İsrail çöküş sürecinde

01 Ekim 2024

"İsrail, uluslararası arenada parya bir devlet konumuna geldi."

YDH - Lübnanlı yazar Mişel Nufal'ın el-Ahbar gazetesinde yer bulan makalesine göre İsrail’in Filistin topraklarındaki yerleşimci-sömürgeci düzeni, ABD’nin desteğiyle kısa vadeli askeri zaferler elde etse de uzun vadede şiddet ve baskıya dayanan bu politikalar, ülkenin gerileme sürecini hızlandırıyor. Artan ırkçı ve dinci aşırılık, İsrail’in hem içeride hem de dışarıda destek kaybetmesine yol açarak bir çöküşe zemin hazırlıyor.

Sömürgeci devletlerin sınırlı ömürleri olur ve yerleşimci-sömürgeci devlet İsrail de bu kaidenin bir istisnası değildir. İsrail, Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’daki soykırım niteliğindeki savaşlarda üstün olduğunu iddia edebilir; ancak ABD’nin sağladığı koruma, sonuçta tamamen Yahudi bir devlet ya da Filistin halkının temel haklarının yok sayıldığı bir teokrasi inşa etme çabasını sınırlamaktadır. Dinci Siyonizm, Gazze’yi yok ederek 'yaşanamaz' hale getirme hedefine ulaşmanın an meselesi olduğunu düşünmekte. Ancak bu yolda ilerlerken, 'Batılı ve liberal' İsrail’in ölümünü ilan etme riskini alıyor ve baskı ile terörün ırkçı yüzünü açığa çıkarıyor. Bu da genç kuşak Amerikan Yahudilerinin sempatisini kaybetmesine neden olabilir.

Nitekim Amerika’daki toplumsal değişimlerin, Ukrayna meselesinden uzaklaşan nesillerde olduğu gibi, İsrail’e mesafeli yeni kuşakların iktidara gelişine şahit olması bekleniyor. Sonunda, İsrail’in ABD’deki halk desteği, İsrail’in tarihi Filistin’i kontrolünü Tanrı’nın Krallığı'nın habercisi olarak gören ve Arapların köleleştirilmesini, beyaz üstünlüğünü pekiştirdiği sürece kabul edilebilir bulan Evanjelik faşistlerle sınırlı kalacaktır.

İsrail’in kültürel, sanatsal ve medya hayatı çökmeye mahkûm görünüyor. Zira devlet, kamusal söylemi ele geçiren dini fanatikler ve aşırılık yanlısı Yahudilerle içi boş bir varlık haline geliyor. İsrail’in ırksal ve dinsel kibri, onun belirleyici özelliği olacaktır. Bu da ABD ve Avrupa’daki en gerici beyaz üstünlükçü grupların neden İsrail’e bu denli güçlü bir destek verdiğini açıklıyor.

İsrail’in bu gerileme süreci, toplumunu hayal kırıklığına ve atalete sürükleyecek, artık Mahmud Abbas ve Filistin Yönetimi bürokrasisi gibi yerli işbirlikçileri de sömürgeci devletin çıkarlarına hizmet ettirmek kolay olmayacaktır. Bu yüzden, İsrail’in Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’da gördüğümüz gibi şiddeti ve terörü aşırı boyutlara tırmandırmaktan başka çaresi kalmıyor. Fakat bu da İsrail’in geri çekilme sürecini hızlandıracaktır.

Fransa’nın Cezayir Savaşı, Arjantin’deki askeri diktatörlüğün yürüttüğü 'kirli savaş' ya da Kuzey İrlanda’daki İngiliz savaşı gibi örneklerde görüldüğü üzere, sınırsız şiddet kısa vadede sömürgeci için etkili olabilir, ancak uzun vadede kaçınılmaz olarak bir intihar yoluna dönüşür.

Gazze Şeridi'ndeki soykırım savaşına karşı direniş, Hamas ve diğer Filistinli direniş örgütlerinin savaşçılarını, Arap ve Müslüman dünyası ile küresel Güney’de kahramanlar haline getirdi. İsrail, devasa askeri gücü ve istihbarat teknolojisiyle Filistin ve Lübnan direniş liderlerini avlayıp öldürebilir. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah gibi Lübnanlı liderlere geçmişte suikast girişimlerinde bulunmayı başarmış olsa da bu saldırılar direnişin ruhunu ve etkinliğini yok edemedi, Filistin ile Lübnan arasındaki kader bağını zayıflatamadı. Gazze’deki abluka ve imha operasyonları, yeni bir nesil sert direniş savaşçılarının doğuşuna zemin hazırladı.

7 Ekim şokundan önce İsrail toplumu, Başbakan Benyamin Netanyahu’nun ve dindar Siyonist müttefiklerinin yargı sistemini alt üst etme çabalarına karşı derin bir siyasi kriz içerisindeydi. Bu kriz, sivil ve askeri elitlerin önemli kesimlerinin protesto gösterilerine katılmasına neden oldu ve ülke iç savaşın eşiğine geldi. Ekim ayında gerçekleşen Filistin saldırısının ardından İsrail’in güvenliği mitini sarsan bu gelişmeler, İsrail’in Filistinli Arap direnişi karşısında pasif bir birlikteliğe sürüklendiğini ortaya koydu. Fakat nefrete dayalı bu birlik, Netanyahu hükümetini, Gazze’deki İsrailli mahkumları terk ettiği için eleştiren göstericilerin öfkesini yatıştırmaya yetmedi ve nefret temelli bir politika, ülkeyi sürekli bir istikrarsızlığa sürüklemeye devam ediyor.

Bugün, en iyi eğitimli İsraillilerin önemli bir kısmı Kanada, Avustralya ve İngiltere gibi ülkelere, yaklaşık bir milyonu da ABD'ye göç etmiş durumda. Almanya, bu yüzyılın ilk yirmi yılında yaklaşık 20 bin genç İsrailliyi kabul eden ilk ülke oldu. 7 Ekim'den bu yana yarım milyondan fazla İsrailli göç etti. İsrailli ve Filistinli insan hakları savunucuları, entelektüeller ve gazeteciler ise hükümetin yürüttüğü karalama kampanyalarının hedefi haline gelmiş durumda. Tamamı devlet gözetiminde tutuluyor ve keyfi tutuklamalara maruz kalıyorlar. İsrail eğitim sistemi adeta ordu için bir beyin yıkama makinesi işlevi görüyor.

İsrail, uluslararası arenada parya bir devlet konumuna geldi. Bu durum, Netanyahu'nun tehdit ve yalanlarla dolu konuşmasının BM Genel Kurulu'ndaki delegeler tarafından boykot edilmesinde ve 12 Aralık'taki BM toplantısında 153 ülkenin Gazze’de ateşkesi destekleyen karara verdiği oyda açıkça görüldü. Sadece Amerika ve İsrail bu karara karşı oy kullanırken, 23 ülke çekimser kaldı. Gazze’deki yıkıcı politikalara ek olarak Lübnan’da yürütülen imha harekâtı, İsrail’in uzlaşmaya yanaşmayacağını ve terör, fetih ve işgalin Siyonist devletin temel politikaları olduğunu ortaya koyuyor.

Çeviri: YDH