YDH - Lübnanlı aktivist Farah Kasım, el-Ahbar gazetesinde yer bulan köşe yazısında, Hizbullah’ın bölgesel güç dengesindeki kritik rolünü ve İsrail ile mücadelede nasıl stratejik bir dönüşüm yapabileceğini ele alıyor. Kasım, bugünkü düşmanla mücadelenin, bölgenin yeniden şekillendirilmesine karşı verildiğini ve Hizbullah’ın kaynakları etkili kullanma kabiliyeti ve halk arasındaki meşruiyeti sayesinde bu süreçte kilit bir rol oynadığını vurguluyor. Ayrıca, çatışmaların mezhepsel ve kimlik temelli sınırların ötesine geçmesi gerektiğini belirterek, Filistin'de demokratik bir sivil devlet kurulması ve Lübnan, Suriye ve Irak’ta toplumsal barışın sağlanması hedefinin önemine dikkat çekiyor. Bu proje, Siyonist projenin tam zıddı olarak, bölgedeki kimlik çatışmalarını aşmayı ve geniş kapsamlı bir siyasi çözüm getirmeyi amaçlıyor.
Siyonist proje, kuruluşundan bu yana, özellikle büyük devletler olmak üzere, genel olarak toplumlarla güç ilişkileri ağları şeklinde etkileşime giriyor. Bu toplumların içindeki ayrışmaları fırsatçı bir şekilde kendi çıkarlarına kullanarak onların desteğini kazanmaya çalışıyor. Diğer yandan, sömürgeci bir mantıkla, çevresindeki toplumları mezhepler veya gruplar olarak görüyor ve özellikle modern ulus devletlerin iç meşruiyetini yıkmaya, bu sistemleri ya dizginlemeye ya da parçalamaya gayret ediyor. Bu süreç, bölgesel coğrafyanın jeopolitik olarak sürekli yeniden şekillendirilmesi çerçevesinde yürütülüyor. Bu yüzden, üstün gücün sergilenmesi ve dolayısıyla saldırganlık, Siyonist projenin temel araçları arasında yer alıyor. Büyük güçleri kışkırtarak ve çevresindeki ülkeleri istikrarsızlaştırarak, bu ülkelerin liderlerini kendi çıkarlarına boyun eğmeye ve kendi yolunu kabul etmeye zorluyor. Siyonist proje, kendisi için belirlenen rolü kabul etmeyen şahsiyetleri suikastlarla ortadan kaldırmaktan da çekinmiyor. Filistin'deki suikastlar başta olmak üzere, Lübnan, İran ve diğer ülkelerdeki suikastlar, bu aracın bir yansıması olarak ortaya çıkıyor ve Siyonist projeye karşı direnen her bir hareketi bastırmayı hedefliyor.
7 Ekim operasyonu, Siyonizm'i küresel bir siyasi proje olarak sarsan bir darbe oldu. Bu operasyonun başarısı, liderleri tarafından dünya Yahudileri için nihai bir kale, Batı demokrasisinin bir örneği ve kalelerinden biri olarak lanse edilen İsrail devletinin, artık pek çok dünya vatandaşı tarafından bir ırkçılık modeli, Yahudiler için dahi bir tehdit ve Batı ülkeleri için bir Amerikan yükü olarak görülmeye başlamasıyla ortaya çıktı. Batılı rejimlerin demokrasi ve eşitlik iddiaları ile Filistin'deki ırkçı gerçeklik arasındaki çelişki, İsrail'deki kimlik temelli ayrışmaları daha da körüklüyor. İsrail'deki bu aşırı pratikler, vatandaşlar arasındaki kimlik farklılıklarını derinleştiriyor. Bu nedenle, Netanyahu ve hükümeti, sadece yargıdan kaçmak için değil, aynı zamanda savaşın sürmesini dayatmak için katliamlara ve suikastlara hız veriyor. Böylece savaşın sesi her şeyin üstüne çıkarılıyor ve İsrail toplumundaki iç çelişkilerin —Yahudiler arasındaki ve Yahudiler ile Araplar arasındaki bölünmelerin— gün yüzüne çıkması engellenmeye çalışılıyor. Yani işler sükunete ermesin ki, Siyonist projenin İsrail'de ve dünya genelinde meşruiyetinin ne kadar derinden zedelendiği ortaya çıkmasın.
Düşman İsrail, Golan Tepeleri'ndeki Mecdel Şems katliamını tertip etti ya da bir hava savunma füzesi hatasını kullanarak, Filistin, Lübnan ve Suriye'de mezhep çatışmalarını körükleyecek bir fırsat elde etmeye çalıştı. Tıpkı Lübnan İç Savaşı'nda ve savaş öncesi dönemde yaptığı gibi, bu kez de Dürzîleri hedef aldı. Katliamdan sonra, Filistin ve Golan'daki Dürzî cemaatini bölmeye çalışarak, onları savunduğunu iddia etti ve kendi saflarına katılmaları için çaba gösterdi. Oysa bu adımların, Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel yapılar üzerindeki yansımalarını çok iyi biliyorlar. Zira bu ülkelerde mezhepsel kimlikler, siyasi yaşamı belirleyen ana unsur haline geldi ve devletlerin parçalanmasında en önemli etken oldu.
Faakat aynı zamanda, çatışmayı olağanüstü bir şekilde tırmandırarak Beyrut’ta Hizbullah’ın en önemli liderlerinden birini suikastla hedef aldı ve birkaç saat içinde Tahran’da Hamas’ın siyasi büro başkanını öldürdü. Bu saldırıların zamanlaması, biçimi ve bilhassa ikinci saldırının gerçekleştiği yer, İsrail’in bölgesel çatışmayı en üst seviyeye taşıdığını ve geniş çaplı bir savaşa doğru adım adım ilerlediğini gösteriyor. Artık mesele, doğrudan bölgedeki iki ana aktör olan İran ve Amerika arasında, tehdit altında ve uçurumun kenarında yapılan bir pazarlık haline gelmiş durumda. Son günlerdeki tırmanış, bize asıl başlangıcı, yani Netanyahu’nun ABD Kongresi'nde aldığı gösterişli alkışları unutturmamalı. Kongre üyeleri seçimleri ve seçim kampanyalarının finansmanı ile meşgulken, bu şov İsrail’in meşruiyetini yeniden tesis etme çabalarını pekiştirdi. Geçen günlerin olaylar zinciri de bunu teyit ediyor. Bugün Lübnan, bu bölgesel çatışmanın dışsal etkileri ve içeride Siyonist projenin herhangi bir devlet meşruiyetini yok etme girişimleri arasında sıkışmış durumda.
Bugünkü düşmanla mücadele, bölgemizi yok edecek şekilde yeniden şekillendirme teşebbüslerine karşı veriliyor. Şimdiye kadar elde edilen fedakârlıklar ve başarılar, düşmanın kendi siyasi hesaplamalarına, yani meşruiyetine darbe vuracak siyasi bir stratejiyle desteklenmeye muhtaç. Bu fırsat artık mevcut ama hem yaşanan çatışmaları hem de gelecekteki çatışmaları çerçeveleyecek bir yapıya ihtiyaç var. Bugün Hizbullah, daha önce olmadığı kadar hem sahada hem de bölgesel güç dengesinde kilit bir ağırlığa sahip. Bu, kaynakları toplama ve kullanma konusundaki kabiliyeti ile halkı nezdindeki sarsılmaz meşruiyetinden geliyor. Bu özellikleri, onu aynı eksendeki diğer bölgesel aktörlerden bile farklı kılıyor. Hizbullah’a, çatışmayı mezhep ve kimlik hapishanesinden çıkarıp, Lübnan’dan Filistin’e uzanan, Siyonist projeye karşı verilecek bölgesel bir siyasi proje ortaya koyma imkânı tanıyor.
Bu proje, Siyonist planın temelindeki ve bölgemizde yarattığı her şeyin tamamen zıddıdır. Temelinde ulusal-dini kimlik çatışmalarının aşılması ve Filistin direnişinin kurucu ilkelerine geri dönülmesi yatıyor. Yani, Filistin topraklarının tamamında demokratik ve sivil bir devlet kurulması hedefi, aynı zamanda Lübnan’da, iç savaşlar dizisinin başladığı ve mezhepçi liderlerin ve partilerin geçici barışının kurumsallaştığı bir yerde, meşru bir sivil devlet inşasıyla bağlantılıdır. Bu proje, Suriye ve Irak’a kadar uzanarak, bu ülkelerdeki toplumsal parçalanma ve kimlik çatışmalarına da çözüm sunmayı hedefliyor.
Çeviri: YDH