YDH - Direnişin askeri birimleri ve karar mekanizmaları, düşman saldırılarının yol açtığı zararları onarmak ve etkinliğini artırmak için yeniden organize ediliyor. Bu süreç gizlilik içinde yürütülüyor ve dışarıya bilgi sızdırılmaması büyük önem taşıyor. El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, direnişin yeniden yapılanma sürecini, liderlik değişikliklerine adaptasyonunu ve düşmana karşı uzun soluklu bir mücadeleye nasıl hazırlandığını anlatıyor.
Bir yıl önce, direniş ve ahalisi, tarihlerinin en tehlikeli meydan okumasını kabul etti. Yaklaşık iki hafta önce ise, direniş ve ahalisi son derece acımasız bir savaşa göğüs germeye başladı.
Bunu, İsrail’in daha önceki savaşlarında şahit olduğumuz vahşetleriyle karşılaştırmaya gerek yok. Sivil kayıplar ve hayatın akışına gelen büyük darbeler açısından kıyaslama yapmak uygun olmaz, zira bugün karşı karşıya olduğumuz zorluklar çok daha büyük ve küçümsenmesi mantıklı değil.
Fakat, şu an yaşanan bu savaşın asıl kökenine baktığımızda, savaşın merkezinde bulunanların düşmanın hedeflerini anlaması ve bu hedeflere ulaşmasını engelleme yollarını araması gerektiği aşikâr.
Bugün, direniş ve ahalisi, destekçileri ve müttefikleri, hatta muhalifleri ve düşmanları bile direnişin ne yapabileceğini dikkatle izliyor. Olayların nasıl geliştiğine, verilen zararın boyutlarına ve gelecekte neler olabileceğine dair pek çok soru soruluyor.
Lübnan’daki direniş, son haftalarda zorlu bir dönemden geçti. En ağır darbe, uluslararası lider şehit Hasan Nasrullah’a dönük suikast oldu. Bunun yanında pek çok lider ve önde gelen kadro şehit düştü ve bu saldırıları takip eden diğer ağır darbeler, büyük zararlara yol açtı.
Savaş devam ediyor ve düşman, Filistin'de katliamlar işlerken karşısında ona bağıracak kimseyi bulamayınca, artık hiçbir sesin onu durduramayacağını deneyimlemiş durumda.
Lübnan'a karşı yürüttüğü savaşa dünya genelinde çok az kişi itiraz ediyor. Bu durum, dünyanın bizi bu canavardan kurtaracağını beklemenin hayal olduğunu anlamamız için kâfi.
Üstelik bu dünya, suç ortağı olduğunda, düşman feryat etmedikçe telefonlar çalmıyor.
Bu bizi, direnişin ve partisi ile savaşçılarının durumunu sorgulamaya yöneltiyor. Şu ana kadar yaşananlardan sonra, şu noktaları belirtmek faydalı olacaktır:
Birincisi, direnişin merkezî liderliği düzeyinde aldığı darbe son derece ağır, büyük ve geniş çaplı oldu.
Her şeyi doğrudan etkiledi. Ancak hayatın kuralları gereği bazı dinamikler vardır ki, bunlar direnişin yapısıyla, ona Lübnan'da ve dışında destek verenlerle alakalıdır. Bu dinamikler, ateş altında bile olunsa, işlerin yeniden düzenlenmesi yönünde büyük bir süreci tetikledi.
İkincisi, direnişin öncelikleri, halkın varsaydığı şekilde olmayacak. Düşmanın suikastlar ve sistematik yıkım politikasıyla dayatmaya çalıştığı kurallara göre de belirlenmeyecek.
Öncelikler, düşmanın başarısının temelinde yatan hatalardan hareketle şekillenecek. İsrail'in istihbarat başarısında insan unsurları kayda değer rol oynamış olsa da ileri düzeyde teknik unsurlar da söz konusuydu.
Keşfedilen bazı şeyler bilim kurgu filmlerini andırıyor. Bu yüzden direnişin liderliği, düşmanın sürprizlerinin henüz bitmediği ve düşmanın direnişin liderlik yapısına dair elde ettiği bilgiler ışığında, yeni darbelerin gelmesi ihtimaline karşı hazırlıklı olması gerektiği düşüncesiyle hareket ediyor.
Bu da çalışma yöntemlerinin tamamen değiştirilmesini gerektiriyor. Bu süreç ise büyük çaba, zaman ve sabır istiyor. En önemlisi de mutlak bir sükûnet gerektiriyor.
Üçüncüsü, düşman şimdiye kadar yaptıklarıyla yalnızca halk arasında değil, direnişin yapısında ve liderliğinde de bir kaygı ve şüphe ortamı yaratmayı hedefliyor.
Düşman, kuşku altında çalışmanın daha fazla hata üreteceğini ve ona başka darbeler indirme fırsatı vereceğini düşünüyor. Bu nedenle, direnişin, bu süreç ne kadar zaman alırsa alsın, büyük bir dikkat ve temkinle hareket etmesi gerekiyor.
Bu süreç daha uzun zaman ve daha fazla enerji gerektirebilir ama bir kez başlamış bulunuyor ve şu ana kadar, hiyerarşi, karar alma mekanizmaları, emir-komuta zinciri ve yürütme düzenlemeleri, direnişin askeri birimlerinin –hem sahada olanların hem de görev yerlerine katılmayı bekleyenlerin– en verimli şekilde çalışmasını sağlayacak şekilde yeniden organize ediliyor.
Dördüncüsü, uzun yıllardır, özellikle 2000 yılında kazanılan zaferden sonra, direniş mensupları ve halkı, şehit liderin üstlendiği merkezi role alıştı.
Bu alışkanlık, kolektif kimlik üzerinde derin bir etki bıraktı. İnsanlar onun konuşmalarına, ses tonuna, açıklama biçimine ve motivasyon ve ikna kabiliyetine alışmıştı.
Bu, onu hem partinin hem de direnişin merkez siniri haline getirdi. Son yirmi yıl içinde Lübnan, Suriye, Irak ve İran’da pek çok liderin şehadetinden sonra, onun rolü daha da büyüdü ve bu isimlerin görevlerini başkalarına dağıtmak zorunda kaldı.
Ancak yine de her dosyada kendisinin bir payı vardı ve bu durum, partinin liderlik yapısı ve karar alma süreçlerine doğrudan yansıdı. Son on yıl içinde, düşman, şehit liderin suikastının sadece Hizbullah’a değil, tüm bir eksene ciddi bir darbe olacağını düşünerek bu merkezi role büyük bir bahis oynadı.
Dolayısıyla, hepimiz bu yeni duruma ayak uydurmak zorundayız. Görevi devralan şahsiyetlere, geçmişte olduğu gibi aynı yükleri yüklememeliyiz.
Hiçbirinden, hatta Allah'tan bile, şehit liderin tıpatıp aynısını beklememeliyiz. Onun bize öğrettiği ebedi derslerden biri, tehditleri fırsata çevirmektir.
Bugün, direnişin önünde işlerini yeniden organize etme fırsatı var. Bu, zihniyetinde, yönetiminde, programlarında ve çalışma araçlarında pek çok açıdan nitelikli bir yenilenmenin kapılarını açabilir.
Beşincisi, askeri birliklerle ilgili düzenlemelerin yeni yapıyı organize etme konusunda önemli bir aşama kaydettiği açık. Düşmanın saldırıları sonucu zarar gören kapasitelerin onarımı da kimsenin kapsamını, niteliğini veya sonuçlarını tam olarak kestiremeyeceği bir program dâhilinde ilerliyor.
Bunun dışına çıkan bir bilginin alakasız biri tarafından öğrenilmesi felaket olur. Direnişi bu aşamada en çok destekleyen şey, dostların ve destekçilerin her şeyi bildiklerini iddia etmeyi bırakmaları değil, bilakis gereksiz spekülasyonlardan kaçınmaları ve sakin kalmalarıdır.
Ayrıca, net ve sağlam hakikatlere dayanmayan hikâyeler oluşturmayı durdurmak da son derece önemli; bu, biraz tevazu ve ince düşünce gerektirir.
Altıncısı, şehit liderin düşmana “Aramızda günler, geceler ve sahalar var,” dediğinde, sırrın sahada olduğunu çok iyi biliyordu.
Saha, direnişi tanımayanlar için, belli bir bölgeyle, yöntemle ya da mekanizmalarla sınırlı değildir; saha çok geniş ve kapsamlıdır.
Direniş, siyasi, insani, ahlaki ya da dünya düzeniyle ilgili karmaşık ilişkileri göz önünde bulundurarak çalışmalarını belirli alanlarla sınırlama sözü vermişti.
Fakat direnişe, halkına ve destekçilerine karşı her şeyin hedef alındığı topyekûn bir savaş kararı, daha farklı bir tartışmanın kapısını açtı.
Bu da direnişin mensuplarını, düşman ve onun destekçileri ile casuslarıyla uzun soluklu çatışmalara hazırlıklı olmaya zorluyor.
Elde edilebilecek sonuçlar, direnişin elleri ve akıllarının neyi başarabileceğine bağlı kalacaktır. Düşmanın, Gazze’de direnişi tamamen yok etmek istediği aşikâr; zira düşman, beyaz bayrak çeken yenilmiş bir taraf görmek istiyor ama bunu elde edemedi.
Bizimle ilgili olarak da aynı şeyi istiyorlar. Fakat düşman ve destekçileri, Filistinlilerin yedi kuşaktır verdiği dersi bir kez daha bellemek zorunda kalacaklar. Yetmiş yıldan fazla bir süredir bu ders veriliyor.
Lübnan'ın, adamdan sayılmayacakların ya da Batı'nın kukla devletçiklerinin etkisi altında bir yer olabileceğini düşünenler de önümüzdeki günlerin getireceklerini beklemeli.
1982'de olanları hatırlamak istemeyen ve zaferini düşmanın üzerine inşa edenler –ki o zaman sadece işgal ordusu değil, dünyanın tüm orduları Beyrut'a gelmişti– direniş halkının bugüne kadar liderlerini ve şehitlerini kaybetmesine rağmen sergilediği disiplinin değerini anlamalıdırlar.
Bu durumu bireysel bir davranış değil, örgütsel bir fenomenden çok daha derin bir olgu olarak okumak en doğrusudur.
Aklı olan herkes, direnişi başka yöne yönlendirmeye çalışmanın kimseye fayda sağlamayacağını anlamalıdır. Zira bu ülke bizimdir ve burada işgalcilere ya da hainlere yer yoktur.
Çeviri: Emre Köse