YDH- El-Meyadin'de yayımlanan makalenin yazarı Hanna Eid, ezen ve ezilen arasındaki şiddetin kıyaslanamazlığını ve emperyalistlerin sistem üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmek için ulusal kurtuluş arzusuyla harekete geçen silahlı hareketleri şeytanlaştırdıklarını ön plana çıkartırken emperyalist güçlerin temel stratejilerinden birinin halkları yanılgılara ve mitlere hapsetmek olduğunu açıklıyor.
Devlet kendisini mümkün olan tek yurttaşlık barışının devleti olarak tasavvur edebilirdi, ama bu ancak güçler ayrılığı kurgusunu ya da biçimsel, bireysel özgürlüğün kamusal özgürlükler üzerindeki önceliği yanılsamasını sürdürmek için iktidarın sınıfsal doğasını maskelemeye yönelik sarsılmaz iradeye dayanan gerçek bir ideolojik ve teorik sakatlanma pahasına olabilirdi.
—Abdül Melik
7 Ekim'den bu yana, Gazze'deki soykırımın ve Batı başkentlerinde Siyonizm ve emperyalizme meydan okuyan protestoculara uygulanan şiddetin üzerinden 9 ay geçtikten sonra, NATO ülkelerinde devlet gücü kavramının 'ideolojik ve teorik olarak sakatlanması' hala önümüzde duruyor. Bize Karl Popper'in "açık toplumunda" yaşadığımız, sivil barışın olduğu ve NATO ülkelerinin en ahlaklı, en barışçıl ve en ileri ülkeler olduğu söyleniyor.
Bu nasıl ortaya çıkmıştır?
Özellikle güçlü bir yanıt Anouar Abdül Melik'in çalışmalarından ve onun klasik eseri Nation and Revolution'dan gelmektedir. Bu makale Abdül Melik'in çalışmasını NATO ülkelerindeki devlet gücü, emperyalizme karşı silahlı mücadele ve dolayısıyla Batı'daki 'sivil barış' yanılsamasının Afrika, Asya ve Latin Amerika'da şiddeti nasıl körüklediği ve ardından şiddet Batı'ya yöneldiğinde nasıl patolojik hale getirdiğiyle ilişkili olarak inceleyecek ve analiz edecektir.
Daha önce de belirtildiği gibi, Filistin özellikle aydınlatıcı bir vaka çalışmasıdır, yeni kurulan Sahel Devletleri İttifakı Konfederasyonu ise bir diğeridir.
Filistin'de 20. yüzyılın başlarından beri yabancı sömürgeciliğe karşı bir direniş var. Ebu Cildeh ve El Armeet, İzzeddin el-Kassam ve Kara El ile birlikte direnişin ilk halk kahramanlarından bazılarıdır. Bugün el-Kassam Tugayları ve liderleri Muhammed Dayf, komünist, milliyetçi ve İslami güçlerle birlikte Siyonist sömürgeciliğe ve onun emperyal destekçilerine karşı savaşmaktadır.
Önde gelen emperyal rejim olan ABD'nin, petrol, silah ve nadir mineraller üzerinden Washington, Londra, Brüksel ve Paris'teki güç merkezlerine doğru servet akışını güvence altına almak için Siyonist koloniyi sürdürmekte çıkarı vardır. Emperyalist güçlerin temel stratejilerinden biri iç barış yanılsamasını sürdürmektir; bu iki şekilde gerçekleştirilir.
Birincisi, kinetik savaşların ve emperyalist şiddetin çoğunun yurtdışında yürütüldüğü bir senaryo yaratarak. İkincisi, silahlı mücadele yoluyla ulusal kurtuluş, dekolonizasyon ve sosyalist inşaya yönelik her türlü girişim, ana akım medyadaki NATO stenografları tarafından şeytanlaştırılmaktadır.
Emperyalizmin bu iki taktiği birden fazla işleve hizmet etmektedir; emperyal merkezin vatandaşları ucuz metalara ve mamul mallara erişebilirken, bu malların kaynağı "tam zamanında üretim" ideolojisi aracılığıyla gizlenmektedir.
Bu bir anlamda, insanlar arasında dünyanın kendileri için yaratıldığına dair bir düşünce yaratarak, onları bu statükoyu korumak için gerekli olan şiddete karşı körleştirir. Bu taktiklerin temel işlevi, Abdül Melik'in de dediği gibi, NATO ülkelerindeki sınıf iktidarını gizlemektir.
Filistin örneğinde bu, Filistinlilerin ve komünistlerin Siyonizmi sınıfsal bir konum olarak gösteren analizlerini bastırarak yapılmaktadır. Bu da Siyonizm tartışmalarının 'soldaki anti-semitizm' hakkındaki kültürelci ve dinci konuşmalara saplanıp kalması için verimli bir zemin yaratır. Ayrıca, sistem karşıtı hareketleri sapkın, aşırı şiddet yanlısı ve barbar olarak resmederek sivil barış yanılsaması sürdürülür. Dr. Susan Ebulhava'ya göre 7 Ekim sonrasında yaşanan tam da buydu:
"Hamas'ın bebeklerin kafasını kestiğini, hamile bir kadının içini boşalttığını, bir bebeği fırında yaktığını, Yahudileri öldürmek için gerçekten kötü ve gereksiz görünen korkunç bir şiddet uyguladıklarını söylediler. Anlatı buydu."
Bu senaryoda Filistinliler olağandışı derecede şiddet yanlısı ve sadist olarak gösterilmekte ve dolayısıyla NATO devletleri çizgisinde bir sivil barışın tesis edilmesine kategorik olarak karşı çıkılmaktadır. Filistin'in batısında yükselen bir başka sistem karşıtı hareket daha var: Sahel Devletleri İttifakı Konfederasyonu.
Mali, Nijer ve Burkina Faso'da yurtsever güçlerin önderlik ettiği darbeler iktidarı ele geçirdiğinden bu yana, giderek daha fazla anti-emperyalist bir duruş sergiliyorlar. 6 Temmuz 2024 itibariyle kendilerini bir konfederasyon olarak ilan etmişlerdir ki bu da sömürgeciliğin dayattığı sınırların silinmesine yönelik bir adımdır. Aynı emperyalist stratejiler, farklı bir kültürel bağlamda da olsa, bu sömürge karşıtı, yurtsever hareketi itibarsızlaştırmak için kullanılmaktadır.
Yeni sömürgeci yapılar karşısında yeni bir tür siyasi oluşum yaratmak zorlu bir görevdir. İttifaklarının başından beri Mali, Nijer ve Burkina Faso liderleri, sömürgeci sınırlarla bölünmüş halkları yeniden birleştiren yeni bir jeopolitik gerçeklik yaratmakla ilgilendiklerini vurgulamışlardır.
Abdül Melik'e göre bu görev zorluklarla doludur: "Siyasi projenin etkinliği -otantik bir ulusal proje statüsüne ulaşma kabiliyeti- ancak potansiyel ulusu harekete geçirme kapasitesi kadar büyüktür." Bu konfederasyon kendi ülkelerindeki kitleleri harekete geçirmeyi başardı ve bu arada emperyalistler Filistin'dekine benzer bir araç kutusu kullandılar.
Sahel'deki Fransız etkisinden kurtulma hareketi çoğu medya kuruluşunda 'Fransız karşıtı' duygularla dolu olarak nitelendirildi. Odak noktasının bu olması, onlarca yıllık ırkçı, sömürgeci yönetim ile protestolarda 'a bas la France' yazan pankartları birleştirmeyi amaçlıyor. Fransız etkisinden kurtulmaya yönelik sömürge karşıtı, yurtsever hareket, taşralı, beyaz karşıtı ırkçılık tarafından canlandırılan bir hareket olarak bir kenara atılıyor.
Bu hareketin ordunun vatansever güçleri tarafından yönetiliyor olması, emperyalist medya tarafından 'Afrikalı savaş ağası' öcüsünü yaratarak, desteği çok açık ve özgürleştirici amaçları olan bir hareketten uzaklaştırmak için kullanıldı. Amaçlar sadece özgürlükçü olmakla kalmıyor, aynı zamanda hareket şu anda Sahelya devletlerinin halklarının çoğunluğunun yetkisine sahip ve bu nedenle emperyalist düzen için daha da büyük bir tehdit oluşturuyor.
Burada da NATO ülkelerinin sivil barışı sağlayabilecek yegane ülkeler olduğu fikri örtük ve açık bir şekilde ortaya atılmaktadır. Macron "sömürgeleştirilmiş bir Afrika'yı hiç tanımamış" bir Fransız neslinden geldiğini iddia etse de, ECOWAS yaptırımlarını ve halk destekli darbenin ardından Nijer'e karşı askeri müdahaleyi teşvik ederek Sahel'deki istikrarsızlığa yardımcı olmuştur.
Bu devletlerin emperyalist hükümetleri, NATO devletlerinde sivil barış mitlerini teşvik ederek, değerin çeperlerden kapitalist dünya sisteminin merkezine doğru akmasını kolaylaştıran gerçekliğin 'ideolojik sakatlanmasını' yaratmaktadır. Gerçek şu ki, kinetik savaşın büyük bir kısmı yurtdışında yürütülmekte, ancak genellikle kendi devletleri içindeki sömürgeleştirilmiş halklara karşı kullanılmaktadır. ABD'de polis vahşeti iyi belgelenirken, Fransız polisi Fransız şehirlerinin gettolarında yaşayan Afrikalı göçmenleri rutin olarak taciz etmekte, tutuklamakta ve öldürmektedir.
Gerçeklik bize ezenin şiddeti ile ezilenin şiddetinin kıyaslanamaz olduğunu ve ulusal kurtuluş için silahlı hareketlerin emperyalistler tarafından sistem üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmek için şeytanlaştırılacağını göstermektedir. Yurttaşlık barışı miti, küresel güneyin yeniden doğmakta olan devletlerine ve halklarına karşı yürütülen bu ideolojik savaşın araçlarından biridir.
Çeviri: YDH