YDH - Lübnanlı araştırmacı Bilal el-Lakis, el-Ahbar gazetesinde yayımlanan makalesinde, İsrail'in Lübnan'da karşı karşıya olduğu üç ana seçeneği değerlendiriyor: yıpratma savaşı, kara savaşı ve bölgesel savaş. Lakis, makalesinde direnişin stratejik avantajlarını vurgularken, direniş cephesinin daha güçlü bir konumda olduğunu savunuyor ve Batı'nın klasik yaklaşımına karşı daha yenilikçi stratejiler öneriyor.
Düşmanımızın üç seçeneği olduğunu varsayıyoruz. Ya geriye kalanların bir kısmını kurtarmak için ABD’nin sağladığı örtü altında (bir nevi sis perdesi) geri çekilecek ya da şu seçeneklerden birini tercih edip bunun bedelini ödeyecek:
1- Gasp edilmiş Filistin topraklarının tamamında açık bir yıpratma savaşı: Bu senaryoda ne limanlar ne de enerji kaynakları etkisiz hale getirilmeyecek. Önümüzdeki günlerde, işgal altındaki Filistin'in başka bir bölgesinde bunun daha hafif bir versiyonunu göreceğiz.
Irak halkının kabiliyetleri, silahları ve kaynakları açığa çıkacak (Ayetullah Sistani'nin Lübnan'ı destekleme fetvası, IŞİD ile mücadele fetvasına benzer nitelikte olacak). Yemen, hipersonik çabalarını ikiye katlayacak. Bu savaş, direniş cephelerindeki insani maliyeti ne olursa olsun, İsrail varlığını aylarca, hatta yıllarca sığınaklarda tutacak ve tamamen felç edecektir.
2- İsrail'in Lübnan'a ve direnişe kuzeyden ya da Golan'dan iki yönden birinden saldırabileceği bir kara savaşı: Direnişin beklediği ve operasyonel planlarını buna göre şekillendirdiği bu savaş, İsrail'i ne ilerleyebileceği ne de geri dönebileceği bir çıkmaza sürükleyecektir.
Bu, en güçlü olasılık, zira İsrail, havadan ne kadar saldırırsa saldırsın, yerleşimcileri kuzeye geri gönderemeyecektir. Hava saldırıları bir hedefi tek başına çözemez ya da gerçekleştiremez; ancak yardımcı olabilir.
Arazideki varlık önemini koruyacak ve İsrail hava gücünü ne kadar aşırı kullanırsa kullansın, bölgeler arasındaki bağlantıyı koparamayacaktır. Bilakis, bölgeler arası birlik derinleşecek, yer değiştirmeler artacak ve İsrail'in kara harekâtı seçeneğini kullanmaktan başka çaresi kalmayacaktır.
Yani performansı, onu kaçınılmaz bir kara harekâtıyla karşı karşıya bırakacaktır: İsrail ordusu subaylarının ve personelinin korkusu da bundan ileri geliyor.
3- Kapsamlı bir bölgesel savaş: Bu senaryo, küresel bir savaşın yansımalarını taşıyor. Amerika doğrudan müdahil olsa bile bu savaşı bitiremeyecek ya da sonlandıramayacaktır. On yıllar sürebilecek bu savaşın ilk kazananı Rusya, ilk kaybedeni ise Avrupalı Batı olacaktır. Eğer nükleer silah kullanılırsa, düşmanların da aynı yolu izleyerek misilleme yapmaları zor olmayacaktır.
Tüm bu seçenekler İsrail açısından makul değil ve sonuçları hem ona hem de ABD'ye ve onun küresel hegemonyasına karşı dönecektir.
Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz: İsrail'in yaptığı şovlar, işlediği cinayetler, uyguladığı yıldırma ve terör politikalarına rağmen biz ondan çok daha avantajlı bir konumdayız.
Gerekli olan, bu savaşa karmaşık, çok katmanlı ve çok boyutlu bir şekilde bakmak ve onu askeri bir olaydan ziyade tarihi bir dönüm noktası olarak değerlendirmektir.
Direniş Ekseni’nin tüm yönlerini, kabiliyetlerini, ilişkilerini ve kozlarını hassas bir şekilde, soğukkanlılıkla ve uzun vadeli bir perspektifle harekete geçirmek gerekiyor.
Savaşın yönetimi, düşmanın öfkesini boşaltmayı ve iddialarını çürütmeyi, gücümüzün bazı yönlerini göstermeyi ve Irak ile Yemen'deki direniş müttefiklerinin ilk mesajlar ve uyarılar olarak dikkatle seçilmiş hayati tesisleri vurmasına izin vermeyi öngörüyor.
Irak, Suriye ve Cezayir'in Arap rollerini üstlenme girişimi ister malzeme tedariki yoluyla ister Suriye ve Lübnan üzerindeki haksız Sezar Yasası'nın kırıldığını ilan ederek, ister seçimlerden önce herhangi bir siyasi krizden çekinen ABD yönetimine karşı siyasi adımlar atma tehdidinde bulunarak, isterse de iktisadi kozları oynayarak ve Filistin dosyasının Amerikan tekelinden çıkarıldığını duyurarak olsun, önem taşıyor. Ayrıca bu ülkeler Lübnan'ı sosyal, gıda ve sağlık açısından da destekleyebilir.
Direnen halktan beklenen, sadece direnişle özdeşleşme duruşunu korumak, medya oyunlarının etkisiyle şüpheye düşmemek, haklarına ve yaklaşan zafere olan güveni derinleştirmek, iş birliği yapmak ve İsrail'in çarpıttığı insanlık onuru ve haysiyeti uğruna propagandaya karşı özgüvenle ve sabırla direnmektir.
Genel manada Lübnan halkı olarak, ülkemizin avantajlı konumunu ve liderlik etmeyi hak eden bir ülke olduğunu teyit edebiliriz.
Bunu, küçük olaylara değil, büyük resme bakarak görebiliriz. Saad Hariri ve Velid Canbolat'ta gördüğümüz gibi Müslümanların, Süleyman Franciye, Özgür Yurtsever Hareket ve diğer pek çok önde gelen Lübnanlı şahsiyette olduğu gibi Hıristiyanların el ele verdiğini görüyoruz.
Önemli olan, insan haklarına yönelik bu duygu ve aidiyet birliğini sürdürmemiz ve tehditlerden korkmamamızdır.
Herkesi geleceğe güvenle bakmaya çağırıyorum, zira direniş güçlüdür ve arkasında, ihtiyaç duyulduğunda onu terk etmeyecek cepheler vardır. Bu cepheler, bölgedeki kurtuluş güçleri, tüm küresel dengeleri değiştirebilecek jeostratejik bir gerçeklik yaratmaya hazırdır.
Bu nedenle aceleci davranmamalıyız; gelecek Lübnan'a ve sağlam duruşunu koruyan, empati gösteren ve destek verenlere aittir. Adımlarımızı dikkatle atmalıyız.
Batı sistemi pasif ve hayal gücünden yoksunken, sadece klasik bir askeri yaklaşıma sahipken, biz çok daha yenilikçi ve yaratıcı çözümlere sahibiz.
Çeviri: YDH