YDH- Denemeci Nora Hoppe, El-Meyadin'de yer bulan yazısında, Amerika'nın ortaya attığı, plastik ideolojiler temelinde yükselen baştan çıkarıcı bir etkileme çabasının formülasyonu olan 'yumuşak güç' kavramını eleştiriyor, ABD'nin hegemonyasını sürdürmek için kullandığı aldatıcı anlatıların altını çizerek patolojik yalancı bir soykırımcının erdem ve demokrasinin kalesi olarak gösterilmesinin sebeplerini sorguluyor; en nihayetinde de, daha adil bir küresel ortamın teşvik edilmesi için hakikat ve özgünlük arayışının şart olduğunu savunuyor.
Woody Allen bir keresinde şöyle demişti: Gerçeklikten nefret ediyorum ama iyi bir biftek yiyebileceğiniz tek yer de gerçeklik.
Taoizm çerçevesinde Tao, insan kavrayışının sınırlarını aşan, tarif edilemez bir öz olarak var olur ve “ebediyen isimsiz” olarak tanımlanır. Bu kavram, onun “tezahürleri” olarak algılanan sayısız adlandırılmış varlıktan -herhangi bir dilsel veya kavramsal çerçeveden önce varoluşun özünden- ayırt edilmelidir.
Tanımlardan önce hakikat, yaşamın gerçekliği... Budizm'de gerçeklik, genellikle karmik etkilerin ortaya çıkmasından doğan bir “yansıma” olarak yorumlanır. Platoncu mağara alegorisindeyse, insanlar gerçekliği yalnızca mağaranın duvarlarına temas edip duran gerçek şeylerin gölgeleri olarak algılayabilir.
İnsanlığın kabul etmek zorunda olduğu varoluşun en ürkütücü yönü, kendi sonunun kesinliğidir. Bu farkındalık çoğu kişi tarafından genellikle bir melankoli duygusuyla karşılanır.
Dahası, hayatta kalma mücadelesi, özellikle soykırım, çatışma veya yoksulluk kargaşasına yakalanan ve yaşam mücadelesinin bitmeyen bir çileye dönüştüğü kişiler için acil bir endişe kaynağıdır.
Böyle bir mücadele son derece yıpratıcı olabilir ve daha şanslı konumdakileri hayatta kalmanın zorluklarından ve ölüm düşüncesinden geçici kaçışlar elde ederek “daha kolay bir yol” aramaya yönlendirebilir. Ölüm düşüncesinden kaçışlar satın alırlar, sonsuz zenginlik arayışı, kaçış ve palyatif fanteziler ararlar.
Görünen o ki, günümüz Batı dünyasının mevcut kapitalist ortamında, pek çok insan gerçekliği -hakikati- sevmiyor. Hatta pek çoğuna gerçeklikten nefret etmeleri öğretiliyor.
Pek çok insan, anlatılar vasıtasıyla şekilleniyor ya da manipüle ediliyor, “yanlış bilinç” ve “kültürel hegemonya” yoluyla tahakküm kurmayı amaçlayanlara karşı zayıf hale geliyorlar ve genel bir kelime olan “anlatı” yepyeni ve özel anlam kazanıyor: kamuoyunu şekillendirmek ve istenen bir imaj veya bakış açısına ulaşmak için belirli bir konuya ilişkin bir hikayenin formülasyonu yani hikayelerin inşası.
Kapitalist bir dünyada reklam, bir ürün ya da hizmetin maksimum kar getirecek şekilde sunulması ve tanıtılmasının anahtarıdır; ürün ve hizmetlerin tüketiminin artması “markalaşma” yoluyla sağlanır, bu da bir kimlik yaratılmasıdır bir nevi dışsal bir kimlik... bir binanın cephesi gibi.
Neoliberalizmle beraber, reklamları kullanma biçimimizi siyasi anlatılar yaratmak için de kullanır olduk. Kim anlatının sahibi olduysa -bu ''anlatının sahibi'' de yeni bir mecazdır- galip geldi. Anlatının sahibi, galibiyetiyle, her şeye gücünün yettiği bir konuma yükseldi.
Şimdilerde bu anlatılar daha kompakt, daha sinsi...Zamanla eylemler, zihniyet ve değerler tüm dünyada taklit edilmesi gereken istisnai “seçilmiş” bir ulusa adanmış olduğu için propaganda becerileri ve halkla ilişkiler kampanyaları mükemmelleşti.
Hakikati yok etmeyi amaç edinmiş Hollywood, ana akım medya, sosyal medya, yapay zeka, tekelleşmiş müzik endüstrisi, özgürlük forumları, akademik burslar (endoktrinasyon için), kırmızı halılar, geleneksel adetler, klasisizm ve postmodernist-woke ideolojilerden yakıtını alan, Egemen'in tekelinde olan ve hegemonyanın siyasi, ekonomik, kültürel emperyalizmini sürdürmek için zorunlu olarak sahteleşen anlatılar yeni bir güç doğurdu: Yumuşak güç.
Bu 'yumuşak güç' formülü, 1980'lerin ortalarında Harvard Üniversitesi'nden Amerikalı siyaset bilimci Joseph Nye tarafından ortaya atıldı; ancak ilk kez 1990 yılında yaygın olarak kullanılmaya başlandı.
Her devletin, tıpkı bir örgüt gibi, diplomatik zekasını geliştirmek ve küresel toplumun gözünde olumlu bir imaj yaratmak için sürekli çaba sarf edeceği yadsınamaz bir gerçektir. Bu amaca ulaşmak için devletler genellikle özel basın ve halkla ilişkiler birimleri kurarlar.
Bununla birlikte, Küresel Çoğunluk içinde, dünya çapında kayda değer bir başarı elde etmiş olan Amerikan modelinin cazibesine kapılan ve kendi uluslarının kendi ''yumuşak güç'' biçimlerini geliştirmeleri arzusunu dile getirenler oldu.
Bunlar ''yumuşak güçlerini'' yaratmak istediler ve bunun tarafsız, genel bir kavram olduğuna inandılar. Güya ''yumuşak güç'' bir ülkenin olumlu imajını pekiştiren halkla ilişkiler ve tanıtım kampanyalarıydı. Ama öyle mi? Neden sönen bir imparatorluktan doğan bir formülü taklit etmeye çalışalım ki? Bu kavramın özünde Amerikan istisnacılığı ve neoliberal prensipler yok mu?
Yumuşak güç kavramı, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonraki ilk yıllarda Rusya'yı büyülemeyi başarmış olsa da (belki de yanlışlıkla bir ülkenin kültürel çekiciliği ve olumlu imajıyla ilişkilendirilmişti), kısa süre sonra cazibesini yitirdi.
2019 yılında Profesör Sergei A. Karaganov “yumuşak güç kavramının entelektüel bir yanılsama olarak kabul edilmesi gerektiğini çünkü artık uluslararası ilişkilerin yeni gerçekliğine ‘yeterli’ olmadığını” ''Rusya'nın Dünya Çoğunluğuna Yönelik Politikası'' başlıklı 2023 raporunda yazdı:
''Rusya, ABD'nin yaklaşımını ve çıkarlarını yansıtan Batılı siyasi söylemden devşirilmiş 'yumuşak güç' formülünü kullanmayı bırakmalıdır.''
1990 tarihli ''Bound to Lead'' kitabında Joseph Nye, bu terimi popüler hale getirdi. Amerikan Gücünün Değişen Doğası adlı kitabında da terimi şöyle tanımladı:
''Bir ülke diğer ülkelerin kendi istediklerini yapmalarını sağlarken emreden veyahut komuta eden sert bir gücün aksine işbirliğine dayalı ve kooperatif bir güç tercih ettiğinde buna 'yumuşak güç' deriz.''
Bir not düşmek gerekirse, kooperatif kelimesinin kökenindeki ''co-op'', Cambridge sözlüğünde, ‘bir kimseyi, genellikle kendi iradesi dışında bir şeye dahil etmek’; ‘bir şeyi aslında başkaları tarafından yaratılmışken kendininmiş gibi iddia etmek’ olarak tanımlanıyor.
2004 tarihli ''Soft Power: The Means to Success in World Politics'' kitabında Joseph Nye, yumuşak güç kavramının tanımını şöyle geliştiriyor:
''Baştan çıkarmak, zor kullanarak baskılamaktan daha tesirlidir. Baştan çıkarıcı şeylere örnek vermek gerekirse, demokrasi, insan hakları, bireysel fırsatlar gibi birçok değer...''
Yine 2004'te ''Yumuşak Gücün Faydaları'' başlıklı metninde Nye yumuşak gücü tarif ediyor:
''İstenilen sonuçlara ulaşmak için başkalarının eylemlerini etkileme kapasitesi, etkinin incelikli bir biçimidir. Genellikle yumuşak güç olarak adlandırılan bu kavram, güç yoluyla değil, başkalarının arzularını kendi hedefleriyle uyumlu hale getirerek ikna sanatı yoluyla işler.
Temelde bireylerin eğilimlerini şekillendirmek, ortak bir amaç duygusunu teşvik etmekle ilgilidir. Yumuşak gücü oluşturan kaynaklar cazibe yaratan kaynaklardır ve bu cazibe sıklıkla itaatle sonuçlanır.
Ağırlıklı olarak askeri güç veya ekonomik üstünlükle ilgilenen geleneksel güç dinamikleri alanının aksine, bilgi odaklı çağımızın siyaseti, anlatıların üstünlüğüne ve inşa ettiğimiz hikayelerin baştan çıkarıcı doğasına bağlı olabilir.''
Yani her şey nihayetinde anlatıya bağlıdır ve anlatı ''Yalanlar İmparatorluğu” tarafından sahiplenilmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri, soykırımcı başlangıcından bu yana kendisini her zaman, kutsal mekanlarına giren herkese özgürlük ve demokrasi bahşeden saf ve erdemli bir varlık olarak sundu. Yüzyıllar boyunca, kendi inşa ettiği anlatılarda kendisini kutladı durdu, kendisinin sahiplendiği anlatılarda da kendisini dünya şampiyonu seçti.
Yıllar boyunca bu anlatılar satıldı:
“Amerikan Rüyası”, ‘demokrasi’, ‘özgürlük’, ‘insan hakları’, ‘Batı değerleri’, ‘kurallara dayalı düzen’, ‘hayırseverlik’, ‘bireysel fırsatlar’, ‘paçavradan zenginliğe’, ‘flaş yıldızlık’...
Böylesi bir zihniyetten ve Amerikan ekonomik sistemi olan finansal kapitalizmden ‘yumuşak güç’ gibi bir kavramın doğması sürpriz değil.
Amerikan markası “yumuşak güç” erdemli dış cephesini kullanarak, Amerikan dış politikasının taçlandırıcı zaferi haline geldi.
Yumuşak güç, rızaya ve itaate dayalı bir hile, egemenin avını baştan çıkarmak ve kandırmak için kurnaz bir pazarlama hilesi. Yumuşak güç, hakikaten egemenin en sinsi ve kötü niyetli silahıdır çünkü her yerde zihinlere sirayet etmektedir.
Bu anlatılar yeni sömürgecilik, politik doğruculuk, woke-çuluk, iptal kültürü, erdem sinyalleme, tehlikeli STK'lar, renkli devrimler, rejim değişikliği, psikopatlar, ekonomik istikrarsızlıklar ve cinsiyetlerin, geleneklerin, toplumun vs. yok edilmesini üretiyor.
Yapmacık, ikiyüzlü ve tepeden bakan sunumlarıyla bu anlatılar özünde sadece insanlığı değil, hakikati de küçümsedi. Yumuşak güç, hedef aldığı avını hakikatten, anlamdan, etikten ve kutsal olan her şeyden mahrum bırakıyor.
Bugün, İmparatorluğun ve vasallarının Gazze'deki Soykırıma ve Ukrayna'daki savaşa doğrudan müdahil oldukları konusunda bizi kandırma girişimlerinin yüzsüzlüğü ve iğrençliği zirveye ulaştı.
Buna bir de gerçekleri yazan ve imparatorluğun yalancı anlatılarını ifşa eden gerçek gazetecilere ve dürüst haber platformlarına yönelik mevcut ve giderek artan saldırgan zulüm ve sindirme kampanyalarını ekleyin...
Hegemon, (ABD, Hükümdar) anlatıları sürekli çalkalayan bir yumuşak güç makinesidir adeta. Hegemon, alışkanlık haline gelmiş ya da zorlayıcı yalan söyleme eğilimi ile karakterize edilen kronik bir davranış olan ''patolojik yalan söyleme'' olarak da bilinen zihinsel bozukluğun bir numunesidir.
Patolojik yalancı olan insanlar, başkalarını kandırmak için uzunca bir süre yalanlar söyledikten sonra, kısa süre içinde kendi uydurdukları yalanlarına inanmaya başlarlar; kendi yarattıkları gerçek dışı dünyada sıkışıp debelenirken saçma sapan yalanlara, çirkin iddialara ve mantıksız davranışlara başvururlar ve tüm bunların sonunda da delirirler.
Bugün biçare Hükümdar'da gözlemlediğimiz de bu delilik değil mi?
Egemen uluslar, asırlık değerlerini, geleneklerini ve kültürel köklerini ve diğer uluslarınkini - bunları metalaştırmaya gerek duymadan - yeniden keşfediyor.
Batı'nın pek çok vatandaşı bile yalanları ve aldatmacaları fark etmeye ve başka bir şeyin özlemini çekmeye başlıyor. Özlediklerinin henüz ne olduğunu bilmeden özlemini çekiyorlar.
Neoliberalizmin saçtığı onca toz pembe sabun köpüğünden sonra, insanlar sadece sahicilik, samimiyet, güven ve saygınlık özlemi duyuyor.
Gerçeklik yalnızca iyi bir biftek yiyebileceğiniz ve keskin sonluluğunuzun farkına varabileceğiniz bir yer değil. Plasentanız haline gelen telefonunuzdan ayrılırsanız gerçeklik, yaratılışın bin bir harikası ile dolu hayatta olmanın daha fazla bilincine vardığınız da bir yerdir.
Eğer yeni bir dünya yaratmak istiyorsak bunu ancak gerçekliği kabul ederek ve hakikatin peşinden giderek yapabiliriz. Hakikatin peşinden gitmekse, nihayetinde tinsel bir gayrettir.
Çeviri: YDH