YDH- İsrail gazetesi Haaretz'de yayımlanan analizin yazarı Dahlia Scheindlin, İran'ın Direniş Ekseni'nin işgalci rejim için büyük bir endişe kaynağı olduğunu, bölgesel vekalet ağı arasındaki sadakatin İsrail'i stratejik şaşkınlığa, Amerika'yı da güvenilmez bir ortağa dönüştürdüğünü açıklıyor.
Kongre'nin ortak oturumunda konuşan Başbakan Benyamin Netanyahu kasvetliydi ve yüzü kireç gibiydi. Görevi konusunda mutlak bir inanca sahipti. ''Bayanlar ve baylar, zaman tükeniyor. Harekete geçmek zorundayız. Zorbalık ve sindirme üzerine kurulu... yeniden yapılandırılmamış diktatörlükler Orta Doğu'da terör estiriyor'' diye uyardı.
''Bu rejimlerin en tehlikelisi, zalim bir despotizmi fanatik bir militanlıkla evlendiren İran'dır.'' diye devam etti. ''Nükleer silaha sahip bir İran, İsrail, Orta Doğu ve tüm insanlık için felaket olacaktır'' diyerek uluslararası toplumu İran'ı izole etmeye çağırdı, caydırıcılığın yeterli olmayabileceği ve zamanın tükenmekte olduğu konusunda uyardı.
Yıl 1996'ydı. Netanyahu 15 yıl sonra Kongre'de bir sonraki konuşmasını yaptığında zaman hâlâ işliyordu. 2011 yılında bir kez daha şu uyarıda bulundu: “En büyük tehlike yakında kapımızda olabilir: nükleer silahlara sahip militan bir İslam rejimi. Militan İslam dünyayı tehdit ediyor.”
2015 yılına gelindiğinde Kongre konuşmasının büyük bir bölümünü İran oluşturuyordu. Yine nükleer tehditten bahsetti ve İran'ın vekil milislerden oluşan sinsi bölgesel ağından bahsetmeye devam etti.
Obama yönetiminin o dönemde İran'ın nükleer programını sınırlandırmak için ilerlettiği anlaşmaya ateş püskürdü ve ortaya çıkan şartların tehlikelerine şok olmuştu. “Bunu düşünmenizi istiyorum” diyip duruyordu.
Anlaşma 10 yıl sonra sona erdiğinde, “küresel terörizmin en önde gelen sponsoru, tüm nükleer silah cephaneliği için yeterli zenginleştirilmiş uranyuma sahip olmaklıktan uzak görünüyor'' diye düşünüyordu.
Gelgelelim anlaşma kısa bir süre sonra yürürlüğe girdi, ABD ise 2018'de geri çekildi. Netanyahu'nun son konuşmasından dokuz yıl sonra, Temmuz ortasında ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken kötü haberi verdi: İran'ın korkulan miktarda uranyum zenginleştirmesine artık sadece bir ya da iki hafta kalmıştı.
Bu nasıl olabilir? İran tehdidine karşı çıkmak en azından otuz yıldır Netanyahu'nun hayat boyu siyasi misyonu olmuştu. Son 15 yılın çoğunda, 1990'lardaki ilk dönemi de dahil olmak üzere yaklaşık 18 yıl boyunca İsrail'i yönetti. İsrail başbakanının, İran'la ilgili güvenlik sicili nasıl?
Aldığı görevlerde başarısız
İsrail İran'dan yana üç temel tehdit görüyor: nükleer programı, balistik füze programı ve bölgesel nüfuzu. Nükleer silahlar tehdidinde İran gittike çok yakınlaştı.
Tel Aviv Üniversitesi Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü'nde kıdemli araştırmacı olan İran uzmanı Raz Zimmt'e göre amaç İran'ın bir eşik devlet olmasını engellemekse, İran zaten bu eşikte.
Blinken, İran ve “Direniş Ekseni” konusunu, Yemen'deki İran destekli Husi isyancılar tarafından fırlatılan bir insansız hava aracının Tel Aviv'i vurarak İsrailli bir sivilin ölümüne neden olduğu gün ele aldı.
Bu olay ve daha önce Eylat'a düzenlenen 220 saldırı, İsrail'in Cumartesi günü Yemen'e ilk doğrudan saldırısını düzenlemesine yol açtı. Lübnan'da Hizbullah ile bir çatışma kesin olmasa da, bunun gerçekleşme olasılığı endişe vericidir. Bu durum, çatışmanın başlamasından bu yana İsrail'in kuzey sınır bölgesini yaşanmaz hale getirmiştir.
Ve sadece altı ay önce düşünülemeyecek olan şey, Nisan ortasında İran ve İsrail'in ilk kez birbirlerinin topraklarına doğrudan askeri saldırı düzenlemesiyle gerçeğe dönüştü.
Son olarak, söylemeye gerek yok ama Hamas da İran'ın desteğiyle büyüdü ve yıllar içinde bazı iniş çıkışlar yaşayarak 7 Ekim felaketine yol açtı.
Netanyahu ABD Kongresi'nde İsrail'in sözde destekçileri ve savunucuları tarafından kutlanırken, tartışılmaz olan şu gerçeği vurgulayalım: İsrail'in güvenliği hiç bu kadar kötü olmamıştı ve güvensizliğinin büyük bir kısmı İran'dan kaynaklanıyor.
Orta Doğu yeni ve derin bir istikrarsızlık evresine giriyor ve bu tırmanışlar diğer küresel aktörleri de içine çekme tehdidi taşıyor hatta aktörler bu tehlikenin içine çekilmekte. İsrail'in muhtemel güvenlik ortakları için de durum karanlık görünüyor:
Suudi analist Aziz Algaşyan'ın Pazar günü yazdığı gibi, “Bölgede güvenlik kelimenin tam anlamıyla gerilere düşüyor.” Netanyahu her şey için günah keçisi ilan edilemez, İran'ın yöneticilerinin de kendilerine göre hatırı sayılır bir aklı var.
Ancak Netanyahu'nun kendi hedefleriyle karşılaştırıldığında, Haaretz köşe yazarı Alon Pinkas'ın bir yıl önce durumu kısa ve öz bir şekilde özetlediği gibi: “Netanyahu'nun uzun vadedeki en tehlikeli başarısızlığı, en göze batan ve en acı verici hatası İran politikasıdır.”
Yanlış olan neydi?
Yıllar boyunca İran tehdidini sınırlandırmak için üç ana yaklaşım vardı: askeri baskı, ekonomik baskı ve diplomasi. İsrail zaman zaman bunların hepsini uyguladı.
2010 ve 2012 yılları arasında Netanyahu'nun İran'a askeri olarak saldırmak için yeterince ayrıntılı planları vardı, hatta kendi hükümetinin bazı üyeleri veya güvenlik şefleri endişelendi. iki Mossad şefi - Meir Dagan ve halefi Tamir Pardo - ve o zamanlar bakan olan Moshe Yalon'un saldırıya karşı çıktığı bildirildi. İsrailli sivillerin bir kısmı da savaş korkusuyla protesto gösterileri düzenledi.
Planlar suya düştü. Neden mi? Netanyahu, muhtemelen uluslararası destek eksikliğinden dolayı tedirgin, daha düşük profilli bir askeri yaklaşıma geçti.
2013 yılına gelindiğinde İsrail, İran güçlerinin Suriye'ye yerleşmesini önlemek ya da İran'ın silah konvoylarını vurmak için Suriye'de hava saldırıları başlattı. Bu, “savaşlar arası kampanya” (ya da daha deyimsel bir dille “gölge savaş”) olarak bilinmeye başlandı.
Yabancı kaynaklara göre İsrail zaman zaman nükleer bilim adamlarına suikast düzenledi, siber silahlar kullandı ya da santrifüj üretim tesislerini vurdu.
Zimmt karışık sonuçlara işaret ediyor, zira bazı eylemler İran'ın tabiri caizse daha iyi inşa etmesine neden oldu.
Sonuç olarak İran'ın nükleer programı ilerlemeye devam etti ve İran destekli milisler Suriye, Irak ve Yemen'de kaldı. İsrail'in Suriye'deki saldırıları son birkaç yılda artarken Hizbullah silahlanmaya devam etti.
Zimmt, bazılarının askeri yaklaşımın yeterince kapsamlı olmadığını iddia edebileceğini kabul ediyor.
Topyekûn savaş daha mı iyi olurdu? Daha önce de savaş gerekçesinin zayıf ve tehlikelerinin büyük olduğunu ileri sürmüştüm.
Chatham House'da Orta Doğu ve Kuzey Afrika programı direktörü olan Sanam Vakil bana İran'ın 1980'lerde Irak'la -ABD ve Batılı güçlerin Irak'ı desteklediği- felaketle sonuçlanan savaşının İran'da giderek artan “paranoyak ve savunmacı zihniyete” yol açtığını ve rejimin kendi bekası için temel olarak gördüğü bölgesel vekalet ağına bağlılığını körüklediğini söyledi.
Netanyahu 2010'ların ortalarında İran'a yönelik cezalandırıcı uluslararası ekonomik yaptırımları şiddetle destekledi.
Ancak İslam cumhuriyetine 1979'dan beri yaptırım uygulanıyordu ve rejim son yıllarda daha az değil daha sert bir tutum sergilemeye başladı. Bu aslında şaşırtıcı değil: rejimlere uygulanan uluslararası yaptırımlar genellikle asıl amaçlarına ulaşmakta başarısız oluyor.
Son olarak, dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Temmuz 2015'te İran ile anlaşmayı imzalayarak üçüncü yaklaşım olan diplomasiye doğru dramatik bir dönüş yaptı.
İran ve ABD arasında 2000'li yılların başında yapılan “büyük pazarlık” diplomatik önerileri, karşıt sorulardan başka bir şey bırakmamıştı. Şimdi 2015'te Netanyahu öfkeliydi. Anlaşmaya karşı yürüttüğü kampanya aleni, sert ve en azından İsrail'de başarılı oldu.
Bugünlerde, anlaşmanın iyi bir başlangıç noktası olduğunu düşünen yerel güvenlik uzmanları bulmak zor değil. Ancak 2015 yazı sıfır muhalefet dönemiydi.
Netanyahu bir sonraki ABD yönetimini haraca bağlamaya devam etti ve Donald Trump nihayet Mayıs 2018'de İran'ın genel uyumuna rağmen anlaşmadan çekildi.
Netanyahu'nun Trump üzerindeki etkisinin tam olarak ne düzeyde olduğu tartışılsa da bunun önemli olduğu açık. Hasar çok büyük oldu.
Zimmt bunu Netanyahu'nun en büyük stratejik hatası olarak değerlendiriyor. Chatham House'dan Vakil, İran yönetiminin kendini yanmış hissettiğini ve diplomasiye bir daha güvenmeyeceğini gözlemledi.
“Şu anda Washington'la uzlaşmanın hiçbir faydasını görmüyorlar ve Amerikalı muhataplarına güvenmiyorlar. JCPOA deneyimi İran için büyük bir hayal kırıklığı oldu” dedi.
2020 yılına gelindiğinde İran artık anlaşmaya bağlı değildi ve nükleer programını hızlandırdı. Dolayısıyla Netanyahu'nun tercih ettiği politika sadece İran'ı nükleer patlamaya itmekle kalmadı, aynı zamanda Amerika'nın güvenilirliğini zedeledi ve başlangıçtaki bazı kanıtlanabilir başarılara rağmen diplomatik yolu tamamen baltaladı.
Ancak Netanyahu'nun kendi diplomasi vizyonu vardı. İran'ı izole edecek ve bölgesel bir güvenlik ittifakının altyapısını oluşturacak şekilde Arap ülkeleriyle normalleşmeyi ilerletme fırsatını tespit etti.
İbrahim Anlaşmalarını, İsrail'in Ortadoğu'da NATO benzeri bir İran karşıtı pakt vizyonunu “bedavaya” ilerleten bir ustalık darbesi olarak gördü. Sonuçta Netanyahu'nun diplomasisi Orta Doğu'daki bir başka kritik aktörü, Filistinlileri dışarıda bıraktı. Zimmt'e göre bu İran'a karşı çok önemli bir hata oldu.
Kaos veya kooptasyon
Hamas Netanyahu'nun “ustaca hamlesini” takdir etmedi. 7 Ekim saldırısı kısmen Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı olmaksızın İsrail'in normalleşmesini sabote etmeyi amaçlıyordu, buna Suudi Arabistan'ın o zamanlar yakın görünen normalleşmesi de dahildi.
Ancak Netanyahu'nun bölünmüş ve belirsiz bir Filistin liderliği sağlama politikası da Filistinlileri İran etkisi için verimli bir hedef haline getirdi.
Vakil, “İran her zaman kendisini kaotik ortamlara sokmayı başarır,” diyor. “Filistin, Suriye, Yemen ve Lübnan'da kaostan besleniyor. Sadakat ve bağımlılık yaratarak bu ilişkileri kuruyor.”
Çatışmanın kendisi, İran'ın basit bir duygu sömürüsü yoluyla eksen ortaklarını harekete geçirmesi için güçlü bir araç haline geldi.
Zimmt'e göre çatışmanın çözüme kavuşturulması, hatta bu yolda bir başlangıç yapılması bile İran'ın bu aracını zayıflatabilir.
Vakil, İran'ın ciddi bir sürece karşı çıkmasının zor olacağını belirtti: “Eğer oyunun sonunda bir Filistin devleti varsa, bu sonuca karşı çıkamazlar. İşte bunun için çalışmalısınız: İran'ın her türlü çatışmaya bir el yapımı patlayıcı atma yeteneğini sonlandırın.” dedi.
Her ne kadar İran destekli tüm saldırganlıkların birdenbire sona ermesini beklemek gerçekçi olmasa da, İran'ın bu tür bir sürece razı olmasının en muhtemel yolunun bölgesel halk katılımı ve Filistinlilerin geniş desteği olduğuna inanıyor.
Nihayetinde İran'dan gelen tehdit basit çözümlere elverişli değildir ve Tahran'ın liderlerinin temel güdülerini değiştirmenin net bir yolu yoktur.
Rejim, dini köktencilik ideolojisine, sınırlarının çok ötesine uzanan saldırgan bir güvenlik yaklaşımına, İsrail'in varlığına karşı fanatik bir duruşa ve kendi vatandaşlarına karşı kaba güç kullanma istekliliğine dayanıyor ve evdeki gücünü korumak için yaptırımlar altında acı çekmelerine izin veriyor.
Uzun vadeli kayıtlar İsrail'in İran konusundaki politikalarının büyük bir başarısızlık olduğunu kanıtlıyor. Kongredeki konuşmasında Netanyahu'nun ağzından İran lafı çıkarsa şayet, ne önerirse önersin, tam tersini yapmak lazım.
Çeviri: YDH