YDH - Amerikan ajanlarının propagandasının aksine, direniş liderliğinin kurumların mekanizmalarına saygı gösterme isteği bir çekince olarak ortaya çıktı.
El-Ahbar gazetesinde yer alan habere göre bu istek, Mişel Avn'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından, Lübnan'daki ve Lübnan dışındak taraflara şehit Seyyid Hasan Nasrullah'tan Direniş'in Lübnan'daki Batı ve Arap çıkarlarına zarar vermeyeceğine dair kişisel bir taahhüt aldığını bildirmesiyle pekişti.
İş birliği mekanizması, Direniş’in düşmanla ya da Direniş’e karşı çalışan uluslararası istihbarat şebekeleriyle iş birliği yaptığından şüphelenilen yabancıları tutuklamama ya da yargılamama taahhüdünü de içeriyordu.
Yıllar boyunca bu taahhüt, Direniş’in şüphelileri resmi güvenlik birimlerine teslim etmesi şeklinde uygulandı. Bu, birkaç gün önce Hizbullah’ın güvenlik komitesinin Dahiye'de gazeteci olarak seyahat eden ABD pasaportlu bir İsrailliyi durdurmasına kadar sürdü.
Söz konusu kişi İsrail ordusunda görev yaptığını itiraf etmesine rağmen, Hizbullah, onu soruşturulması için Lübnan ordusunun istihbarat birimine teslim etti.
Fakat her zamanki gibi ABD, Lübnan'daki askerî kararları kontrol eden bir güç olarak hızlı bir şekilde devreye girdi ve Yarze’den tutukluyu teslim alarak herhangi bir tartışma olmaksızın onu Lübnan’dan sınır dışı etti.
Amerikan istihbarat kurumlarıyla güçlü bağları olan Lübnanlı bir güvenlik yetkilisi, 2019’daki mali çöküş ve devletin mali kapasitesinin düşüşünün ardından ABD’nin ordu ve güvenlik güçlerine yardımını artırma kararı aldığını söyledi.
Yetkili, “İki yıldan uzun bir süre önce, istihbarat kurumlarının liderlerinin Evkar'daki ABD Büyükelçiliği'ne davet edildiği ve burada istihbarat yetkilileriyle bir çalışma toplantısı yapıldığı bir olay yaşandı. Toplantıda, Amerikalı bir yetkili, Lübnanlı yetkililere içinde yüz binlerce dolar bulunan büyük çantalar dağıttı,” dedi.
Yetkili, yardımların eşit şekilde dağıtılmadığını, en büyük payın Lübnan ordusuna verildiğini ve paranın bir kısmının ordu komutanının ofisine gittiğini belirtti: "Bu durum, güvenlik birimleri arasında alay ve gerginliklere neden oldu.
Amerikan tarafı, ‘ordu komutanlığına mali destek sağladığını’ gizlememiş ve birden fazla savunma bakanına, bu desteğin ordu komutanlığına tahsis edildiğini ve komutanın bu parayı dilediği gibi kullanma hakkına sahip olduğunu bildirmişti.”
Düşmanla süregelen savaşın genişlemesinden önce, Lübnan'daki güvenlik yetkilileri ve Avrupa başkentlerinden gelen CIA ajanları, ABD’nin Beyrut’taki istasyonunun bilgi toplama faaliyetlerini hızlandırdığını ve Lübnan’daki resmi ve özel kurumlarda pek çok kişiyi devşirdiğini doğruladı.
Bu operasyonlar, Hizbullah’ın çevresi ve askeri yapısının yanı sıra Filistin kampları ve Hamas’a bağlı Kassam Tugayları’nın konuşlanmalarına odaklanıyordu. ABD, bu unsurların Lübnan’daki faaliyetlerini sürekli olarak takip ediyordu.
Lübnan’ın Gazze’deki direnişe verdiği desteğin ardından ABD’nin istihbarat çalışmaları daha da gelişti.
Lübnan üzerinde uzun süre uçabilen Amerikan keşif uçakları, radar sistemleri tarafından tespit edildi.
ABD, Lübnan ordusuna insansız hava araçları sağladığını ve bu araçların Hamat üssünden Amerikan askeri ekiplerince yönetilmesini dayatmıştı.
Amerikalılar, Suriye kıyılarındaki Rus güçlerinin sinyal bozucu operasyonlarının insansız hava araçlarının işleyişini etkilediğini iddia etse de bu araçlar, gerçekte Hizbullah’a yapıldığı düşünülen silah sevkiyatlarını izlemek için Suriye-Lübnan sınırında keşif uçuşları gerçekleştiriyordu.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı ise, İngilizler tarafından sınır alayları için inşa edilen gözetleme kulelerinden toplanan verilerin ABD tarafından izlendiğini biliyor.
Ayrıca, Hizbullah'tan gelen bir mektupta Amerikalıların insansız hava araçlarının, direniş kampları ve füze üretim merkezleri olduğunu iddia ettikleri bölgeleri gözlemlediğine dair detayların yer aldığı bildirildi.
Bu mektubun ardından Ordu Komutanı Josef Avn, direniş liderliğinden bu tesislerin var olmadığını kanıtlamak için denetim talep etmiş, ancak bu talep reddedilmişti.