YDH- Dış politika ve savunma mevzularına odaklı The National Interest'te yayınlanan makalenin yazarı, Orta Doğu dış politika analisti Alexander Langlois, olası bir Hizbullah-İsrail savaşında eğer İsrail'den desteğini çektiğini açıklamazsa, Washington'un kendi yarattığı bu ateş çemberinin nihai suç ortağı ve bu kaosun gönüllü katılımcısı olacağı uyarısında bulunuyor.
Gazze'de dokuz ay süren yoğun çatışmaların ardından, İsrail ve Lübnan Hizbullah'ı aralarındaki düşmanlığı daha geniş çaplı bir savaşa dönüştürmeye hazırlanıyor gibi görünüyor. İsrail'in Gazze'deki saldırgan eylemlerini sonlandırması ve dikkatini Lübnan sınırına çevirmesiyle birlikte, her iki taraf da bir hesaplaşmaya hazırlanıyor ve İsrail kuzeydeki düşmanını kesin bir şekilde yenme dürtüsüyle hareket ediyor. Bu gerçeklik, 2015-16 mülteci krizine eşdeğer bir kitlesel yerinden edilme potansiyeli göz önüne alındığında, olası bir çatışmayı kamuoyu önünde reddetmesi gereken dünya liderlerini dehşete düşürmelidir.
Lübnan ve Hizbullah, Hamas'ın İsrail'e saldırmasından bir gün sonra, 8 Ekim'den bu yana sınır ötesi ateş hattında. O zamandan beri her iki taraf da ateşli söylemleriyle eylemlerini arttırdı, askeri operasyonlarının kapsamını ve ölçeğini genişletti, giderek daha önemli kişileri ve yerleri hedef aldı ve daha geniş çaplı kanlı bir savaşın imkanlarını hazırladılar. Kritik olarak, bu durum iki taraf arasında 2006'daki savaştan sonra kurulan alışılmış caydırıcılık mekanizmasının dışında kalıyor gibi görünüyor.
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, ülkesinin 27 Haziran'da Lübnan'ı "taş devrine geri göndereceği" yönündeki önceki tehditlerini yinelerken, İsrailli liderler kamuoyu önünde yaptıkları açıklamalarda geri adım atmıyor. Başbakan Benyamin Netanyahu'nun bu ve benzeri söylemleri İsrail'in Lübnan'ı işgal etme konusundaki hevesinin altını çiziyor.
Destekçisi İran topyekûn bir savaşa girme konusunda daha az istekli görünse de Hizbullah'ın mesajı değişmedi. Yine de Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah 26 Haziran'da gelecekteki herhangi bir çatışmanın sınırsız ve kırmızı çizgisiz olacağını vaad etti. Bu açıklama, örgütün İsrail hava sahası içinde insansız hava aracı görüntüleri yayınlayarak kritik altyapıyı vurma kabiliyetini göstermesinin ardından geldi; bu da İsrail'in Lübnan'a yönelik herhangi bir saldırısına İsrail içinden karşılık verileceğine dair açık bir uyarı niteliğindeydi.
Başkan Joe Biden durumu yatıştırmak ve tam bir savaşı önlemek amacıyla Lübnan ve İsrail'e üst düzey yetkililer gönderdi ancak bu girişimler etkisiz oldu. Hizbullah, çatışmaların durdurulmasının ön koşulu olarak Gazze'de kalıcı bir ateşkes talebinden vazgeçmiyor; Netanyahu ise müzakerelerde karışık sinyaller göndererek bu talebi baltalıyor. Benzer şekilde, ABD'li yetkililer de Hizbullah'a çelişkili mesajlar gönderiyor ve adı açıklanmayan yetkililer ABD'nin bir savaş durumunda İsrail'i destekleyeceği konusunda güvence veriyor.
Hal böyleyken durum da iyice tehlikeli bir noktaya evrildi. İsrail'e yönelik en büyük tehdit Hizbullah'tır ve her iki grubun liderleri de bu gerçeği çok iyi biliyor. Takipçileri nezdinde itibarını korumak için Hizbullah'ın direniş teması altında Filistin ile güç ve dayanışma göstermesi gerekmektedir. Bu yol gösterici ilke Hizbullah'ın karar alma sürecini büyük ölçüde etkilemekte ve grubun İsrail'le çatışmalarda geri adım atmasını zorlaştırmaktadır. Buna karşılık ABD, gerilimin düşürülmesini savunmasına rağmen, İsrail'e verdiği sarsılmaz destek nedeniyle bir tırmanma döngüsünün içinde kalmaya devam etmektedir.
Bu senaryoda tüm yollar çatışmaya çıkıyor. İsrail'in yaklaşık 96 bin vatandaşının kuzey şehirlerine geri dönmesine izin vermek için güç kullanmayı seçmesi çok muhtemel. Lübnan'da daha önce uğradıkları iki utanç verici yenilginin ardından ülkelerinin Hizbullah'ı yenebileceğine ve yenmesi gerektiğine inanan nüfuzlu İsrailliler için bu hiçbir şey ifade etmiyor. İsrail'in Refah işgalinden sonra tüm büyük operasyonları durdurarak Gazze'de nispeten gayrı resmi bir ateşkes sağlamaya çalıştığı ve Hizbullah'a uçurumdan bir çıkış yolu önerdiği şeklindeki süslü bir durum okuması bile böyle bir stratejinin başarılı olma ihtimalinin sınırlı olduğunu gösteriyor. Her ne kadar bazıları İsrail'in "sınırlı" operasyonlar düzenlemesini önerse de iki tarafın da çatışmaları sınır bölgeleriyle sınırlı tutması mümkün görünmüyor.
Zira kaçınılmaz bir tırmanma sarmalı halihazırda mevcut olabilir. İsrail Gazze'de tam ve kalıcı bir ateşkes taahhüt etmeyecektir ve Hamas'ın da İsrail'in tamamen çekilmesi ve kalıcı ateşkes gibi taleplerinden vazgeçmesi pek olası değildir. Bir anlaşma olmadan Hizbullah'ın da İsrail ile tek taraflı bir ateşkese gitmesi pek olası değil. ABD'nin olumlu ve barışçıl sonuçlar elde etmek için gösterdiği tüm çabalara rağmen, Biden yönetimi çatışmaları sona erdirecek bir sonuca ulaşmak için gerekenleri yapmaktan aciz olduğunu kanıtladı; bunun en büyük nedeni de Biden'ın Washington'un İsrail'in her talebini yerine getirmesi gerektiğine dair açık inancı.
Sonuç, Hizbullah ile İsrail arasında, neredeyse kesinlikle ABD'nin de dahil olacağı bir savaş.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ABD siyasetinin efendisidir ve Washington'u kendi emellerini desteklemesi için düzenli olarak manipüle etmektedir. Bombalar Tel Aviv'e düşmeye başladığında muhtemelen Biden'ı tekrar kamuoyu önünde utandırmayı tercih edecektir. Hizbullah'ın 150 bin kişilik roket cephaneliği İsrail'in savunmasını aştıkça çok sayıda fırlatılacağı da biliniyor. Bombalar İsrail'e düştükçe Netanyahu da peş peşe bildik retorikler sergileyecektir: ''Biden dostu, müttefiki ve biricik demokratik Orta Doğu ortağını desteklemek için yeterince çaba göstermiyor.''
ABD'li siyasi elit de bunu yutacak ve Biden'ı ABD'yi doğrudan savaşa dahil ederek İsraillilere destek vermeye zorlayacaktır. İçiniz rahat olsun, Tel Aviv'e körü körüne destek veren Washington'un İsrail'e hayır dediği an yine bu an olmayacaktır. Ve ABD jetleri Bekaa Vadisi'ni bombalamaya başladığında, daha geniş çaplı bir bölgesel savaş riski önemli ölçüde artacak ve Suriye, Irak ve Ürdün'de zayıf savunulan, ücra yerlerde bulunan Amerikan birliklerini İran veya vekil milislerin saldırılarına karşı yüksek risk altında bırakacaktır.
Bu senaryoda diğer bölgesel sorunlar da artacaktır. Nüfusun yerinden edilmesinin bölge dışı etkileri olacak ve Irak, Suriye ve Lübnan'da devam eden krizleri daha da derinleştirecektir. Bu durum nihayetinde sayılamayacak kadar çok insanı Avrupa'ya ya da Ürdün de dahil olmak üzere halihazırda istikrar sorunları yaşayan diğer bölge ülkelerine kaçmaya zorlayacaktır. Böyle bir sonuç 2015-16'daki göç krizine paralel ya da onun ötesine geçerek Ukrayna'daki savaş ve yükselen aşırı sağın ortasında Avrupa için büyük bir sorun teşkil edecektir.
Kaynakların ve dikkatin bu meseleleri ele almaya kaydırılması gerekecek, bu da Ukrayna'ya yönelik birleşik ancak yıpranmakta olan destekten uzaklaşacaktır. Daha da kötüsü, bu durum ABD'yi Pasifik ve Doğu Asya'ya doğru çok ihtiyaç duyduğu stratejik kaymadan alıkoyacaktır ki Çin'in Washington'un tıkanmasından hoşlanacağı kesindir.
Lübnan'da yaşanacak bir savaşın ABD'nin Orta Doğu'daki öncelikleri üzerinde yaratacağı olumsuz etkiye dair hiçbir şey söylenemez; bu etki bölgeyi siyasi, ekonomik ve savunma açısından bütünleştirme çabalarıyla sınırlı değildir. Son olarak, küresel yardım sistemi sınırlarına kadar gerilmişken, daha geniş çaplı bir istikrarsızlaşmanın sistem üzerindeki etkisi, devam eden insani krizlerin çoğunu daha kötü durumda bırakacaktır - Gazze, Suriye, Yemen, Etiyopya ve Sudan'daki en kötü küresel çatışmalar için bile finansman eksikliği göz önüne alındığında kabul edilemez bir sonuç.
Sözün özü, bir İsrail-Hizbullah savaşı ve bu savaşla bağlantılı riskler Amerikalı politika yapıcılar için bir kıyamet senaryosu oluşturuyor. Bu senaryodan kaçınabilirler ise kaçınmalılar. Amerika Birleşik Devletleri'nin İsrail'in Lübnan'ı işgaline destek vermeyeceği şimdiden netleştirilmeli. Bu yaklaşımın dışında herhangi bir şey Washington'u kendi yarattığı bir ateş fırtınasının suç ortağı haline getirecektir.
Çeviri: YDH