YDH - Birleşik Krallık ve NATO KBRN (Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer) kuvvetlerinin eski komutanı Albay Hamish de Bretton-Gordon, inews.co.uk'ta yer bulan makalesinde İran'ın Siyonist rejimin askeri hedeflerine yönelik son operasyonunu analiz ediyor. İsrail’in İran’a yönelik olası saldırılarının, "nükleer silah tehdidini bertaraf etmek için en etkili strateji" olduğunu savunan Bretton-Gordon, ABD'nin ise İsrail’i "engellemeye çalışmak" yerine, iki tarafı müzakere masasına oturtmaya çalışması gerektiğini öne sürüyor.
İran'ın nükleer silah programına yönelik ciddi endişeler söz konusu. ABD Başkanı Joe Biden bile, bu hafta İran'ın İsrail askeri bölgelerine yaklaşık 200 balistik füze fırlatmasının ardından, İsrail'e İran'a saldırmamaları yönünde çağrıda bulundu. Bu, görev süresi sona ermekte olan bir ABD Başkanı için alışılmadık bir tutum olarak değerlendiriliyor.
İran, Orta Doğu'daki pek çok sorunun merkezinde yer alıyor. Bölgedeki örgütler, on yıllardır Irak, Suriye ve Lübnan'ı istikrarsızlaştırmanın yanı sıra İsrail devletiyle de sürekli bir çatışma halinde. Fakat, Hizbullah son yıllarda İsrail'in istihbarat ve askeri güçleri tarafından büyük ölçüde zayıflatılmış durumda. Bu nedenle İran’ın ileri savunma ve saldırı stratejisi giderek daha kırılgan bir hal alıyor. Geçtiğimiz dönemde Tahran, İsrail’e karşı 500'den fazla füze ve insansız hava aracı fırlattı, ancak bu saldırıların İsrail üzerinde neredeyse hiç etkisi olmadı. İran'ın gerginliği artırmak için elinde kalan tek seçenek, büyük çaplı bir kitle imha silahı (KİS) olabilir.
Pek çok kişi, İran’ın İsrail ya da müttefiklerine karşı kullanabileceği bir nükleer silaha sahip olduğunu varsayıyor. Ancak, İran'ın şu an için böyle bir silahı yok. Bu hafta sergilenen füze teknolojisine bakılırsa, böyle bir silaha sahip olsalar bile hedefe ulaşma olasılığı son derece düşük. Muhtemelen füzeler, atmosfere girmeden havada patlayacak ve radyoaktif serpinti İran’ın müttefikleri olan Irak ve Suriye üzerine düşecektir. Gerçek bir nükleer silah yapmak için uranyumu yüzde 95 oranında zenginleştirmek gerekiyor. İran’ın nükleer tesislerinde kullanılan uranyum ise yalnızca yüzde 20 civarında zenginleştirilmiş durumda. Yüzde 20 oranındaki uranyumu yüzde 95’e zenginleştirmek, yüzlerce santrifüj kullanmayı gerektiren, oldukça karmaşık bir süreçtir. Uzmanlar, İran’ın yıllardır çalışmasına rağmen en iyi ihtimalle yüzde 80 oranına ulaşabildiğini, ancak bu oranın halen işlevsel bir nükleer silah üretmek için yetersiz olduğunu belirtiyorlar.
Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, "şer ekseninin" üçüncü ayağı olan Kuzey Kore'nin, İran’dan nükleer silah konusunda daha ileride olduğu düşünülse de füze teknolojisi halen istenen seviyeye ulaşmış değil. Her iki ülkenin de nükleer teknoloji karşılığında Moskova’ya konvansiyonel silah satışı yaptıkları biliniyor. Fakat, Vladimir Putin’in Ayetullah ya da Kim Jong-un’a nükleer kapasitenin en kritik bilgisini vermeyeceği, çünkü bu bilginin sonunda kendisine karşı kullanılabileceğinin farkında olduğu tahmin ediliyor.
Eğer İran’ın nükleer araştırma ve geliştirme tesislerine müdahale edilmesi gerekiyorsa, bunun zamanı tam şu an olabilir. İran’ın şu anda bu tesisleri İsrail’le çatışmayı tırmandırmak için kullanamayacağı bir dönemdeyiz. Bu aşamada yaşanacak herhangi bir radyoaktif kirlilik sınırlı olacak ve İran’ın petrol altyapısına yapılacak bir saldırının Körfez’i yıllarca kirletmesinden çok daha az zararlı olacaktır.
İran'ın nükleer silah geliştirme çabalarının yanı sıra, kitle imha silahı (KİS) benzeri başka kimyasal silahlar geliştirmiş olması da mümkün. İran’ın kimyasal silah kullanma geçmişi, özellikle 1980’lerdeki İran-Irak Savaşı'nda net bir şekilde görülmüştü. Bu dönemde Bağdat’la yaptığı kimyasal silah alışverişi sonucunda binlerce ton kimyasal silah kullanıldı ve binlerce insan bu korkunç silahlar nedeniyle hayatını kaybetti. Günümüzde ise, belki de İran, Ukrayna’da Rusya’nın kimyasal silahları ne kadar etkili bir şekilde kullandığını gözlemlemiş olabilir. Ancak, bu tür silahların hedefe ulaştırılması hala büyük bir sorun olmaya devam ediyor. Yine de kişisel deneyimlerime dayanarak, kimyasal silahların psikolojik etkisinin fiziksel etkisinden 10 kat daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Ayetullah, bu oranların riskini göze alarak böyle bir silah kullanımını düşünebilir.
Özetle, İran’ın nükleer silahı şu anda bir “kimera”, yani hayali bir tehdit. Bu silah henüz mevcut değil ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) yasama ve denetim mekanizmalarıyla bu gelişimi durdurmada etkisiz kaldığı düşünüldüğünde, İsrail’in, İran’ın nükleer laboratuvarlarına dönük olası saldırıları, gelecekte bir nükleer değiş tokuşu önlemek için en etkili yöntem olabilir.
Bugün gelinen noktada, İsrail’in nükleer bombası var; İran’ın ise henüz yok. Bu nedenle İsrail, İran’ı stratejik anlamda “şah-mat” etmiş durumda. Tam da bu aşamada, ABD'nin zaman kaybetmek yerine cesur adımlar atmasının vakti geldi. Ayetullah’ın köşeye sıkıştığı bu dönemde, belki de ABD’nin stratejik hamlesi, bir yandan İsrail’e yardım ederken diğer yandan onu engellemeye çalışmak yerine, Tahran ile Tel Aviv’i müzakere masasına oturtmak olmalı.
Orta Doğu'da nükleer sabotajlar devam ederken, Batı’nın dikkati neredeyse tamamen bu bölgeye yönelmiş durumda. Ancak bu süreçten memnuniyet duyan bir diğer önemli güç olan "şer ekseninin" ikinci ayağı Moskova'yı gözden kaçırmamamız gerekiyor. Ukrayna’da acil olarak ihtiyaç duyulan askeri kaynakların güney ve doğuya kaydırılması gibi felaket senaryolarından kaçınmalıyız.
Unutulmamalı ki, cesur eylemler savaşları kazandırır; suskunluk ise çoğu zaman kaybettirir.
Çeviri: YDH