YDH - Haaretz gazetesi, Siyonist rejimin 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonuna ilişkin yaptığı güvenlik değerlendirmesiyle ilgili bilgi verdi. Gazetede Yaniv Kubovich'in imzasıyla "IDF Ordered Hannibal Directive on October 7 to Prevent Hamas Taking Soldiers Captive" (İsrail ordusu, Hamas'ın Askerleri Esir Almasını Önlemek İçin 7 Ekim'de Hannibal Talimatı Verdi) başlıklı makalede, İsrailli sivillerin esir olarak Gazze'ye götürülmelerini önlemek için ordunun, esirleri de öldürmeyi öngören 'Hannibal Prosedürü'nü uygulamaya koyduğuna dair kanıtlara yer veriliyor.
Gazze Tümeni'nin 7 Ekim'in ilk saatlerindeki operasyonları ve hava saldırıları sınırlı bilgiye dayanıyordu. Hamas'ın saldırısının başlamasından sonraki ilk uzun anlar kaotikti. İçerikleri pek açık olmayan bilgiler geliyordu. İçerikleri anlaşıldığında ise korkunç bir şeyin yaşandığı fark ediliyordu.
Bu raporları gönderen askerler gibi iletişim ağları da bilgi akışına ayak uyduramıyordu. Ancak saat 11.22'de Gazze Tümeni ağından iletilen mesaj herkes tarafından anlaşıldı. "Tek bir araç bile Gazze'ye geri dönemeyecek," emri verilmişti.
Bu noktada İsrail ordusu, Gazze sınırındaki kaçırma olaylarının boyutunu bilmiyordu ama çok sayıda insanın bu olaylara karıştığını biliyordu. Dolayısıyla bu mesajın ne anlama geldiği ve kaçırılan bazı şahısların akıbetinin ne olacağı tamamen açıktı.
Bu, orduda Hannibal prosedürü' olarak bilinen bir prosedürle, kaçırılanların hayatları pahasına da olsa kaçırma olayını engellemek amacıyla tümen tarafından verilen ilk emir değildi.
Haaretz tarafından elde edilen belgeler ve askerler ile orta ve üst düzey ordu subaylarının ifadeleri; Gazze Tümeni, Güney Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı tarafından o gün öğleden sonra saatlerine kadar verilen bir dizi emir ve prosedürü ortaya koyuyor ve bu prosedürün saldırıyı takip eden ilk saatlerden itibaren ve sınır boyunca çeşitli noktalarda ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor.
Haaretz, bu prosedürler nedeniyle kaç sivil ve askerin vurulup vurulmadığını bilmiyor, fakat kümülatif veriler, kaçırılan insanların çoğunun hedef olmasalar bile İsrail ateşine maruz kalarak risk altında olduğunu gösteriyor.
İsrail'e roket atışlarının yapıldığı ve binlerce Hamas üyesinin ordunun kalelerine ve tümenin gözlem ve iletişim kabiliyetlerine saldırdığı sabah 6.43'te tümen komutanı Tuğgeneral Avi Rosenfeld, 'Filistinlilerin işgale başladığını' ilan etti.
Bu, bir düşmanın İsrail topraklarını işgal etmesi durumunda tümen komutanının düşman saldırısını engellemek adına İsrail toprakları içinde ağır ateş açmak da dahil olmak üzere olağanüstü yetkiler kullanabileceği bir prosedür.
Son derece üst düzey bir ordu kaynağı, Haaretz'e Hannibal prosedürünün 7 Ekim'de uygulandığını doğruladı ve bunun tümen komutanı tarafından kullanılmadığını da sözlerine ekledi. Emri kim vermişti? Kaynağa göre bu belki de savaş sonrası yapılacak soruşturmalarla ortaya çıkacak.
Her halükarda, Gazze Tümeni'ndeki 7 Ekim operasyonlarını bilen bir savunma yetkilisi, sabah saatlerinde 'kimsenin dışarıda neler olup bittiğini bilmediğini' söyledi. Rosenfeld'in savaş odasında olduğunu, dışarı çıkmadığını, 'dışarıda ise bir dünya savaşının sürdüğünü' ifade etti.
Yetkili, "Üsse sızan savaşçıların sayısı herkesi şoke etmişti. Kabuslarımızda bile böyle bir saldırıya dair planımız yoktu. Kaçırılan insan sayısı ya da ordu güçlerinin nerede olduğu hakkında kimsenin bir fikri yoktu. Çılgınca bir histeri vardı ve hiçbir doğrulanmış bilgi olmadan kararlar alınıyordu," diye ekledi.
Bu kararlardan biri sabah 7:18'de Yiftah karakolundaki bir gözlem noktasının, ordu irtibat bürosunun bitişiğindeki Erez sınır kapısında birinin kaçırıldığını bildirmesiyle alındı. Tümen karargahından 'Hannibal Erez'de' emri geldi, 'bir Zik gönderin'. 'Zik', insansız bir saldırı uçağı ve bu emrin anlamı açıktı.
Bu, iletişim ağı üzerinden böyle bir emrin son kez duyuluşu değildi. Sonraki yarım saat içinde tümen, Hamas üyelerinin geçitte ve bitişikteki üste görev yapan askerleri öldürmeyi ve kaçırmayı başardığını fark etti. Sonra, sabah 7.41'de, her şey yeniden yaşandı: Hannibal Erez'de daha fazla askerin kaçırılmaması için geçide ve üsse saldırı oldu. Bu tür emirler daha sonra da verildi.
Erez sınır kapısı bu olayın yaşandığı tek yer değildi. Haaretz tarafından elde edilen ve ordu tarafından teyit edilen bilgiler, o sabah boyunca Hannibal prosedürünün savaşçıların sızdığı iki yerde daha -tümen karargahının bulunduğu Re'im askeri üssü ve kadın gözcülerin bulunduğu Nahal Oz karakolu- uygulandığını gösteriyor. Bu, yedi kadın gözcünün kaçırılmasına ya da diğer 15 gözcünün yanı sıra 38 askerin öldürülmesine engel olmadı.
Sonraki birkaç saat içinde tümen karargahı bulmacanın parçalarını bir araya getirmeye başladı ve Hamas saldırısının boyutunu fark etti, ancak ilk ordu güçlerinin ancak savaşçılar ayrıldıktan sonra ulaştığı Kibbutz Nir Oz'un işgalini kaçırdı. Hannibal prosedürünün uygulanma sıklığı konusunda ise değişen bir şey yok gibi görünüyor. Örneğin, saat 10.19'da tümen karargahına bir Zik'in Re'im üssüne saldırdığını belirten bir rapor ulaştı.
Üç dakika sonra bu yönde bir rapor daha geldi. O sırada Şaldağ komando birlikleri savaşçılarla çatışmak üzere üsse varmışlardı bile. İnsansız hava aracı saldırısında içlerinden birinin yaralanıp yaralanmadığı bugüne kadar netlik kazanmadı. Bilinen tek şey, iletişim ağı üzerinden herkese üssün dışında asker bulunmadığından emin olmalarını isteyen bir mesaj gönderildiği, zira ordu kuvvetlerinin üsse girip kalan savaşçılara kovmak ya da öldürmek üzere olduğu.
Üst düzey bir savunma yetkilisi, karakolların içinde saldırı düzenleme kararının üst düzey komutanları hayatları boyunca rahatsız edeceğini söyledi: "Bu türden bir karar alan herkes bölgedeki savaşçılarımızın da vurulabileceğini biliyordu".
Fakat bu tür saldırıların sadece karakolların ya da üslerin içinde gerçekleşmediği ortaya çıktı. Saat 10.32'de yeni bir emir çıkararak bölgedeki tüm taburlara Gazze Şeridi yönünde havan topu atışı yapmaları talimatı verildi. Ordu içindeki tartışmalarda Tuğgeneral Rosenfeld'e atfedilen bu emrin ağır bir şekilde eleştirildiği, zira o sırada ordunun askerler ve siviller de dahil olmak üzere bölgedeki tüm güçlerin tam bir resmine sahip olmadığı kaydedildi. Bunlardan bazıları açık alanlarda ya da sınır boyunca uzanan ormanlık alanlarda savaşçılardan saklanmaya çalışıyordu.
O sırada ordu, kaçırılanların sayısını bilmiyordu. Haaretz'e konuşan bir askeri kaynak "O aşamada sayılarının onlarca olduğunu düşünüyorduk," dedi. Gazze Şeridi'ne havan topu atılması onları da tehlikeye atacaktı. Dahası, saat 11.22'de verilen ve hiçbir aracın Gazze'ye dönmesine izin verilmeyeceğini belirten bir başka emir bu durumu bir adım daha ileri götürdü.
Güney Komutanlığı'ndan bir kaynak, Haaretz'e şunları söyledi: "O zamana dek herkes bu araçların kaçırılmış sivilleri ya da askerleri taşıyor olabileceğini biliyordu. Kaçırılan insanları taşıyan bir araca bilerek saldırıldığı bir vaka yoktu, ancak bir araçta böyle insanlar olup olmadığını gerçekten bilemezdiniz. Net bir talimat olduğunu söyleyemem ama herkes hiçbir aracın Gazze'ye dönmesine izin verilmemesinin ne anlama geldiğini biliyordu".
Saat 14.00'te yeni bir gelişme yaşandı. Tüm kuvvetlere, savaşçıları kovalamamaları vurgulanarak, sınır bölgelerinden batıya, sınır yönüne doğru çıkmamaları talimatı verildi. O sırada sınır bölgesi yoğun ateş altındaydı ve o bölgede bulunan herkese yönelikti, bu da bölgeyi tehlikeli bir yer haline getiriyordu.
Güney Komutanlığı'ndaki kaynak, "Talimat, sınır çitinin etrafındaki bölgeyi batıya doğru kapatarak bir ölüm bölgesine dönüştürmeyi amaçlıyordu," dedi.
Saat 18.40'ta askeri istihbarat, çok sayıda savaşçının organize bir şekilde Gazze Şeridi'ne geri kaçma niyetinde olduğuna inanıyordu. Kibbutz Be'eri, Kfar Azza ve Kissufim yakınlarındaydı. Bunu takiben ordu, bu yerleşimlerden bazılarına çok yakın olan sınır çiti bölgesine topçu saldırıları başlattı. Kısa bir süre sonra da Erez sınır kapısına top mermileri atıldı. Ordu, bu bombardımanlarda herhangi bir sivilin zarar gördüğünden haberdar olmadığını duyurdu.
Sivillerin vurulduğu bilinen ve geniş yer bulan bir vaka, Kibbutz Be'eri'de Pessi Cohen'in evinde gerçekleti. Ordunun saldırısı sırasında evde 14 esir bulunuyordu ve bunlardan 13'ü öldürüldü. Önümüzdeki haftalarda ordunun olayla ilgili soruşturmasının sonuçlarını yayınlaması ve 7 Ekim'de Be'eri'deki operasyonlardan sorumlu olan 99. Tümen Komutanı Tuğgeneral Barak Hiram'ın Hannibal prosedürünü uygulayıp uygulamadığı sorusuna yanıt vermesi bekleniyor. Daha sonra New York Times'a verdiği mülakatta belirttiği üzere, sivil kayıplar pahasına da olsa tankın ilerlemesini emretti mi?
Aradan geçen aylar boyunca İsrail ordusu, bu prosedürün esir alınan sivillere karşı uygulanıp uygulanmadığını söylemeyi reddetti. Şimdi görünen o ki, cevap olumlu olsa bile, soru sadece kısmi bir soru olabilir. Hiram'ın eylemleri İsrail ordusunun o günkü işleyişiyle eşgüdümlü olabilir.
Haaretz'in bildiği kadarıyla akşam 9.33'te bile sahadaki durum hala böyleydi. O sırada Güney Komutanlığı'ndan bir emir daha geldi; 'tüm sınır bölgesini tanklarla kapatın'. Aslında bölgedeki tüm güçler sınır bölgesine yaklaşan herkese herhangi bir kısıtlama olmaksızın ateş açma izni aldı.
Ordu sözcüsü ise şu yanıtı verdi: "Ordu altı aydır çeşitli cephelerde yüksek yoğunlukta savaşıyor ve savaşın hedeflerine ulaşmaya odaklanmış durumda. Buna paralel olarak İsrail ordusu, 7 Ekim ve öncesinde yaşananlarla ilgili iç soruşturmalar yürütmeye başladı. Bu soruşturmaların amacı, savaşın devamında kullanılabilecek dersler çıkarmak ve öğrenmektir. Bu soruşturmalar tamamlandığında sonuçlar şeffaf bir şekilde kamuoyuna sunulacaktır."
Çeviri: YDH