YDH- Counter Punch'ta yayımlanan makalenin yazarı Rıza Behnam, Filistin'in doğal kaynaklarının İsrail tarafından ABD desteğiyle uzun süredir sömürüldüğünü, İsrail'in eylemlerinin Gazze'nin ekosistemi ve nüfusu üzerindeki yıkıcı etkisini ve su kaynaklarını kontrol eden işgalci güç İsrail'in, Filistinlileri kronik kıtlık ve kısıtlı erişimle yaşamaya mecbur ettiğini vurguluyor.
Uluslararası Adalet Divanı, 19 Temmuz 2024 tarihinde, İsrail'in Filistin'in su kaynaklarını gasp etmesi ve kötüye kullanmasına ilişkin makalemi bitirdiğim sırada, tarihi tavsiye kararını yayınladı. “İsrail'in Doğu Kudüs de dâhil olmak üzere İşgal Altındaki Filistin Toprakları'ndaki politika ve uygulamalarından kaynaklanan hukuki sonuçlar” başlıklı 80 sayfalık görüş, ‘İsrail Devleti'nin İşgal Altındaki Filistin Toprakları'nda devam eden varlığının hukuka aykırı olduğunu’ ve ‘mümkün olan en kısa sürede’ sona ermesi gerektiğini kesin bir dille ifade ediyor.
“Doğal kaynakların kullanımı” bölümü benim için özellikle ilgi çekici. Zira bu bölümde Mahkeme, İsrail'in Filistin'in su kaynakları üzerindeki yasadışı kontrolünü, tüm topraklar üzerinde kalıcı bir hakimiyet kurmak için kötüye kullandığını ve suiistimal ettiğini ortaya koymaya çalıştığım şeyi doğrulamış oluyordu. Mahkeme, doğal kaynaklar bakımından zengin olan işgal altındaki Batı Şeria'nın İsrail tarafından, Filistinlileri ve topluluklarını dezavantajlı duruma düşürürken, sadece kendi nüfusunun yararına kullanıldığı sonucuna vardı. Zenginlik bakımından özellikle mühim olan C Bölgesi Batı Şeria'nın yüzde 61'ini kapsıyor ve tamamen İsrail'in kontrolü altında. Ayrıca UAD, İsrail'in, en hayati doğal kaynak olan su da dahil olmak üzere Filistinlilerin yaşamlarının tüm yönleri üzerindeki kontrolünden vazgeçmesi gerektiğine karar vermiştir.
Su
Su, Orta Doğu'nun kültürüne, siyasetine, dinine ve mitolojisine sirayet etmiştir. Misal Orta Doğu'da, aşırı yaz sıcaklarında, susayanlara ikram niyetine mahallelerde kapının önüne bir sürahi su bırakmak geleneği vardır. İslam'da su kıymetli bir varlıktır. Su, dinin doğuşunda, anlatılarında ve ritüellerinde merkezi bir rol oynamıştır. Aşırı kuraklık, eski Arabistan'daki ayaklanmalara ve 7. yüzyılın başlarında İslam'ın ortaya çıktığı toplumsal değişime katkıda bulunmada belirleyici olmuş olabilir.
Su, İslam mitolojisinin kalbindedir. Müslüman irfanında, genç peygamber İsmail'i (İbrahim ve Hacer'in oğlu) hayatta tutan Arap yarımadasındaki Zemzem Kuyusu'nun köpüren sularıydı. Suudi Arabistan'ın Mekke kentindeki Mescid-i Haram'da bulunan kuyu, 4 bin yıl sonra mucizevi bir şekilde su üretmeye devam ediyor. Kuyudan çıkan su aynı zamanda Muhammed Peygamber'in istirahatgahı olan Medine'deki Peygamber Mescidi Mescid-i Nebevi'ye de dağıtılmaktadır.
Tüm dünyada olduğu gibi Gazze'deki Müslümanlar da günde beş vakit bu iki saygıdeğer camiye doğru namaza durmaktadır. Ancak İsrail'in Ekim 2023'ten bu yana aralıksız sürdürdüğü bombardıman nedeniyle abdest suyuna erişim imkânsız hale geldi. Filistinlilerin katlandığı acıyı ve vahameti tam olarak anlamak için neler kaybettiklerini hatırlamak şart.
Avrupalı Siyonistlerin 20. yüzyılın başlarında Filistin'e göç etmesinden bu yana yerli halkın yaşamı değişti. İsrail'in kurucuları, Filistin'deki kolonileşme hayallerinin ancak toprağın altından ve üstünden akan su üzerinde hegemonya sağladıkları takdirde sürdürülebilir olacağının bilincindeydiler. Birinci Dünya Savaşı'nı sona erdiren 1919 Paris Barış Konferansı'nda Siyonist liderler, gelecekteki bir Yahudi devletinin Nakab Çölü, Suriye'ye ait Golan Tepeleri, Ürdün Vadisi, Lübnan'daki Litani Nehri ve Batı Şeria üzerindeki hakimiyete bağlı olduğunu belirttiler.
Sıradağları Suriye ve Lübnan sınırında bulunan Hermon Dağı havzası, kolonileşme emelleri için elzem olarak görülüyordu. Bu havzada akarsu ve nehirler birleşerek Ürdün Nehri'ne dönüşmektedir. İsrail'in ilk cumhurbaşkanı (1949-52) olan Rus asıllı Chaim Weizmann, Aralık 1919'da İngiliz başbakanı Lloyd George'a “Filistin'in tüm ekonomik geleceğinin sulama ve elektrik enerjisi için su kaynağına bağlı olduğunu ve su kaynağının esas olarak Hermon Dağı'nın yamaçlarından, Ürdün Nehri'nin kaynaklarından ve Litani Nehri'nden elde edilmesi gerektiğini” yazmıştır. Litani, Lübnan'daki başlıca ve en büyük su havzasıdır.
İsrail, 1948 savaşında tarihi Filistin topraklarının yüzde 78'ini ele geçirdikten sonra, 1949 yılında millileştirilen ve karneye bağlanan Filistin'in su kaynaklarını kontrol etmek için hazırladığı planları uygulamak üzere hızla harekete geçti. 1967'deki Arap-İsrail Savaşı da su yüzünden çıkmıştır. İsrail 1953 yılında, kuzeydeki Yukarı Ürdün Nehri'nden İsrail'in merkezine ve kurak Güney'de planlanan kolonilere su taşımak için ayrıntılı bir su sistemi olan Ulusal Su Taşıyıcısı'nı (NWC) inşa etmek üzere çalışmalara başladı. Ve 1963 yılında Celile Denizi'nden NWC'ye su pompalamaya başladı ki bu da Suriye, Lübnan ve Ürdün'ün su kaynakları için ciddi bir tehdit oluşturdu. Bunun sonucunda İsrail ve Arap devletleri “Su Savaşı” (1964-1967) olarak bilinen çok sayıda çatışmaya girdiler.
İsrail'in planını engellemek için 1965 yılında Suriye ve Lübnan, Ürdün Nehri kaynaklarından kendi topraklarına su aktarmak için Arap Birliği planını uygulamaya koydu. İsrailli general ve eski başbakan (2001-2006) Ariel Şaron anılarında 1967 savaşının Suriye'nin Ürdün nehrinin akış yönünü değiştirme planına yanıt olarak başlatıldığını açıkladı. İsrail aynı yıl Suriye içindeki inşaat alanlarına saldırarak savaşa yol açmıştı. 1964 yılında tamamlanan Ulusal Su Taşıyıcısı, Ürdün Nehri'ndeki suların yüzde 75'ini İsrail'e aktarırken, Filistinlilerin herhangi bir kısmını kullanması yasaklandı.
İsrail'in Haziran 1967'deki askeri zaferi, Hermon Dağı havzasının büyük bölümünü, Batı Şeria'nın tamamını ve Gazze Şeridi'ni İsrail'in kontrolü altına soktu. Ardından ele geçirdiği topraklardaki su kaynaklarını devletin malı ilan ederek tam bir askeri otorite altına soktu. İsrail, 1981'de işgal altındaki Suriye'ye ait Golan Tepeleri'ni yasadışı bir şekilde ilhak ettiğinde, Ürdün Nehri'nin kaynak suları üzerinde doğrudan hakimiyet sağlayarak ilk Siyonist tasarımlarını gerçekleştirmiş oldu. İsrail aynı zamanda güney Lübnan'ın sularına da göz dikmiştir ve bu konuda kararlıdır: Litani Nehri ve Şeba Çiftlikleri. Şebaa Çiftlikleri bölgesi Hermon Dağı'nın yamaçlarından akan bol miktarda yeraltı suyuna sahiptir.
1950'li yıllara ait tarihi kayıtlar, dönemin İsrail ordusu Genelkurmay Başkanı Moshe Dayan ve diğerlerinin Litani'ye kadar olan güney Lübnan'ı fethetmeyi ve ilhak etmeyi desteklediklerini göstermektedir. Bu nedenle İsrail 1978'de (Litani Operasyonu) ve 1982'de tekrar Lübnan'ı işgal etti. İsrail'in Güney Lübnan'ı işgali, 2000 yılında Lübnan Hizbullah'ı tarafından püskürtülene kadar devam etti. Şeba Çiftlikleri'nin Golan Tepeleri'nin bir parçası olduğunu iddia eden İsrail, 1981'de burayı ilhak etti. Hizbullah, Hermon Sıradağları'nın batı yamaçlarındaki bu 16 mil karelik alanı kurtarmak için savaşmaya devam etmektedir.
İşgal altındaki Batı Şeria
İsrail'in amacı her zaman Filistinlilerin su arzını azaltmak ve böylece kaçınılmaz olarak bölgeyi terk etmek zorunda kalmalarını sağlamak olmuştur. Tel Aviv'in apartheid su politikaları, İsrail'e Batı Şeria'daki rezervlerin yüzde 80'inin kontrolünü veren 1990'lardaki geçici Oslo barış anlaşmalarıyla harekete geçirildi. Oslo Anlaşmaları kapsamında su kaynaklarının paylaşımı “nihai statü müzakereleri” için bir konu olarak belirlendi. İsrail, Filistin topraklarına ve su kaynaklarına yasadışı bir şekilde el koymaya devam ettiği için nihai statü ve gelecekteki bir Filistin devletine asla ulaşılamadı.
Beş yıl sürmesi öngörülen 1995 anlaşmaları halen yürürlüktedir. Sonuç olarak, İsrailliler talep üzerine suya erişebilirken, Filistinliler “barış anlaşmasında” belirlenen ve nüfus artışını, iklim değişikliğini veya ortalama günlük su tüketim ihtiyaçlarını yansıtmayan önceden belirlenmiş tahsisatları alıyor. İşgalci güç olarak İsrail, Filistinlilerin güvenli, yeterli ve erişilebilir su hakkına saygı göstermek için uluslararası insan hakları hukuku kapsamında tanımlanmış sorumluluklara sahiptir. İsrail yasadışı işgaline hiçbir zaman son vermemiş ya da yükümlülüklerini yerine getirmemiştir.
İsrailliler, Batı Şeria'daki Filistinlilerden on kat daha fazla su tüketmektedir. İsrail ve kolonileri, Batı Şeria akiferlerindeki suyun yüzde 87'sini tüketirken, Filistinlilere sadece yüzde 13'ü tahsis edilmektedir. Ve çocuklarını yıkamak için yeterli suları olmamasına rağmen, Yahudi çocuklar topluluk havuzlarında su sıçratıyor. İsrail'in ulusal su şirketi Mekorot, Filistinlileri su ihtiyaçları için İsrail'e bağımlı olmaya zorladı. Batı Şeria'daki kaynaklara ve kuyulara sistematik olarak girerek gecekondular da dahil olmak üzere kendi nüfusuna sürekli su sağlarken Filistinlilere ara sıra su veriyor. Şirket Filistinlilerin suyunu rutin olarak azaltıyor ve utanmadan onlara kendi sularını fahiş fiyatlarla satıyor. Kronik su sıkıntısına karşı Filistinlilerin yüzde 92'si çatılarındaki tanklarda su depoluyor.
BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'ne göre İsrailli yetkililer 2021 yılından bu yana Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te Filistinlilere ait yaklaşık 160 su deposu, kanalizasyon şebekesi ve kuyuyu yıktı. İsrail daha fazla kuyu kazmaya devam ederken, Filistinlilerin sondaj haklarını reddetti ve yağmur suyu toplamalarını engelledi. Yahudi kolonilerinin, İsrail sanayi ve askeri bölgelerinin genişlemesi su kirliliğine katkıda bulunmuş, bu da Filistin tarım sektörünü ciddi şekilde baltalamıştır. Filistin çiftlikleri su kıtlığı nedeniyle kururken, İsrail çiftlikleri sınırsız miktarda su alıyor ve genellikle domates, portakal ve pamuk gibi su tüketen ürünler üretiyor.
Gazze Şeridi
Bugün Gazze'de yaşanan felaket boyutundaki su krizi Ekim 2023 savaşından önceye dayanıyor. İsrail'in 16 yıllık ablukası ciddi su sıkıntısına yol açtı. Onlarca yıl süren İsrail işgallerinin ardından içilebilir su bulmak da zordu. Yüzeyde su kaynağı bulunmadığından, çöküşün eşiğindeki kıyı akiferi yerleşim bölgesinin su ihtiyacının yüzde 81'ini karşılıyordu. Geri kalanını ise üç tuzdan arındırma tesisi ve üç Mekorot borusu sağlıyordu. Aileler genellikle şüpheli olan içme suyunu sokak satıcılarından yüksek fiyatlarla satın almak zorunda kalıyordu. 9 Ekim 2023'te İsrail Gazze'ye gönderdiği borulu suyu kesti.
İsrail 2005'te çekildiğinden bu yana, yoğun nüfuslu küçük Şerit'te beş büyük savaş yürüttü ve altyapısının çoğunu tahrip etti. Ve Gazzeliler yıllarca tükenmiş, kirlenmiş ve tuzlanmış suyla yaşadı çünkü İsrail, enklavın su altyapısını onarmak, korumak veya geliştirmek için gereken çimento ve demir gibi inşaat ve diğer malzemelerin girişini kısıtladı.
Birleşmiş Milletler şu anda Gazze'nin su ve sanitasyon tesislerinin yüzde 70'inin yıkıldığını ya da hasar gördüğünü tahmin ediyor; bunlar arasında beş atık su arıtma tesisi, su tuzdan arındırma tesisleri, kanalizasyon pompalama istasyonları, kuyular ve rezervuarlar da bulunuyor. Geriye kalanların da çalışmaya devam edebilmeleri için yakıt sıkıntısı var. Tonlarca arıtılmamış kanalizasyon toprağa sızmış ya da Akdeniz'e pompalanmıştır. BM'ye göre yeraltı sularının yüzde 95-97'si insan tüketimine uygun değil. Çoğu insan artık içme suyunu güneş enerjisiyle çalışan küçük tuzdan arındırma tesisleri işleten özel satıcılardan temin ediyor.
Euro-Med Monitor'e göre Filistinlilerin içme ve kişisel hijyen dahil tüm ihtiyaçları için kişi başına günde sadece 1,5 litre suya erişimi var. Uluslararası acil durum su eşiğinin kişi başına günde 15 litre olduğunu belirtmek gerekir. Çöplerin bertaraf edilememesi, kanalizasyonun arıtılamaması ve 90 derece sıcakta kirlenmemiş su sağlanamaması, Hepatit A, kolera, tifo, ishal ve cilt hastalıkları ve Gazzelileri hasta eden pis koku gibi feci sağlık sonuçlarına yol açmıştır. Çadır kamplarında bir araya toplanan Filistinliler sinekler, hamamböcekleri, akrep ve kemirgen korkusu nedeniyle uyumakta zorlanıyor.
Sonuç
On aydır aralıksız devam eden bombardıman Gazze'nin ekosistemini ve halkını harap etti. BM'nin en yüksek mahkemesinin yakın tarihli tavsiye kararı, İsrail'in işgal altındaki Filistin'deki varlığının hukuka aykırı olduğunu ve sona ermesi gerektiğini, “yerleşim” genişlemesini durdurması ve tüm “yerleşimcileri” tahliye etmesi gerektiğini, Filistinlilerin tazminat borçlu olduğunu ve ulusların İsrail'in bölgedeki varlığını sürdürmesine “yardım veya destek vermemekle” yükümlü olduğunu kesin bir şekilde teyit etmiştir.
BM üyesi devletlerin çoğu uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirmektedir. İsrail'in ve onun baş destekçisi ABD'nin buna uyacağına inanmak için çok az neden var, zira her ikisinin de BM kararlarını hiçe sayma konusunda bir geçmişi var. 2004 yılında UAD'nin İsrail'in kendisini Filistin şehir ve kasabalarından ayırmak için Batı Şeria'da inşa ettiği beton bariyer duvarını yıkması yönündeki kararı da buna dahildir. Yarım yüzyıldır İsrail, ABD'nin ve paralı şirket medyasının desteğiyle, Filistin'in çalınan doğal kaynakları üzerinde ekonomik olarak büyümekte ve genişlemekte serbestti.
Her şeyin bir bardak suyu içmek gibi kolay olduğu söylenir durur, gelgelelim, Filistin'de hayat kolay değil. Oradaki insanlar doğdukları andan öldükleri güne kadar bir acı döngüsünün içine hapsolmuş durumdalar.
Yine de ufukta bir umut var zira Nakba'dan kurtuluşa dair alametler ortaya çıkmaya başladı.
Çeviri: YDH