YDH - İslam Çalışmaları alanında doktora yapmış olan İspanyol araştırmacı Xavier Villar, Press TV'de yer bulan "Free Palestine: ICJ ruling recognizes the colonial nature of Zionist entity" başlıklı köşe yazısında Uluslararası Adalet Divanı'nın İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarındaki varlığının yasa dışı olduğunu ve 'mümkün olan en kısa sürede' sona ermesi gerektiği yönündeki kararının ele alıyor.
Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Başkanı Navaf Selam, cuma günü 15 yargıçtan oluşan heyetin İsrail'in Filistin'i işgaline ilişkin bağlayıcı olmayan tavsiye görüşünü sundu ve bu görüş basında geniş yer buldu.
Danışma görüşü, mahkemeye göre uluslararası hukuku ihlal eden bir dizi İsrail politikasını detaylandırıyor. Bunlar arasında işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te yerleşimlerin inşası ve genişletilmesi, tabii kaynakların sömürülmesi, toprakların ilhakı ve uzun süreli kontrolü ve Filistinlilere yönelik ayrımcı pratikler yer alıyor.
BM'nin en üst düzey mahkemesi, İsrail'in bu topraklar üzerinde egemenlik hakkı olmadığı sonucuna vararak, İsrail'in zorla toprak edinmeyi yasaklayan uluslararası yasaları ihlal ettiğini ve Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını engellediğini vurguladı.
Mahkeme, "Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki İsrail yerleşimlerinin inşası ve bunlarla bağlantılı rejim, uluslararası hukuk ihlal edilerek kurulmuş ve sürdürülmüştür," dedi..
Filistin Dışişleri Bakanı Riyad Maliki, Lahey'de basına yaptığı açıklamada kararı 'Filistin, adalet ve uluslararası hukuk için belirleyici bir an' olarak nitelendirdi.
UAD'nin kararını öven Maliki, 'mahkemenin bu tarihi kararla yasal ve ahlaki görevlerini yerine getirdiğini' vurguladı. Maliki, ayrıca devletleri yükümlülüklerini yerine getirmeye ve işgalci İsrail'e yardım, ticaret ve silah dahil her türlü destekten kaçınmaya çağırdı.
Buna karşılık İsrail Dışişleri Bakanlığı kararı 'temelden yanlış ve önyargılı' olarak nitelendirerek reddetti. Binyamin Netanyahu tarafından yapılan açıklamada ise kararın gerçekleri çarpıtan 'yalanlar üzerine kurulu bir karar' olduğu belirtilerek 'Yahudi halkının kendi topraklarında işgalci olmadığı' iddia edildi.
Siyasi bir perspektiften bakıldığında, diğer sömürgeci projeler gibi Siyonizm'in de amacını uygarlık açısından meşrulaştırması gerekiyor. Bu bağlamda, ırkçı Siyonist hareketin Avusturya-Macaristanlı kurucusu Theodor Herzl'in 1896'da gelecekteki koloniyi 'Asya'ya karşı Avrupa'nın bir kalesi, barbarlığa karşı medeniyetin ileri bir karakolu' olarak tanımladığı hatırlanabilir.
1936 yılında Siyonist Örgütün lideri Chaim Weizmann, Filistinlileri 'yıkım güçleri, çöl güçleri' ve Yahudi yerleşimcileri de 'medeniyet ve inşa güçleri' olarak tanımladı. Bu uygarlık gerekçesi, Siyonist varlığın başlangıcından itibaren anlatısını sömürgeci terimlerle çerçevelediğini ve yerli Filistinlileri ortadan kaldırmayı amaçladığını ortaya koyuyor.
Tarihçi Patrick Wolfe, yerleşimci kolonilerinin yerli toplumların ortadan kaldırılmasına dayandığını (ve dayandığını) belirtir: "Sömürgeciler kalmak için gelirler; işgal bir olaydan daha fazlası, bir yapıdır." İsrail sömürgeciliği, uygulamada, yerleşimlerin inşası, ekonomik sömürgeleştirme ve askeri işgal gibi oldubittileri pekiştirmek için tasarlanmış çeşitli mekanizmalar aracılığıyla tezahür eder. Bu mekanizmalar Filistin topraklarının idari ve hukuki ilhakını meşrulaştırmayı amaçlar.
Bu nedenle Filistin, 'küresel tahakküm ve mülksüzleştirme süreçleri açısından bir laboratuvar' olarak görülebilir. Filistin'in kuruluşundan itibaren ve hatta öncesinde sömürgeci bir mantık kurulmuştur. Siyonistlerin ülkeyi ıssız gösterme çabalarına rağmen, Filistin'de yerli bir nüfus vardı ve hala da var.
Yerli nüfusu ortadan kaldırma projesi en başından beri mevcuttu. 30 Kasım 1947 ile 14 Mayıs 1948 tarihleri arasında 400 binden fazla Filistinli evlerinden edildi ve evsiz bırakıldı. Aralık 1948'de 350 bin kişi daha aynı kaderi paylaştı.
1947 yılında dönemin İsrail başbakanı Siyonizm'in amacının 'ülkenin tamamını ya da büyük bir bölümünü fethetmek ve bu fethi siyasi bir anlaşmaya varılana kadar sürdürmek' olduğunu açıkça ifade etti.
1967'deki Altı Gün Savaşı'ndan sonra İsrail, işgalini yeni Filistin topraklarına doğru genişletmeye devam etti. İsrail yerleşimleri, yerel halkın sürüldüğü, geri dönmelerinin yasaklandığı ve İsrail'in 1950 tarihli Gaip Mülkiyet Kanunu uyarınca mülklerine el konulduğu bölgelerde kuruldu.
İşgal altındaki Kudüs ve el-Halil arasında yer alan ilk yerleşim olan Kfar Etzion, 'güvenlik yerleşimleri' olarak adlandırılan bir dizi yerleşimin başlangıcı oldu.
Bu yerleşimler toprağın tarımsal olarak kullanılmasına yönelik değil, topraklara el konulmasına yönelikti ve bu nedenle yerleşimci-sömürgeciliğinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilir.
Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin 49. Maddesi, 6. Paragrafı ve Kasım 1967 tarihli 242 sayılı BM Kararı uyarınca, işgal altındaki topraklarda yerleşim birimlerinin kurulması ve genişletilmesi uluslararası hukuka göre yasa dışı kabul edilir.
Bazı uzmanlar, bu kolonizasyonun görünür işaretlerine ek olarak -tahkim edilmiş yerleşimler, 'ileri karakollar', ayrım duvarı, çitler, kontrol noktaları, işaretler, yaygın askeri varlık, stratejik ağaçlandırma ve tahrip edilmiş mülkler gibi- kolonizasyonun görünmeyen bir boyutu olduğunu vurguluyor.
Bu gizli boyut, toprağın kullanımını ve Filistinlilerin serbest dolaşımını sınırlayan izin rejimi, 'kapalı' askeri bölgeler ve 'baypas' yolları gibi idari kısıtlamaları içermektedir.
Yasa dışı işgal devam ediyor. 2020 yılında işgal altındaki Batı Şeria'da yaklaşık 427 bin 800 yerleşimciyi barındıran en az 132 resmi İsrail yerleşimi ve 124 gayri resmi 'ileri karakol' bulunmaktaydı.
Bu bölgeler, gayri meşru İsrail rejiminin iktisadi sisteminin ayrılmaz bir parçası olan ve açıkça 'iktisadi sömürgeleştirmeyi' örnekleyen 18 sanayi bölgesini içeriyor.
İşgal altındaki Filistin topraklarında kolonizasyon, birbirini takip eden 'ısırıklar' şeklinde planlı bir toprak tahsisi yoluyla ilerliyor.
İktisadi kolonizasyon bu stratejiyi tamamlayarak Filistinlilerin faaliyetlerini felç eden ve gelişimlerini kısıtlayan, böylece özerk yaşamı engelleyen bir tahakküm ilişkisi kuruyor.
UADkararı, Siyonist işgalin uluslararası hukuka göre gayrimeşruluğunu ortaya koymakla kalmayıp bir adım daha ileri gitti.
Yargıç Hilary Charlesworth, kararında 'uluslararası teamül hukuku uyarınca, işgal altındaki topraklarda yaşayan nüfusun işgalci güce bağlılık borcu olmadığını ve işgale karşı direnmek için uluslararası hukuka uygun olarak güç kullanmasının engellenmediğini' kaydetti.
Karar hukuki açıdan İsrail'e karşı yıkıcı bir itham niteliğinde.
Gazze ile ilgili olarak mahkeme, bölgenin işgal altında kalmaya devam ettiğini açıklığa kavuşturmuştur.Mahkeme ayrıca işgal altındaki topraklarda hüküm süren ırkçı rejimi de kabul ediyor. Kararda İsrail'in Filistinlilere, objektif kriterler ya da meşru hedeflerle gerekçelendirilemeyecek şekilde eşitsiz muamele uyguladığı açıkça ifade ediliyor.
Sonuç olarak UAD, İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarındaki varlığının yasa dışı olduğunu ve rejimin Gazze de dahil olmak üzere işgali bir an önce sona erdirmekle yükümlü olduğunu ileri sürüyor.
Böylece karar, İsrail'in sömürgeci doğasını ve yerli Filistinlilere yönelik ırkçı politikalarını tanıyor.
Çeviri: YDH