YDH- Siyonist varlığın elindeki Filistinli rehinelerle dayanışmak için kurulan uluslararası ağ Samidoun’da ‘’The Liberation of Khiam, the Liberation of South Lebanon: On the Road to the Liberation of Palestine!’’ başlığıyla yayınlanan makale, Lübnanlı ve Filistinli mahkumlar için bir işkence yeri olan Hıyam cezaevinin kurtarılmasının İsrail işgaline karşı kurtuluş ve direniş mücadelesinde ne kadar kıymetli olduğunu, baskı ve adaletsizlik karşısında, Direniş’in azim ve birliğinin, misyonun merkezinde yer aldığını vurguluyor.
***
Lübnan Direnişi'nin Lübnan'ın güneyini 22 yıllık Siyonist işgalden kurtarmasının 24. yıldönümünde, Lübnanlı ve Filistinli özgürlük mücadelecilerinin işkence gördüğü meşhur Hıyam hapishanesinin kurtarılmasına ilişkin makalemizi yeniden yayınlıyoruz.
Hiyam, Güney Lübnan'ın (Şeba Çiftlikleri hariç) tamamen özgürleştirilmesinden iki gün önce, Hizbullah önderliğindeki Lübnan Direnişi tarafından özgürleştirildi. Bugün, Direniş ve Kurtuluş Gününde, Lübnan Direnişi Şebaa Çiftliklerinin kurtarılması, Lübnan'ın korunması ve Filistin'in tamamen özgürleştirilmesi için savaşmaya devam ediyor.
Gazze'deki Siyonist soykırıma karşı devam eden direnişte Hizbullah'ın oynadığı kahramanca rol, Filistin'in kuzey bölgesini yerleşimcilerden ve askerlerden temizleyerek soykırıma son verme kararlılığını gösteriyor. Direniş cephelerinin bu birlikteliği, halkın, silahlı kuvvetlerin ve Husi hareketinin Lübnan, Suriye, Irak ve İran üzerinden soykırımın sevk ve tedarik noktalarını her gün çökertmeye devam ettiği Yemen'e kadar uzanıyor.
24 Mayıs'ta konuşma yapan Seyyid Hasan Nasrallah işgalciye ve onun Lübnan'a yönelik yeni tehditlerine bir kez daha seslendi: ''Gazze sizi hazırlıksız yakaladı, elit güçleriniz bocaladı, Hizbullah cephe açmada hızlı davrandı; Yemen de sizi gafil avladı.
Düşmanlarımıza bir mesaj göndermek istiyoruz: Lübnan direnişi 8 Ekim'de sizi hazırlıksız yakaladı, tıpkı Yemen'de yakalandığınız gibi. Şam'daki İran konsolosluğunu hedef aldınız, sonra şaşaladınız; İslam Cumhuriyeti 'Gerçek Sözü' ile sizi hayrete düşürdü. Düşman bizim tarafımızdan şoka uğratılmayı beklemeye devam etsin, tüm planlarınızı izliyoruz. Sizin ne hileleriniz ne de dünyanın dört bir yanındaki efendilerinizin baskısı bize işler. Bu direniş ruhu devam edecektir.''
Bugün bu satırları yazarken, Fransa'da tutuklu bulunan ve özgürlüğü her zamankinden daha acil olan Lübnanlı bir Filistin mücadelesi rehinesi var: Georges Abdullah. Abdullah 40 yıldır hapiste ve direniş, devrim ve kurtuluşa olan bağlılığını sürdürüyor.
Bu Direniş ve Kurtuluş Gününde, Hiyam Hapishanesinin kurtuluşunu anarken, Lübnanlı ve Filistinli direnişçiler soykırıma direnerek Filistin'in kurtuluşu için verdikleri mücadelede birleşmeye devam ediyor. Direniş, Siyonist işgalcinin hapishanelerinde acımasız işkence, açlık, tıbbi sömürü, cinsel şiddet ve her türlü saldırıya maruz kalan 10 bin rehinenin kurtarılmasına öncelik vermektedir. Hiyam Hapishanesi gibi Siyonist hapishanelerin rehinelerden boşaltılmasının yanı sıra, kurtuluşa kadar parmaklıklar ardında dimdik duran direniş hareketinin, şehitlerin anısına ve uzun yolu boyunca sarsılmaz kararlılığına bir selam olarak kalacağı bellidir.
Nehirden denize, Filistin özgür olacak! Zafer Direnişin!
25 Mayıs sadece Güney Lübnan'ın 22 yıllık İsrail işgali ve baskısından Lübnan Direnişi tarafından kurtarılmasının yıldönümü olan Direniş ve Kurtuluş Günü değil, aynı zamanda Lübnanlı siyasi mahkumların kötü şöhretli Hiyam hapishanesinden kurtuluşunun da yıldönümüdür. 23 Mayıs 2000 tarihinde 144 Lübnanlı mahkum, işgal güçlerinin tamamen çekilmesinden 2 gün önce Hiyam'dan kurtarıldı.
3 bin Lübnanlı, Lübnanlı direnişçilere işkencelerin yapıldığı Hiyam'a saldırarak kilitleri baltalar ve levyelerle kırdı.
1985 yılında İsrailliler tarafından Güney Lübnan'ın Hiyam köyündeki bir tepeye kurulan Hiyam hapishanesi, Orta Doğu'daki en acımasız gözaltı ve sorgulama merkezlerinden biri olarak kabul ediliyordu. İsrailliler 67 hücre ve 20'den fazla tek kişilik hücreden oluşan hapishaneyi yönetirken, emirlerini yerine getirmek için Lübnan vatandaşlarından oluşan İsrail vekili bir milis gücü olan Güney Lübnan Ordusu'nu (SLA) kullandılar.
Aralarında 500 kadının da bulunduğu 5 binden fazla Lübnanlı ile Filistinliler, Suriyeliler, Cezayirliler ve Kürtler yıllar boyunca Hiyam hapishanesine hapsedildi. İşgale ve onun vekil güçlerine karşı her türlü direnişe katılan Lübnanlılar bu kötü şöhretli hapishanede acımasızca işkence gördü.
Hapishane, özgürlüğüne kavuştuktan sonra işgalcilerin işkencelerinin, Lübnan halkının ve direnişinin zaferinin, mücadele ve yıllarca süren direnişle elde edilen özgürlüklerinin bir müzesi ve sembolü haline geldi.
2006 yılında İsrail Lübnan'a saldırdığında Hiyam bölgesini bombaladı ve sanki Lübnan halkı tarafından korunan işkence, vahşet ve yenilginin anısını yok etmeye çalışırcasına hapishanenin yerinde bir moloz yığını bıraktı.
Ancak, birçoğu mücadeleye devam eden ve aralarında Hizbullah ve Lübnan Komünist Partisi'nin de bulunduğu Lübnanlı hareket ve partilerde öncü roller üstlenen eski mahkumların ve halkın hafızası ve direnişe olan bağlılığı, tıpkı işkence, hücre hapsi ve yıllarca süren hapis cezasıyla silinemediği gibi, cezaevi alanının bombalanmasıyla da silinemez.
Hiyam hapishanesinin özgürleştirilmesi sadece sembolik değildi; tıpkı Filistinli mahkumların özgürleştirilmesinin Filistin'in özgürleştirilmesi mücadelesinin merkezinde yer alması gibi, Güney Lübnan'ın özgürleştirilmesinin merkezinde yer alıyordu.
Lübnan halkı ve Direnişi, İsrail'in Şeba Çiftlikleri'ni işgaline karşı mücadele etmeye devam etmektedir; Filistin halkı ve Direnişi de 76 yıllık işgalin ardından Filistin'in, toprağının, halkının ve mahkumlarının kurtuluşu için mücadele etmeye devam ediyor.
7 Ekim 2023'te ve son sekiz ayda soykırıma karşı devam eden direnişin her dakikasında yeniden teyit edildiği üzere, tutsakların özgürleştirilmesi Filistin'in özgürleştirilmesi mücadelesinin merkezinde yer alıyor. Güney Lübnan'daki zafer ve Hiyam'ın kurtarılması, bir kurtuluş yıldönümü ve işkence, baskı ve işgale karşı gelecekteki zaferler için gerçek bir vaat olmaya devam ediyor.
Hiyam cezaevinde tutulan eski mahkumların aşağıdaki tanıklıkları 2014 yılında Rana Harbi tarafından derlenmiş ve el-Akhbar'da yayınlanmıştır:
Degol Abou Tass
1976 yılında, 16 yaşındayken, işgal altındaki Filistin'in bir köyünde ilk kez tutuklandım. İsraillilere yanlışlıkla izinsiz girdiğimi söyledim. Yalan söylediğimi biliyorlardı ama yine de beni serbest bıraktılar. Ailem bavullarımı topladı ve beni ülkeyi terk etmeye zorladı. Daha sonra İsrail güçleri tarafından tutuklanan ilk Lübnan vatandaşı olduğumu öğrendim.
İsrail'in Lübnan'ı işgalinden sonra 1980'lerde Rumeyş'e [Güney Lübnan sınırında bir köy] geri döndüm. Beyrut'ta iç savaş devam ediyordu ancak güneyde Lübnan Komünist Partisi, Emel Hareketi, Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi ve diğer birçok grup gibi farklı direniş hareketleri İsraillilere karşı birleşmişti. Gelişimden birkaç ay sonra SLA ailemin kapısını çaldı. Ülkeyi tekrar terk etmek zorunda kaldım.
Perişan haldeydim. Uzun süre uzak kalamadım. 1990'ların başında Rumeyş'e geri döndüm. Tüm silahlı gruplar çoktan gitmişti. Direniş sahnesine Hizbullah hakimdi. Eski milis liderleriyle yeniden bağlantı kurmaya çalıştım ama nafile.
Bir gün eski bir çocukluk arkadaşım evimin önüne geldi. “Bizimle savaşmak ister misin?” diye sordu. Kararsız görünüyordum. “Biz... Hizbullahız,” diye ekledi. Arabasına bindim ve uzaklaştık. 1998'de komşularımdan biri beni ihbar etti.
Beni sorgulayan İsrailli subay, “Hizbullah'la birlikte bir Hıristiyan mı? Şimdi ayıkla pirincin taşını.’’ dedi.
“Sana ne kadar ödüyorlar? İki katını öderiz, ama üç katını ödemeyiz. Sizin fiyatınız nedir? Bir şeyler ayarlayabiliriz” diye devam etti. Ben sessiz kaldım. Sonra şöyle dedi, “Tamam o zaman Nasıralı İsa, Hiyam hapishanesine hoş geldin.”
Hiyam hapishanesinde her gün yüzlerce kez öldük. Elektrik şoku, yazın yakıcı güneşin, kışın karın altında saatlerce çırılçıplak bir kırbaç direğine bağlanmak, metal çubuklar, teller ve coplarla sürekli kırbaçlanmak ve dövülmek vardı her gün.
Kafese kapatıldık ve hayvanlar gibi muamele gördük. İnanın bana, acıdan çok aşağılanma hissettik.
Her zamanki gibi 23 Mayıs 2000 sabahı gardiyanlar dışarıda konuşuyor ve yürüyorlardı. Birden bir sessizlik oldu. Bir toplu iğnenin düşüşünü duyabilirdiniz. BM'nin günlük uçağının geçtiğini duyduk, bu yüzden saatin 9:30 olduğunu biliyorduk. “Nereye gittiler?” diye sordu bir rehine. Hiçbir fikrimiz yoktu.
“Bizi işgal altındaki Filistin'e götürüyorlar” diye bağırdı bizimkinin hemen yanındaki hücrede kalan bir rehine. Tavanın hemen altındaki küçük pencereye ulaşabilmek için ayaklarımı iki hücre arkadaşımın omuzlarına koydum. “Hepimiz mi?” diye sordum. “Yarısını idam edip yarısını alacaklar...duyduğumuz bu,” diye cevap verdi başka bir rehine. Ben daha cevap veremeden uzaktan gelen bir ses duydum. Hiçbir şey göremiyordum. Sesler gittikçe yükseliyordu.
Bir rehine, “Görünüşe göre ailelerimiz her zamanki gibi SLA gardiyanlarıyla çatışıyor,” dedi. “Eminim annem hâlâ bana yemek getirmeye çalışıyordur,” diye haykırdı bir diğeri. Sonra silah sesleri duyduk. İnsanlar çığlık atıyordu. Daha fazla silah sesi duyduk.
“Ailemizi vuruyorlar!” dedi korkmuş bir rehine. “Hayır, toplu infaz başladı. Yarımızı infaz edecekler, unutma!” diye cevap verdi bir diğeri. Panik ataklar, anksiyete, korku…
Kulağımı kapıya dayadım. Zılgıtlar duydum. Dualar duydum. Kadın çığlıkları duydum. Çocuk sesleri duydum.
Birden, genellikle yemek servisi yapılan kapı ardına kadar açıldı. “Özgürsünüz, özgürsünüz!” Dizlerimin üzerine çöktüm. Halüsinasyon gördüğümü sandım. Yumruğumu uzattım. İki adam yumruğumu yakaladı. “Allahu ekber, Allahu ekber (Allah en büyüktür)...özgürüz!” Hücre arkadaşlarımın hepsi hayret içinde yere diz çökmüştü. Kilitler dışarıdan kırılıyordu. Yüksek sesle ağladım ve kapı kırılarak açıldı. Sonrasında ne olduğunu gerçekten hatırlamıyorum.
Kameraya yakalanan ilk rehine bendim. Ailem Hiyam'ın kurtuluşunu televizyondan izlemiş çünkü o sırada Rumeyş hala işgal altındaymış. Yine de beni tanıyamadılar. Saçım ve sakalım çok uzundu ve ben de “Allahu ekber!” diye bağırıyordum.
On dört yıl sonra şimdi eşim ve çocuklarımla birlikte Rumeyş'te yaşıyorum ve her sabah işgal altındaki Filistin'e bakarak kahvemi içiyorum.
Adnan el-Emin
Kasım 1990'da Lübnan'ın güneyindeki Merceiyun kentinde bir mağazadan fotoğraf alırken tutuklandım. O zaman 19 yaşındaydım.
Başıma sıkı siyah bir örtü geçirdiler ve beni çırılçıplak soydular. Bağlı bileklerimden metal bir direğe asılarak üzerime art arda sıcak ve soğuk su sıktılar... Tamamen ıslanana kadar sıcak soğuk sıcak soğuk. Daha sonra göğsüme ve vücudumun özellikle hassas olan diğer bölgelerine elektrotlar bağladılar ve bana defalarca elektrik verdiler.
70 günlük sorgu süresi boyunca günde üç kez işkence gördüm. Bilincimi kaybediyordum ve uyandığımda kendimi zifiri karanlık, 1 metreye 80 cm'ye 80 cm'lik bir hücre hapsi odasında kör bir şekilde tökezlerken kendimin bilincine varıyordum.
Günlerce acı verici pozisyonlarda çıplak olarak pencere ızgaralarına bağlanırdık, soğuk kış gecelerinde üzerimize dondurucu su sıkılırdı. Kırbaçlandık, dövüldük, kafamıza ve çenemize tekmeler yedik, yakıldık, elektrik çarptı, kulaklarımızı tırmalayan ıslıklar duyduk, yemekten ve uykudan mahrum bırakıldık... zordu, çok zordu.
Acıya katlandım. Zamanla hissizleştim. Tek kelime etmeden hayatta kaldım. Kazandığımı sanıyordum.
Bir sabah beni sorgu odasına sürüklediler. SLA subaylarından biri, “Bana kız kardeşinin bu kadar güzel olduğunu söylememiştin,” dedi. Bütün dünyam başıma yıkıldı. “Annesini görene kadar bekle” dedi bir diğeri. Ellerim kelepçeliydi, kendimi masanın karşısından onun üzerine attım. Bu bana “tavuk kafesinde” 14 saate mal oldu, 90 santimetreküplük bir muhafaza ekstra ağır cezalar için kullanılıyordu.
SLA mahkumların eşlerini, kız kardeşlerini ve kızlarını getirir ve onlara başörtülerini çıkarmak, elle taciz etmek ve tecavüz etmekle tehdit etmek gibi kaba bir şekilde davranırdı. Benim için bu düşünce bile tahammül edilemezdi.
Subaylar “Kız kardeşin yarın seni ziyaret edecek. Onu özlüyorsun, değil mi?” diye sorardı.
İşte o an “Ben bir Hizbullah savaşçısıyım,” diye itiraf ettim.
Küçücük bir odaya 12 kadar mahkûm tıkıştırılmıştı. Diri diri gömülmüştük. Hücreler tabut gibiydi. Tavana yakın küçük, parmaklıklı pencerelerden ışık ve hava neredeyse hiç girmiyordu. Zar zor nefes alabiliyorduk. Tuvaletimizi köşeye yerleştirilmiş siyah bir kovanın içinde yapıyorduk. İnsan terinin ve dışkısının ağır kokusu dayanılmazdı. Her üç ya da dört haftada bir duş alırdık. Ayda bir kez, sadece 20 dakikalığına “güneş veya ışık odasına” girmemize izin verilirdi.
1991'de bir gece avluda işkence gören bir rehinenin kulakları sağır eden çığlıklarıyla uyandım. Ne kadar yüksek sesle çığlık atarsa, o kadar sert kırbaçlanıyordu. Çığlıkları dayanılmazdı, daha önce duyduğum her sesten daha farklıydı. Hücre arkadaşlarımdan biri “Onu öldürüyorsunuz, sizi hayvanlar” diye bağırdı.
Hücrenin kapısına vurmaya, ayaklarımızla tekmelemeye, bağırmaya ve durmalarını istemeye başladık. Diğer hücrelerdeki diğer mahkumlar da bize katıldı, ama kırbaçlar inmeye ve çığlıklar devam etmeye devam etti. Ve sonra...sessizlik. Sekiz çocuk babası Yusuf Ali Saad o soğuk Ocak gecesinde işkence altında öldü. Bir ay sonra Asaad Nemr Bazzi tıbbi ihmal yüzünden öldü.
En kötü kısmı neydi biliyor musunuz? Bunu bize Lübnanlı vatandaşlar yaptı.
Hiyam'daki komşum Hüseyin Faaour adında bir adamın elinde neredeyse ölüyordum. Hatırladığım bir başka işkenceci Ebu Berhan da Aitaroun'luydu. SLA üyelerinin hepsi Lübnanlıydı, çoğunlukla güneyden geliyorlardı. Aile üyeleri, komşular, çocukluk arkadaşları, sınıf arkadaşları, öğretmenler... Bunlar topraklarını ve insanlarını para için satmaya karar veren Lübnanlılar.
Şimdi hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir şey yapmamış gibi aramızda yaşayan Lübnanlılar! Eski işkencecilerimizin cezadan bu kadar kolay kurtulması kalbimi kırıyor.
Ve ben on dört yıl sonra hala adalet bekliyorum.
Nazha Şerafettin
1988 yılında, Hizbullah savaşçılarına silah transferindeki rolümden haberdar olan SLA güçleri ilk kez beni aramaya geldiklerinde Beyrut'ta al-Taybe'deki (Güney Lübnan'da bir köy) eczanem için ilaç satın alıyordum. Bir hafta sonra yine evimize baskın yaptılar ama annem onlara Bint Cübeyl'de olduğumu söyledi. Bu doğruydu ama ona inanmadılar.
O öğleden sonra ön kapıyı açtığımı ve annemin kapının eşiğinde ağlayarak ve titreyerek beklediğini gördüğümü hatırlıyorum. “Kız kardeşini ve yengeni Hadi'yle (beş aylık bebeği) birlikte götürdüler. Kızımı, torunumu!” diye ağlıyordu. Kıyafetlerimi giydim ve ön verandada SLA'yı bekledim. Kız kardeşim o sırada 20 yaşındaydı, ben ise 26 yaşındaydım. Annem kaçmam için yalvardı ama kaçmadım.
Annem SLA aracının yanında yere yığıldı. Arka koltuğa oturdum ve beni götürdüler.
Gözlerim bağlı bir şekilde sorgu odasına itildim. Yüzüme kaynar su döküldü, parmaklarıma ve kulaklarıma elektrik verildi. Tek kelime bile etmedim. Bu bir ay boyunca devam etti.
Bir sabah İsrailli subaylardan biri bana “Hadi'nin hasta olduğunu duydum” dedi. Yalan söylemiyordu. Baldızım enfeksiyon kaptı ve çocuğunu emziremiyordu. Psikolojik olarak çok acı çektim. Keşke bunun yerine beni dövselerdi. Mücadele ettim ama sessiz kaldım. İki ay sonra Hadi ve annesi, kız kardeşimle birlikte serbest bırakıldı. Artık İsraillilerin işine yaramıyorlardı.
Kadın tutuklular da erkekler gibi ağır işkencelere maruz kaldılar. Görüyorsunuz, cinsiyet eşitliği her zaman iyi bir şey değil (burada gülümsüyor).
Size işkencenin nasıl sona erdiğini anlatayım.
Tek kişilik hücrede 15 gün geçirdikten sonra, diğer altı kadınla paylaştığım hücreye döndüğümde, rehine arkadaşlarımdan birinde son derece iğrenç bir deri döküntüsü olduğunu öğrendim. Onu muayene ettim ve bir eczacı olarak döküntüsünün bulaşıcı olduğunu biliyordum.
Subayların planladıkları gibi, ben de hastalığa yakalandım. Kısa süre içinde cildim değişmeye başladı. Aynı bir asit saldırısı kurbanı gibi görünüyordum.
Bozulan cildimden açıkça iğrenen SLA gardiyanı beni saçlarımdan sürükleyerek başka bir işkence seansına götürdü. Bir kadın olan işkenceci beni bekliyordu. Saçlarım hala gardiyanın parmakları arasındayken, beni dizlerimin üzerine çökmeye zorladı.
İşkencecinin yumruğu çeneme ulaşmadan önce ona cilt rahatsızlığımın bulaşıcı olduğunu söyledim. Gardiyan anında saçımı bıraktı ve ikisi de bir adım geri çekildi. Mimik oynatmamaya çalıştım ama gülümsememi gizleyemedim. O günden sonra kimse de bana elini sürmedi.
On dört yıl sonra geçmişle barıştım. Hiyam'da geçirdiğim üç yıl zordu ama şimdi kendimi kutsanmış hissediyorum. Hakikaten kutsandık.
***
Çeviri: YDH