YDH- Gazeteciliği sivil eylemin bir aracı olarak gören The Intercept'te yayımlanan makalenin yazarı, Beyrut'ta yaşayan gazeteci yazar Seamus Malekafzali'ye göre, Güney Beyrut'un ''militanların kalesi'' olarak gösterilmesi, hareketli bir kent topluluğunun gerçekliğini çarpıtıyor ve burayı sadece askeri bir karakola indirgiyor.
Cuma günü İsrail, Beyrut'un güneyindeki el-Kaim mahallesinde Hizbullah liderlerinin bir araya geldiği bir toplantıyı, çağrı cihazları ve telsizlere gizlenmiş patlayıcıların patlatılmasının ardından hedef aldı.
İsrail ordusu operasyonu Hizbullah'ın kalesine “hassas bir saldırı” olarak tanımladı ve cesur bir askeri görev olarak çerçeveledi.
Malekafzali'ye göre, İsrail övündüğü saldırıyla, iyi korunan bir askeri yerleşkeye, kendi türünde bir Pentagon'a cesur bir operasyon imajı yarattı ancak gerçekte saldırı bir konut binasını yerle bir ederek hem Hizbullah liderlerini hem de çok sayıda masum sivili öldürdü ve kurbanlar hala enkaz altında.
Şimdilerdeyse, Batı medyası sık sık İsrail ordusunun terminolojisini tekrarlayarak bölgeden İsrail'in hedef almasına müsait bir “Hizbullah kalesi” olarak bahsediyor.
Gazeteci yazar, İsrail'in, Hizbullah'ın Gazze'ye desteğinin bedelini sivillere ödettiğini ve ardından kendisinin neden olduğu ölümler için Hizbullah'ı suçladığını öne sürdü.
Seamus Malekafzali, İsrail'in izlediği bu stratejinin adının Dahiye Doktrini olduğunu, Dahiye Doktrini'nin, İsrail'in 2006'da Hizbullah'la yaptığı savaşta bölgeyi neredeyse yok etmesinin ardından ortaya atıldığını bildiriyor.
Bu doktrin daha sonra İsrail'in gelecekteki savaşlarda uyguladığı ve bugün Gazze'nin tamamen yok edilmesinin yol haritası haline geldiği bir yöntem oldu.
Şimdi, İsrail'in Lübnan'a yönelik saldırıları hızla tırmanırken, Dahiye Doktrini tekrar devreye girdi ve bölgenin militanların “kalesi” olarak tanımlanmasıyla katliamları meşrulaştırıyor.
Beyrut'un sınırlarının hemen dışında yer alan ve yüz binlerce kişinin yaşadığı, çoğunluğu Şii Müslümanlardan oluşan bir mahalleler topluluğu olan Dahiye'nin başkentten çok daha yoğun bir nüfusa sahip olduğu, bünyesinde birkaç mülteci kampı barındırdığı biliniyor.
1980'lerde ülkenin 15 yıl süren iç savaşı sırasında bölge İsrail destekli sağcı Lübnanlı Hıristiyan paramiliter güçlerin katliamlarına maruz kaldı.
Dahiye daha sonra 2006 yılında İsrail ve Hizbullah arasındaki savaş sırasında İsrail'in yoğun bombardımanına maruz kalarak büyük bir katliam yaşadı.
Beyrut'ta yaşayan gazeteci, İsrail'in gerçekleştirdiği yıkıma karşı çıkan Hizbullah gibi grupların bölgede önemli bir desteğe sahip olduğunu belirtirken Hizbullah'ın hem askeri hem de sivil kanatları olan bir siyasi parti, devlet kurumlarıyla etkileşim içinde olan ve Lübnan'daki diğer siyasi partiler gibi seçimlere giren bir örgüt olduğunu ifade ediyor.
Seamus Malekafzali, ''Dahiye'de yürürken, özellikle de bugünlerde, şehit Hizbullah savaşçılarının fotoğraflarını ya da Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın portrelerini görmemek için kör olmak gerekir.'' diye yazıyor.
“Dahiye Doktrini” adı daha sonra verilecek olsa da, savaştan kısa bir süre sonra İsrailli askeri yetkililer Dahiye'daki yaklaşımları hakkında açıkça konuştular ve sivil ve askeri altyapı arasında hiçbir ayrım yapmama niyetini açıkça ortaya koyan bir politika ilan ettiler.
Doktrinin formüle edilmesine yardımcı olan İsrailli General Gadi Eisenkot 2008 yılında verdiği bir röportajda sivil altyapıya yönelik orantısız saldırıların istenmeyen bir sonuç değil strateji olduğunu açıkça ifade etti:
''2006'da Beyrut'un Dahiye mahallesinde yaşananlar İsrail'in ateş açtığı her köyde yaşanacak. Köye orantısız güç uygulayacağız ve orada büyük hasar ve yıkıma neden olacağız. Bizim açımızdan bunlar sivil köyler değil, askeri üsler. Bu bir öneri değil. Bu bir plan. Ve onaylandı.''
Yazar, İsrail'in, Hizbullah'la mücadelesinde ''Lübnanlıların hayatlarını kolayca harcayabileceğini'' vurgularken bu orantısız güç tercihinin Gazze Şeridi'nde daha da belirgin hale geldiğinin altını çiziyor.
Aylardır, haberler sürekli olarak Gazze Şeridi'ndeki neredeyse her yerin, ister direnişçiler için bir sığınak isterse bir komuta merkezi olsun, Hamas için bir üs görevi gördüğünü öne sürüyor.
Bu söylem camileri, hastaneleri ve okulları İsrail ordusu için meşru hedefler haline getirdi, çoğu zaman da Hamas'la bağlantıları olduğu iddia edilen yerler hakkında detaylı bir açıklama yapılmadı.
Yapılan açıklamalarda ise, bulundukları bölgenin iktidar hükümeti olan Hamas ile herhangi bir etkileşimde olduğu iddiası pekiştirildi ve Malekafzali'ye göre, Batı medyası, sürekli bu çerçevelemeyi benimsedi.
Bu da el-Şifa Hastanesi'ne yapılan saldırılar gibi eylemlerin en az inceleme ve kanıtla gerçekleşmesini kolaylaştırdı.
Benzer şekilde, Lübnan'da Dahiye Doktrini'nin yeniden ortaya çıkması da aynı mantığı uyguluyor: Hizbullah ile ilişkili herhangi bir oluşum en geniş anlamda askeri hedef olarak kabul ediliyor.
Buna karşılık Batı medyası İsrail'in eylemlerine eleştirel ve kuşkucu bir dil uygulamaktan kaçınıyor.
Hiçbir Amerikan haber kuruluşu, İsrail ordusunun karargahlarını Tel Aviv'in merkezinde konumlandırarak 'canlı kalkan' kullandığı iddialarını ciddiye almıyor.
Tel Aviv'de Yemen'e ait bir insansız hava aracının düzenlediği saldırının ardından İsrail ordusu, bölgenin kritik sivil altyapıya yakınlığına dikkat çekerek, görünüşe göre konumlarındaki ironinin farkına varmaksızın saldırının pervasızlığını kınayarak karşılık verdi.
Malekafzali bu çerçevelemenin amacını şu sözlerle ifade ediyor:
''Dahiye gibi canlı nüfus merkezleri olan, diğer pek çok yerde olduğu gibi siyasi karmaşıklıkları olan ama esas olarak günlerini geçiren milyonlarca insana ev sahipliği yapan bu yerlerin, şehirlerin, kasabaların ve mahallelerin varlığını silmek.''
Amerikan ve İsrail etki alanlarının dışında var oldukları sürece, bu insanların hayatları tek kullanımlık olarak görülüyor, Amerikalıların ve İsraillilerin asla tahammül edemeyeceği şekilde tali hasar olarak bir kenara atılıyor.
Hayatlarına sadece Batı'nın karşı çıktığı gruplara karşı bir sopa olarak kullanılabilecekleri zaman önem veriliyor ve bunu reddettiklerinde de aynı hızla unutuluyorlar.
Gazeteci yazar makalesini şu sözlerle sonlandırıyor:
''Tüm halkıyla birlikte Dahiye, insanlığını dünyaya kanıtlamak zorunda değil. Onların yaşamaya devam etmesi en doğal haklarıdır.''