YDH- Siyasi analist Remzi Barut'un Counter Punch'ta ''End of an Era: Pro-Palestine Language Exposes Israel, Zionism'' başlığıyla yayınlanan makalesi, çatışmayı çevreleyen dilin, caydırıcılık ve güvenlik retoriğinden uzaklaştığını ve söylemin artık varoluşsal savaşlara, Yahudi halkının geleceğine ve Siyonizm'in olası sonuna odaklandığını, son olarak da, küresel ölçekte yankı bulan Filistin yanlısı duruşun İsrail'i izole ettiğini konu ediniyor.
Üst düzey bir İspanyol hükümet yetkilisinin nehirden denize kadar özgür bir Filistin'i desteklediğini ilan etmesini beklemek abes olurdu. Ancak Başbakan Yardımcısı Yolanda Diaz, İspanya'nın Filistin'i bir devlet olarak resmen tanımasından kısa bir süre önce, 23 Mayıs'ta yaptığı açıklamada tam da bunu yaptı. İspanya, Norveç ve İrlanda'nın Filistin'i tanıması jeopolitik açıdan büyük önem taşımaktadır.
Batı Avrupa nihayet Filistin halkının lehine ve İsrail'in işgal altındaki Filistin'deki baskıcı eylemlerine karşı güçlü bir uluslararası duruşun önemi konusunda küresel fikir birliğine varıyor. Sadece Avrupa'da değil, dünya genelinde Filistin ve İsrail etrafında gelişen siyasi diyalog da aynı derecede kayda değerdir.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısının başlamasından kısa bir süre sonra, birçok Avrupa ülkesi Filistin yanlısı gösterilere hızla sınırlamalar getirmiş, hatta bazıları Filistin bayrağının asılmasını yasaklamaya kadar varmıştır. Karmaşık bir yoruma dayanan bu kafa karıştırıcı karar, bayrağı yanlış bir şekilde antisemitizmle ilişkilendirdi.
Savaş sırasında İsrail'e verilen başlangıçtaki güçlü destek zamanla İsrail yanlısı Batılı hükümetler için siyasi, hukuki ve ahlaki cephelerde önemli bir yüke dönüştü. Sonuç olarak, kademeli bir değişim başladı ve bazı hükümetlerin duruşunda önemli bir kayma ve diğerleri için siyasi anlatıda gözle görülür bir değişiklikle sonuçlandı.
Filistin yanlısı gösterilerin başlangıçta yasaklanmasının sürdürülemez olduğu, sayısız Avrupa vatandaşının hoşnutsuzluklarını dile getirmesi ve liderlerini Tel Aviv'e verdikleri sarsılmaz desteği yeniden gözden geçirmeye çağırmasıyla kanıtlandı.
30 Mayıs'ta Fransız özel yayın kuruluşu TF1'in İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'yu ağırlaması, medyalarını savaş suçlusu sanıkların halka hitap etmesine izin vermemeye çağıran Fransız vatandaşlarının spontane de olsa büyük protestolarına yol açtı.
Filistin yanlısı söylemlere karşı koyamayan Fransız hükümeti, 31 Mayıs'ta İsrailli askeri firmaları 17-21 Haziran'da yapılması planlanan dünyanın en büyük askeri fuarlarından biri olan Eurosatory'ye davet etmeme kararı aldı.
İsrail'in Filistinlilere yönelik soykırımını toplu katliamların ilerleyen aşamalarına kadar destekleyen Kanada ve Almanya gibi ülkeler bile dillerini değiştirmeye başladı.
Dil değişikliği İsrail'in kendi içinde ve ana akım medyadaki İsrail yanlısı entelektüeller ve gazeteciler arasında da yaşanıyor. New York Times yazarı Thomas Friedman, geçtiğimiz Mart ayında çok okunan bir köşe yazısında Netanyahu'ya saldırarak onu “sadece İsrail tarihinin değil, Yahudi tarihinin de en kötü lideri” olmakla suçladı.
Friedman'ın ifadesini açmak başka bir köşe yazısı gerektiriyor, çünkü bu tür bir dil, en azından Friedman'ın zihninde, İsrail'in kendi vatandaşlarının değil, geçmiş ve şimdiki Yahudi halkının bir temsili olarak hizmet ettiği yanılsamasını beslemeye devam ediyor.
İsrail'deki dile gelince, iki ana ve rakip söylemde birleşiyor: biri aşırı sağcı bakanlar Itamar Ben-Gvir ve Bezalel Smotrich, aslında Netanyahu'nun kendisi tarafından temsil edilen mantıksız derecede acımasız; diğeri ise aynı derecede militan ve Filistin karşıtı olsa da daha pragmatik.
İlk grup Filistinlilerin kitleler halinde katledilmesini ya da nükleer bir bombayla yok edilmesini isterken, diğeri en azından şimdilik askeri bir seçeneğin artık geçerli olmadığının farkında.
İsrail Ordusu Yedek Tümgenerali Yitzhak Brik 30 Mayıs'ta İsrail gazetesi Maariv'e verdiği mülakatta “İsrail ordusu Hamas'a karşı bu savaşı kazanma yeteneğine sahip değil, hele Hizbullah'a karşı hiç değil” dedi.
İsrail'in en saygın askerlerinden biri olan Brik, şu anda esasen aynı bilgeliği tekrarlayan pek çok kişiden yalnızca biri.
Garip bir şekilde, İsrail Miras Bakanı Amihai Eliyahu, Şerit'e nükleer bomba atma “seçeneğini” önerdiğinde, sözleri güven değil çaresizlik kokuyordu.
Savaştan önce İsrail'in Gazze'ye ilişkin siyasi söylemi belirli bir terminoloji etrafında dönüyordu: 'caydırıcılık', zaman zaman tek taraflı savaşlarda temsil edilen, sıklıkla 'çim biçme' ve 'güvenlik' olarak adlandırılan terminoloji.
Yıllar boyunca İsrail, ABD ve diğer Avrupa ülkelerindeki savaş vurguncuları tarafından Gazze'nin kuşatılması ve baskı altında tutulması adına milyarlarca dolar gelir elde edildi.
Şimdi ise bu dil, varoluşsal savaşlar, Yahudi halkının geleceği ve Siyonizm'in olmasa bile İsrail'in olası sonu ile ilgili büyük bir söylemin lehine bir kenara bırakıldı.
Netanyahu'nun savaşın sona ermesinin, İsrail'in 'koruyucusu' olarak sözde muzaffer mirası için korkunç bir son olacağından korktuğu doğru olsa da, hikayede daha fazlası var.
Eğer savaş İsrail'in sözde caydırıcılığını ve güvenliğini yeniden tesis edemeden sona ererse, Filistin halkının küme düşürülemeyeceği ve haklarının görmezden gelinemeyeceği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacaktır. İsrail için böyle bir gerçekleşme, yaklaşık yüz yıl önce başlayan yerleşimci-sömürgeci projesinin sonu olacaktır.
Buna ek olarak, dünyanın dört bir yanındaki sıradan insanlar arasında Filistin ve İsrail'e ilişkin algı ve dil değişmektedir. Filistinli 'terörist' yanılgısının yerini hızla İsrailli savaş suçlusu tasviri alıyor ki bu tasvir artık dünyanın en büyük uluslararası hukuk kurumlarının görüşleriyle de örtüşüyor.
Siyonist Varlık, kısmen Gazze'deki soykırımı, kısmen de Filistin halkının cesareti ve kararlılığı ve Filistin davasıyla küresel dayanışma sayesinde artık neredeyse tamamen yapayalnızdır.
Çeviri: YDH