YDH - El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, İsrail'in askeri stratejisinin zaaflarını ve direniş gruplarının dayanıklılığını ve taktik üstünlüğünü analiz ediyor. El-Emin'e göre: 1) Seyyid Hasan Nasrullah'ın yokluğunda direniş yeni bir liderlik yapısına uyum sağlıyor. 2) İsrail ordusu, yüksek teknoloji ve yoğun ateş gücüne güveniyor, ancak bu strateji sınırlı başarı sağlıyor. 3) Direniş grupları, İsrail'in zırhlı araçlarına karşı etkili taktikler kullanıyor ve önemli kayıplar verdiriyor. 4) İsrail, geçmiş savaşlardan (2006 Lübnan Savaşı ve Gazze operasyonları) ders almamış görünüyor ve benzer hataları tekrarlıyor. 5) İsrail ordusunun kayıpları hakkında sıkı bir sansür uygulanıyor, ancak yine de ciddi kayıplar olduğu anlaşılıyor. 6) Direniş grupları, İsrail'in beklemediği silah ve taktikler kullanarak avantaj sağlıyor. 7) Kara harekâtı, çatışmanın gidişatını belirleyecek kritik aşama. 8) İsrail, sivil hedeflere saldırılarına devam ederken, direniş uzun vadeli bir çatışmaya hazırlanıyor.
Düşmanın Lübnan'a karşı başlattığı topyekûn savaş, başta muazzam bir istihbari ve teknik altyapıya dayanan bir program çerçevesinde yürütüldü. Ardından, yine teknolojiden yoksun olmayan ama her şeyden önce insan gücüne ihtiyaç duyan kara harekâtı aşamasına geçildi.
Bu aşamada, işgal ordusunun gerçek kabiliyetleri ve profesyonellik düzeyi test ediliyor. Üç haftayı aşkın süredir yaşananlar, düşmanın büyük ölçüde uzun yıllar boyunca üzerinde çalıştığı güvenlik planlarına bel bağladığını gösteriyor.
Anlaşıldı ki, düşmanın istihbarat faaliyetleri hakkında bildiklerimiz çok azmış ve bu faaliyetler, yeni savaş stratejisinin temelini oluşturmuş. Buna rağmen, bu faaliyetler sayesinde Hizbullah'ı tanıyan ve ona güçlü bir darbe vurabilen düşman, şimdi daha büyük bir krizle karşı karşıya: Direnişçilerle doğrudan savaş mekanizmasına nasıl ulaşacağını bilemiyor.
Düşman, savaşa etkili istihbarat çalışmalarına dayanan sert darbelerle başladı. Yaşananlar, direniş hakkında, özellikle de çalışma yöntemleri ve liderlerinin hareketleri konusunda oldukça detaylı bilgilere sahip olduğunu gösterdi. Fakat çılgınca hava saldırıları, düşmanın bilmesi gereken her şeyi bilmediğine de işaret etti.
Buna karşılık, direniş birimleri kapsamlı ve titiz bir inceleme sürecine girişti. Bu süreç hâlâ devam ediyor ve maksadı sadece düşmanın kaynaklarını belirlemek ya da insan kaynaklı olanları teknik olanlardan ayırt etmek değil, aynı zamanda düşmanın çalışma mekanizmalarını anlayarak, istihbarata dayalı saldırı programının geri kalanını etkisiz hale getirmek.
Direniş, soruşturmalarda büyük ilerleme kaydetti ve son derece karmaşık sorulara yanıtlar bulabildi. Ancak bu sonuçları kimse bilmiyor ve yakın zamanda açıklanmasını beklemek zor olacak.
Yine de çıkarılan ilk ve en önemli ders, özellikle cihat birlikleri düzeyinde çalışma yöntemlerinin tamamen değiştiğidir. Açıkça görülüyor ki, karar alma unsurlarının yapısı ve uygulama mekanizmalarında köklü değişikliklere yol açan niteliksel bir dönüşüm yaşandı.
Bu yeniliği, Hizbullah'ın ne düşündüğüne dair bilgilerin azlığından anlayabiliriz. Bu durum yalnızca genel kamuoyu için değil, özellikle Hizbullah'ın siyasi veya askeri liderlik birimlerinde neler olup bittiği hakkında çok şey bildiğini düşünenler için de geçerli.
İnsanların Hizbullah'ın yaptıklarına dair "kapsamlı bilgi" olarak nitelendirilen şeye olan açlığının artması, direnişin dersler çıkarmada başarılı olduğu anlamına geliyor. Sürekli dedikodu yapmak bazıları için haz verici olabilir, ancak bazı hakikatler, işlerin iç yüzünü ve dış yüzünü bildiklerini iddia edenlerin ordusunu teşhir ediyor.
Halk, olup bitenleri kendine özgü üslubuyla açıklayan ümmetin şehit lideri Seyyid Hasan Nasrullah'ın konuşmalarına alışkınsa, artık bu yeni gerçekliğe uyum sağlamalıdır. Seyyid aramızdan ayrıldı ama bize ilkeler, değerler ve sabiteler merdiveni bıraktı.
Direniş yeni bir gerçeklikle karşı karşıya. İşleri uygun şekilde yöneten kolektif bir liderlik var. Kıyaslama mantığını bir kenara bırakmak ve daha da önemlisi merak alışkanlığından vazgeçmek faydalı olacaktır. Zira şu anda yaptığımız veya ifade ettiğimiz her şeyde disiplin ve sağduyu uygulamak önem taşıyor.
Direniş, eşi görülmemiş bir mücadelenin ortasında dersler çıkarma savaşı verirken, işgal ordusu katliamlardaki gösterişli tarzını değiştirmeye niyetli görünmüyor.
Özellikle hükümet ve ordudaki bazı liderleri, "başarıları heba etme" konusunda büyük beceri sahibi. "Düşmanın aklı başında olanları" ona "başarılarının" üzerine inşa etmesini ve hızla siyasi bir çözüme doğru ilerlemesini önermesine rağmen, o hızla genişletmeye çalıştığı ve bölgedeki daha fazla ülke ve halkı kapsayacak açık savaşlarda ilerlemeye ısrar ediyor.
Düşman liderlerinin sorunu, tüm bir toplumun davranışını kontrol eden "kibirden" kaynaklanıyor. Bu prensip, toplu katliamı, düşmanı teslim olmaya zorlamadan önce bilincini ele geçirmenin gerekli yolu olarak görüyor.
Dün, düşman hükümetinin başkanı, ordusunun tespit edemediği veya engelleyemediği bir İHA ile suikast girişiminden kurtulduğunda, Benyamin Netanyahu ve tüm siyasi ve güvenlik ekibinin elinde sadece kibirle davranmak vardı.
Bu, dünyadaki herhangi birinin İsrail'deki yönetimin başına zarar vermeyi düşünebileceğini garipseme fikrinden kaynaklanıyor. "Bibi" kısa bir propaganda videosunda güç gösterisi yapmaya çalışırken bile, dokunulmaz olduğu inancıyla hareket etti ve bize sadece ona ulaşmayı düşünenlerin bile ağır bedel ödeyeceğini söyledi.
Çağın delisine göre bu bedel, toplu katliamdır. Bu kibirli zihniyet şu anda sınırda savaşan düşman subayları ve askerleri arasında hâkim. Günler, saatler geçtikçe, bu ordunun iki temel unsura güvendiği açıkça görülüyor: Yüksek teknoloji ve yoğun ateş gücü.
Savaş alanından gelen haberler, bariz biçimde durumun böyle gitmediğini söylüyor. Düşman, sınır boyunca ilk muharebelerinde zırhlı araçları kullanmaktan kaçındı. Bunu, bu silahı etkisiz hale getirebilecek savaş araçlarından korktuğu için yaptı ve haklıydı da.
Nitekim direniş, güneyde savaş alanına sürdüğü zırhlı araçların yarısından fazlasını imha etmeyi başardı. Düşman, daha önce Lübnan'da denediği ve son olarak Gazze'de uyguladığı yöntemleri tekrarlamaktan başka çare bulamadı.
Fakat bu kez "ateşle hazırlık" olarak bilinen aşamada kullandığı ateş gücü, görülmemiş derecede büyüktü. Ayrıca, hava kuvvetlerinin -hem savaş uçakları hem de İHA'lar- kullanım yoğunluğunun savaş tarihinde benzeri görülmemiş düzeyde olduğu gözlemleniyor.
Buna rağmen, işgal ordusunun kuvvetlerinin ilerlemesi için başka bir yolu yok gibi görünüyor. Her geçen gün, ne Gazze'deki ne de Lübnan'daki önceki savaşlarından ders almadıkları ortaya çıkıyor.
Sahadan gelen haberler, 2006'da yaptıkları aynı hataları tekrarladıklarını bildiriyor. Hatta uzaktan kumanda edilen dört çeker araçlar ve zırhlı personel taşıyıcılar göndererek hile yapmaya çalıştığında çok zayıf göründü.
Direniş ise düşmanın sahadaki isteklerine göre değil, yerindeki birliklerin savunma veya saldırı için uygun gördüğü şekilde otomatik olarak operasyonel taktikler kullanıyor. Bu durum, önceden hazırlanmış pusular şeklinde manevralar yapmayı veya düşmanın ilerlemesi için yol açıp sonra saldırarak geri çekilmeye zorlamayı mümkün kıldı.
Bu da düşman kuvvetlerinde çok sayıda kayba yol açtı. İşgal rejimindeki gazetecilerin bahsettiği görülmemiş sansüre rağmen, yayımlanmasına izin verilen haberler yaklaşık 500 ölü ve yaralı olduğunu gösteriyor.
Rejimin gazetecileri, hastane yönetimlerinin artık kendilerine gelen yaralı sayısını açıklamadan önce askeri sansür görevlisinden izin alması gerektiğini doğruluyor. Hatta ölülerden bahsetme işinin orduya bırakılması, hastanelerin ise sadece ağır yaralıların sayısını açıklaması konusunda zımni bir mutabakata varıldı.
Düşman belirli bölgelerde birkaç saatliğine bile olsa istikrar sağlamak için yeni yöntemler geliştirmeye çalışırken, direniş savaşçılarının kullandığı silah türleriyle başa çıkmakta büyük zorluk yaşıyor.
Düşmanın sınır noktalarında bulduğunu iddia ettiği ve sergilediği teçhizat, direniş gruplarının elinde bulunanların sadece bir kısmına işaret ediyor. Bu durum hem ön cephedeki çatışma noktalarında hem de arka hatlardaki konuşlanma noktalarında geçerli.
Bu nedenle, seçkin birliklerdeki askerler arasında, subaylarından gelen "mantıksız emirler" hakkında şikayetler yükselmeye başladı. Şikâyetin kaynağı etkili planların olmaması değil, bu askerlerin sorunu çözecek silahlara sahip olmaması.
Bu da onların ilerleme öncesinde ve sırasında destek taleplerinin sadece muazzam ateş desteğiyle sınırlı kalmasına neden oluyor. Bu ateş desteği, aynı zamanda geri çekilmeyi güvence altına almak için de kullanılıyor.
İşte kara harekâtının üçüncü haftasındayız. Herkes biliyor ki, düşman Lübnan'ın iç kesimlerindeki sivillere yönelik bombardıman ve saldırılarda ne kadar aşırıya giderse gitsin, savaşı belirleyecek olan bu harekât olacak.
Bu savaş, sınırdaki durumun geleceğini güvenlik, askeri ve siyasi açıdan da şekillendirecek. Düşman, tüm Lübnan'daki sivillere karşı daha fazla suç işlemekten çekinmezken, operasyonlarının seyri ordu olarak davranışında büyük bir boşluk olduğunu ortaya koymaya başladı.
Direniş, bu boşluktan faydalanarak düşmanın zayıf noktalarına nüfuz etmeye başladı ve savaşın uzun, çok uzun sürebileceği varsayımıyla hareket ediyor. Yine de direnişin ne yapacağı konusunda tahmin yürütmeye gerek yok, zira savaş alanı bize kesin haberi tebliğ edecektir.
Dün gece itibariyle, düşman sınır boyunca tek bir köyü bile tamamen işgal edememişti. Savaş alanından gelen haberler, orada neler olduğu hakkında çok şey anlatıyor. Bu haberlerde, kimsenin etkisini, gücünü ve bedelini kaldıramayacağı bir cesaretle savaşan direnişçilerin hikayeleri var.
Ancak bu hikayeler muhakkak yazılacak ve tüm dünyaya sunulduğunda hayal ürünü gibi görünecek. Ama kahramanları, bu topraklarda yaşayanlar arasında veya inandıkları gökyüzünde olmaya devam edecek.
Çeviri: YDH