temelini oluşturduğu, şiddetle kurulan ve yönetilen bir rejimdir. Sömürge rejimi her zaman zorla kurulur ve yıkım tekniklerinde daha ileri ya da sayısal olarak daha güçlü olan diğer halkların iradesine karşı galip gelir. Dolayısıyla, şiddet üzerine kurulu bir sistem mantıksal olarak ancak kendine sadık kalabilir ve zaman içinde varlığını sürdürebilmesi şiddetin devamına bağlıdır. Fakat bu soyut bir şiddet değildir. Sadece ruhun algıladığı bir şiddet değil, aynı zamanda sömürgecilerin sömürgeleştirilenlere yönelik günlük davranışlarında tezahür eden, sömürgeleştirilenlerin yaşamlarını kısaltmayı, yani onları öldürmeyi amaçlayan bir şiddettir.
Aşağılama, nefret politikası ve soykırıma teşvik, çok somut ve acı verici bir şiddetin tezahürleridir. Ancak kolonyalizm, mevcut olana karşı şiddet uygulamakla yetinmez. Sömürgeleştirilen halk, ideolojik olarak evriminde tutuklanmış bir halk olarak sunulur. Zamana hapsedilmişlerdir, akıl yürütemezler, kendi kendilerini yönetmekten acizdirler, dışarıdan bir yönetici gücün daimi varlığına ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle, sömürgeleştirilenlerin doğası gereği barbar olması, sömürgeciler tarafından sürekli şiddet kullanılmasını -ebediyen haklı çıkarılmasa bile- gerektirir.
Gündelik eylemlerde şiddet, sömürgeleştirilenlerin geçmişine ve hafızasına karşı şiddet, geleceklerine karşı şiddet. Sömürge rejimi, örümcek ağı doğası gereği, sonsuz şiddet uygulamaya mecburdur. Bu şiddet, aydınlığğın güçlerinin karanlığın güçleriyle karşı karşıya geldiği aydınlanmacı bir mücadele olarak çerçevelenir. Erkekler, kadınlar ve çocuklar ete dönüştürülür, hiçbir ayrım yapılmaz, zira sömürgeleştirilenler ezilmeli ve dövülmeli, hayatları yok edilmeli ve sayıları azaltılmalıdır.
Sömürgeleştirilen halkın tarihi böylece mahkum edilmesi gereken anlamsız, vahşi ve ahlaksız bir huzursuzluğa dönüştürülür. Sömürgeleştirilenler her zaman sınırlarının ötesinde konumlandırılmış, askıya alınmış bir zaman durumunda yaşadıkları için, sadece tarihin dışına itilmekle kalmaz, sürekli olarak tarihin dışında var olurlar.
Bu nedenle, sömürgeleştirilenlerin şiddetini anlamak, kolonyalistler, emperyalistler ve dolayısıyla burjuva felsefesi tarafından yayılan fikirler açısından düşünüldüğünde ve sunulduğunda son derece zordur.
Bu küçük burjuvalar için şiddet barbarlığın bir kalıntısıdır ve yalnızca insan hayvanları şiddete başvurabilir. Aydınlanma, uygarlık ve demokrasi ilerledikçe şiddet ortadan kalkacaktır. Esasında burjuva ideolojisi altında yetişmiş herkes için, sömürgeleştirilenlerin yaşadığı şiddeti açıklayan insanlara karşı derin bir aşağılama duymak doğaldır; örneğin eğitimli öğrencilerin 'barbar' güçlerle aynı fikirde olabileceğini görmek onları hayrete düşürür. Bu yüzden kınamak için acele ediyorlar; herkesin ve her kesimin bunu yapmasını istiyorlar... Bu hayvanları anlamaya, açıklamaya ve empati kurmaya nasıl cesaret edebilirsiniz? Zaman zaman sahte bir ayrım yapıyorlar (siviller ve teröristler arasında), ancak böyle bir ayrım zaten hiçbir zaman var olmadı, bu burjuva ve sömürgeleştirilmiş yasallığın ve retoriğin benimsediği bir çarpıtmadır.
Sömürgeleştirilenler bir mağduriyet, acı ve sefalet anlatısına hapsedildiklerinde, kolonyalistlerin en liberal kesimleri de dahil olmak üzere, genelde herkes tarafından hoş karşılanır. Ancak, sömürgeleştirilenler içinde bulundukları sefalet durumuna karşı çıkmak için harekete geçtiklerinde, peşinden derha suçlamalar ve kınamalar gelir. Kolonyalistler, sömürgeleştirilenlerin şiddetini analiz edenleri genelde kötü niyetle hareket ediyor olarak algılar ve açıklamalarını, doğuştan aptal, barbar ve terörist olarak gördükleri, mantıklı düşünme kapasitesinden yoksun insanların eylemlerini rasyonalize etmeye yönelik saçma safsatalar olarak reddeder.
Ve böylece, sömürgeleştirilenler için beşeriyetin bu cesur yerleşimcilerin gelişiyle başladığı izlenimi doğuyor. Fakat, insanlar zamansal (geçmişleri, bugünleri ve gelecekleri üzerinde) ve mekansal (bedenleri, kurumları ve ruhları üzerinde) olmak üzere üç boyutlu bir şiddet ağına yakalandıklarında, sömürgeleştirilenin kısa süre içinde sömürge rejimini gerekli her türlü yolla sona erdirme sorunuyla karşı karşıya kalacağını anlamak için inanılmaz derecede parlak bir zihne -ya da belki burjuva ideolojisi altında yetişmemiş bir zihne- sahip olmak gerekmez. Devrim tarihsel bir mecburiyet haline gelir.
Sömürgeleştirilenler için tarihsel bir zorunluluk
Kolonyalizm, sömürgeleştirilen insanları isyana sürükler, zira günlük hayatta kolonyal proje, ezilen insanların arzularına karşı çıkar ve sömürgeleştirilenler kendilerini sosyal, dini, ulusal gibi farklı yönlerden çok sayıda nedenin etkisi altında örgütlerler. Ardından, kendilerini özgürleştirmek için devrimci fikirlerini detaylandırırlar.
Bunu yaparken, sömürgeleştirilmiş insanlar organize şiddete karşılık verirler. Ancak bu çaba zorlu bir meydan okumayla karşı karşıyadır: Kolonyalistler yalnızca kendi varlıklarını, yani kendilerini korumaya çalışmakla kalmaz, aynı zamanda kendilerini korumayı yeni değerler, hakikatler ve ahlak olarak yeniden tanımlama zorunluluğuyla da boğuşurlar. Eylemleri doğası gereği dönüştürücüdür, burjuva kolonyal ideolojilerini alaşağı etmeyi ve tarihin çöplüğüne göndermeyi amaçlar. Hürriyet çağrısı ve bunu başarmak adına yapılan eylemler, sömürgeleştirilenlerin insanlıklarını, eylemliliklerini, kendi kaderlerini tayin etme haklarını ve topraklarının özgürlüğünü geri kazandıkları dekolonizasyon mücadelesini somutlaştırır. Bu eylemler, kendilerine dayatılan şiddetin fiziksel, kavramsal ve psikolojik engellerini aşan bir benlik ve özgürlük arayışını sembolize eder.
Sömürgeleştirilenler, kolonyalistlere ve yerleşimcilere karşı şiddet eylemlerini başlatırken, devrimci çabalarının hedeflerini tanımlayan dikkatli bir planlama ve disiplin düzeyi sergilerler. Sıklıkla çocukları ve kadınları hedef alan, altyapıyı, hastaneleri, eğitim kurumlarını ve yerleşim alanlarını büyük bir vahşetle tahrip eden kolonyalistlerin aksine, sömürgeleştirilenler saldırılarını askeri ve ordu birliklerine odaklıyor. Dahası, kolonyal toplumdan tutsaklara, çoğu zaman yerleşimcilerin kendilerini bile şaşırtan bir insaniyetle davranırlar.
Ancak kolonyalistler bu devrimci çağrıyı nihayetinde varoluşsal bir tehdit olarak algılar. Fiziksel ve ahlaki korku yaşarlar ve bu çifte korku saldırganlığa ve ciddi şekilde cinayet-soykırım davranışına dönüşür. Aslında, 7 Ekim sonrasında İsraillilerin yaptığı gibi, tüm soykırım fantezilerini sömürgeleştirilmiş Filistin halkının üzerine boca etmeye başladılar. Güçlü bir suçluluk kompleksiyle hareket ederek, eğer Filistinliler bizi yönetmeye başlarlarsa, kendilerine onlara davrandıkları gibi davranacaklarını düşünüyorlar. Kafası kesilen bebekler ve tecavüze uğrayan kadınlarla alakalı tüm yalanlar bu noktada ortaya çıkıyor. Bir kez daha Filistinlilerin tarihi anlamsız ve barbarca şiddet eylemlerine indirgenmeye çalışılıyor.
Kurtuluş yoluna doğru
Cezayirlilerin 1945 yılında ayaklandıklarında gerçekten de katliamlarla karşı karşıya kaldıklarını söylemek önemli. Ancak dokuz yıl sonra, sonunda ülkenin Fransız kolonyalizminden kurtulmasına yol açan devrimci bir savaş başladı. Filistinliler de 7 Ekim 2023 askeri harekâtıyla anavatanlarını kurtarma yoluna girmişlerdir. Bu yol engellerle ve akan kanla dolu ancak Filistinliler ve bölgedeki müttefikleri oldukça önemli bir tarihsel hakikatle yüzleşti. Sömürge altında yaşayan halkların kendilerini özgürleştirmek için yüzleşmeleri gereken tarihsel zorunluluklar ve kaçınılmazlıklar vardır. O halde şiddet, varlığını yeniden kazanmak için gerekli olan bir araçtır. Ne yazık ki Batılı ilericilerin ve akademisyenlerin ne düşündüğü önemli değil, zira Filistinlileri kurtarmak için NATO öncülüğünde bombardıman yapılmayacak ve bunu onlar da biliyor.
Çeviri: YDH