YDH - ABD’nin Lübnan’a yönelik siyasi hamleleri, özellikle direniş karşıtı tarafların talepleri doğrultusunda cumhurbaşkanlığı seçimi ve güvenlik düzenlemeleri etrafında şekilleniyor. Lübnan’da, ABD taraftarı gruplar, Hizbullah’ın devre dışı bırakılması ve ABD’nin bölgedeki stratejilerinin hayata geçirilmesi için çaba sarf ederken, bu gruplar arasında bile tam bir birliktelik sağlanabilmiş değil. Özellikle Dürzi lider Velid Canbolat ve Hristiyan liderler Cibran Basil ve Sami Cemayel gibi isimler bu planlara mesafeli yaklaşıyor. El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin'e göre, ABD’nin büyükelçisi Lisa Johnson, Şii cemaati içinde bir ayrım yaratmayı hedeflerken, bazı radikal grupların provokatif eylemleri kaosa yol açabilir.
ABD’nin, güneyde düşmanın şartlarına göre güvenlik düzenlemelerini kabul ettirerek Lübnan’a teslimiyet dayatma çabaları, yalnızca Meclis Başkanı Nebih Berri ve Başbakan Necib Mikati ile yapılan görüşmelere odaklanmıyor.
Washington, bu durumu siyasi bir yatırım fırsatı olarak görüyor ve Lübnan’daki "müttefik" güçlerden gelen ısrarlı taleplerle karşı karşıya.
Bu güçler, "Hizbullah’tan kurtulma" konusunda yardım istiyor ve "Hizbullah'ın onayını beklemeden yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi" fikrine dayanan bir programla ABD'nin taleplerine yanıt verecek bir iç cephe oluşturmayı hedefliyor.
Bu bağlamda aktif olan gruplar ise şimdilik sadece Lübnan Kuvvetleri'nin lideri Semir Caca’nın yanında, Ma’rab’da toplananlarla sınırlı görünüyor. Fakat, önemli bir resmi kaynağın dile getirdiği endişeler arasında, bazı kişilerin "güvenlik kaosu yaratmayı amaçlayan provokatif eylemlere" karışabileceği ihtimali de yer alıyor.
Gerçek anlamda, Amerikalılar hâlâ geniş çaplı bir "Lübnan Cephesinin" oluşmadığını biliyor. Dürzi çoğunluğun lideri Velid Canbolat, kendisini Berri–Mikati İttifakına daha yakın görüyor. Cibran Basil ve Sami Cumeyyil ise kendi konumlarından hareketle, Semir Caca ile aynı cephede yer almayı reddediyor.
Öte yandan, ABD büyükelçiliği, "değişimci" milletvekilleriyle ilgili yaptığı değerlendirmelerde, bu gruptan güvenebileceği üç ismi belirlemiş durumda: Mark Dau, Paula Yakubiyan ve Vaddah Sadık.
Buna rağmen Lübnan’daki aceleci gruplar, ABD’nin ajandasını kendilerinin yönettiğini düşünüyor. Bu gruplar arasında yer alan bazı radikaller, kendi siyasi ekiplerinden gelen uyarılara bile kulak asmıyorlar.
Bu nedenle, Ma’rab grubu, büyükelçilik taraftarı bazı Şii figürlerin ABD Büyükelçisi Lisa Johnson’a, “İsrail’in askeri operasyonları ve siyasi kampanyalarının sadece Hizbullah’ı değil, tüm Şii toplumunu hedef aldığı” uyarısı karşısında şaşkınlıklarını dile getirdi.
Ma’rab cephesi, kendi liderlerinden merhum Lokman Slim’in öğüdünü takip ederek, “Şiiler ancak tüm toplumu etkileyecek büyük bir felaketle uyanırlar,” görüşünü benimserken, büyükelçiliğin Şiileri ise Amerikalılara, Hizbullah ve Emel Hareketi ile tüm Şii cemaatini aynı kefeye koymadan, toplum içinde bir kırılma yaratmaya yardımcı olacak adımlar atmalarını tavsiye etti.
Büyükelçilik Şiilerinden bazıları, Johnson’ın bu uyarıları ciddiye aldığını ve yerel aktivistler ve yetkililer arasındaki müttefiklerine, Şii toplumunu kucaklama ve onları Hizbullah’tan ayırma aşamasına geçmeleri yönünde talimat verdiğini belirtiyor.
Ancak, Johnson'ın "gerçekçi" bir yaklaşımla, İsrail’in saldırılarında ayrım yapacağına dair hiçbir güvence vermediği de biliniyor.
Bazı yakın çevresindeki kişilerden, Şiileri tecrit etme girişimlerinin büyük riskler taşıdığını, Lübnan gerçeklerinin buna izin vermediğini ve böyle bir girişimin devletin diğer kurumlarının, özellikle de Lübnan Ordusu’nun çöküşüne yol açabileceği konusunda uyarılar aldığı aktarılıyor.
Büyükelçilik Şiilerinden bir figür, mevcut stratejinin kaosa yol açacağını ve bunun Hizbullah’ın işine yarayacağını, zira örgütün çok büyük insan gücü, askeri ve finansal kaynaklara sahip olduğunu belirtiyor.
Yine de savaştan çıkar devşirmeye çalışan tüm yerli aktörler, cumhurbaşkanlığı meselesine odaklanıyor. Ancak, cumhurbaşkanının hemen seçilmesine yönelik baskılar, yalnızca yerel muhaliflerden değil, Amerikalılardan da darbe aldı.
Dikkat çeken bir şekilde, ABD’nin özel temsilcisi Amos Hochstein, Berri ve Mikati ile yaptığı görüşmelerde General Josef Avn'ın adaylığını gündeme getirmekten kaçındı.
Hochstein, cumhurbaşkanlığı konusunun savaşın sona ermesiyle yapılacak herhangi bir anlaşmanın parçası olacağını düşünüyor. Ayrıca, cumhurbaşkanlığı dosyasının sadece kendisinin kontrolünde olmasını isteyen Hochstein, defalarca, “Bu mesele sadece Lübnan değil, bölge ve dünya çapında birden fazla tarafı ilgilendiriyor,” dedi.
Bilinen bilgilere göre, Ayn et-Tine'de gerçekleşen ve Berri, Mikati ve Canbolat’ı bir araya getiren toplantıya, Ulusal Akım Hareketi lideri [Cibran Basil] de katılabilirdi.
Fakat, sonuncusunun ülkenin yönetiminde büyük sorunlar yaşadığı bu ekiple tam olarak iş birliği yapmasını engelleyen bir yaklaşımı var. Dahası, en azından Mikati ve Canbolat, Hristiyan cephesinden sadece Cibran Basil’in bu gruba dahil edilmesine sıcak bakmıyorlar.
Bununla beraber, onunla sağlanan mutabakat şu temel üzerinde duruyor: Savaş devam ederken cumhurbaşkanı seçilemez ve bu siyasi ve parlamenter ittifak, ABD veya herhangi bir dış gücün, 1982'de olduğu gibi, parlamentoya bir isim dayatmasını kabul edemez.
Bu sırada, Emel Hareketi ve Hizbullah ikilisi, adayları Süleyman Franciye’nin adaylığının devam edeceğini teyit ederek, kendisiyle bir anlaşmaya vardı.
Ancak Franciye, gelişmelerin adaylığı üzerindeki etkisini sorgularken, müttefiklerine şu anki baskılar altında geri adım atmamalarını tavsiye etti. Kendisi de doğrudan veya çevresindekilerden gelen tüm baskılara rağmen duruşunu koruyacağını belirtti.
Franciye’nin bu tavrı, ciddi rakiplerini sadece Cibran Basil ile sınırlayan Genelkurmay Başkanı’nın ekibi için hoş olmayan bir sürpriz oldu. Onlara göre Basil, Lübnan içi ve dışındaki karşı kampanyayı yöneten kişi.
Hatta Avn'ı destekleyenler, Basil'i kilisenin önde gelen isimlerini, Avn'a karşı harekete geçmeye teşvik etmekle suçluyor; zira Avn, Lübnanlıların önemli bir kısmı için ciddi bir tehdit olarak görülüyor.
Genelkurmay Başkanı'na yakın isimler, Basil ile Ayn et-Tine toplantısına katılan taraflar arasında bir ön anlaşma yapılmasından ve uzlaşmacı bir cumhurbaşkanının Süleyman Franciye ve Josef Avn'ı içermeyen bir listeden seçileceği ihtimalinden endişe duyuyorlar.
Yine de bu kişiler, Berri ve Canbolat’ın tutumlarının “nihai olmadığını” ve zamanla, özellikle Suudi Arabistan ve ABD’den gelecek baskılarla değişebileceğini düşünüyorlar.
Öte yandan, Avn'ın destekçileri, Meclis Başkanı Berri’nin, Avn'ın adaylığının anayasal bir değişiklik gerektirdiğini ve bunun şu an gerçekleştirilmesinin zor olduğunu söylemesiyle ne kastettiğini anlamaya çalışıyorlar.
Zira, Doha Anlaşması sonrasında General Mişel Süleyman’ın seçildiği örnek üzerinden yola çıkarak, eski bakan Behic Tabbara’nın görüşüne dayanılarak, “üst düzey bir devlet memurunun istifasından sonra belirli bir sürenin geçmesi gerektiği” şartının, cumhurbaşkanlığı makamında boşluk olması ve acil bir şekilde doldurulması gerektiği durumlarda geçersiz sayıldığını savunuyorlar.
Önde gelen bir siyasi kaynağa göre, aceleci gruplarla sorun sadece cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili değil. Bu gruplar, "Lübnan'ın sorunlarının sadece bir cumhurbaşkanı seçilmesiyle çözüleceğini düşünüyorlar ve daha tehlikeli engelleri görmezden geliyorlar.
Bu engeller, yeni hükümetin niteliğiyle ilgili olup, başbakanın ismiyle başlayan ve hükümetin siyasi misyonu, temsil edeceği parlamento koalisyonu ve ana bakanlıkların paylaşımı gibi konularda büyük bir mücadeleyi beraberinde getiriyor."
Söz konusu kaynak kaynak, cumhurbaşkanlığı seçimlerine hevesli olanların, sanki Taif Anlaşması’nda bir değişiklik yapılacakmış gibi davrandığını ya da yeni cumhurbaşkanının, bakanlar kurulunu aşarak yönetimi ve temel kararları tek başına alabilecekmiş gibi bir yanılsamaya kapıldıklarını söylüyor.
Oysa, Lübnan'da cumhurbaşkanlığı makamına kim gelirse gelsin, gerçek çözümler ancak bakanlar kurulundan çıkar ve bu çözümlerin hayata geçmesi için parlamentonun desteğine ihtiyaç var.
Kaynak ayrıca, aceleci grupların, ABD'nin yeni başbakanın ismini de dayatacağını düşündüklerini ve ülkenin tamamen Amerikalıların eline geçtiğini varsaydıklarını ifade ediyor.
Bu gruplar, durumun tehlikesini anlamıyorlar ve Lübnan’daki diğer gruplar arasında çıkabilecek sorunların doğası üzerinde yeterince durmuyorlar.
Siyasetten kaynak, başbakanın iki gün önce el-Arabiya kanalına verdiği müşalata da dikkat çekiyor. Başbakan, Taif Anlaşması’nın ülkenin yönetimi için sabit bir temel olduğunu vurgulamış ve anlaşmanın kurcalanmaması gerektiğini açıkça ifade etmişti.
Mikati’nin bu sözleri, Lübnan’daki Sünni cemaatin derin aklından gelen bir mesaj olarak anlaşıldı. Özellikle Saad Hariri’nin zorla sahneden çekilmesinin, başbakanlık makamının güçlü temsilini zayıflattığı düşünülüyor ve bazı kişilerin başbakanlık makamını önemsiz bir konuma getirmek istedikleri endişesi var. Bu, büyük bir mezhepsel sorun yaratabilir.
Özellikle, Emel Hareketi ve Hizbullah’ın Lübnan’daki Şii cemaatinin ezici çoğunluğunu temsil ettiği, Dürzi çoğunluğun lideri Velid Canbolat ve yerel rakibi Talal Arslan’ın bu ikiliyle ittifakı desteklediği sürece, ülke, cumhurbaşkanının harekete geçme kabiliyetini tamamen ortadan kaldıracak bir krizle karşı karşıya kalabilir.
Üç gündür üst üste, Yarze ve Fiyadiye bölgeleri ile bu bölgelere giden Şam Yolu, yoğun güvenlik önlemleri nedeniyle sıkışık bir trafik yaşadı.
Lübnan Ordusu, kimlikleri titizlikle kontrol eden kontrol noktaları kurdu ve bu, Savunma Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı karargahına giden tüm yolları etkiledi.
Bu tedbirler, öğle saatlerinden akşam yedisine kadar binlerce kişinin araçlarında mahsur kalmasına neden oldu.
Bu ani güvenlik tedbirlerinin, birkaç okul ve bir hastanenin bulunduğu bu askeri bölgede neden alındığı henüz bilinmiyor.
Durumu daha da kötüleştiren bir diğer olay ise, trafikte sıkışıp kalanların üzerine bir de İsrail'in Tayune'deki bir binayı bombalaması oldu.
Bu saldırı, trafikteki insanlarda büyük bir panik yarattı. Durum kötüleştikçe, askerler trafiği düzenlemeye çalıştı ama başarılı olamadılar.
Güvenlik tedbirlerinin nedenlerini öğrenmeye yönelik girişimler sonuçsuz kaldı, zira yetkililer bu durumu "üst askeri otoritelere" bağladılar.
Çeviri: YDH