İsrail'in gazetecilere karşı savaşı

26 Ekim 2024

"İsrail’in basına yönelik saldırısı, modern savaş muhabirliğinin öncüsü sayılan William Howard Russell’ın Kırım Savaşı’ndan haberler gönderdiği dönemden bu yana yaşadığımız en sert müdahalelerden biri. Gazetecilere yönelik bu şiddet ve sansürün başka hiçbir emsali yok."

YDH - İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılarında sadece sivilleri hedef almakla kalmıyor, aynı zamanda basın özgürlüğüne yönelik benzeri görülmemiş bir baskı uyguluyor. Yabancı gazetecilerin Gazze’ye girmesini yasaklıyor, medyaya yönelik sansür ve dezenformasyon yoluyla kendi propagandasını yayıyor. Amerikalı gazeteci-yazar Chris Hedges'a göre Siyonist rejimin yasak ve sansür politikalarını ele alıyor.

İsrail'in soykırım politikası, modern savaş muhabirliği tarihindeki en sert sansür önlemlerini ve gazetecilere yönelik kasıtlı cinayetleri içeriyor. Sonu ise felaketle bitecek.

İsrail'de savaşı takip eden yaklaşık 4 bin yabancı gazeteci akredite edilmiş durumda. Lüks otellerde konaklıyorlar. İsrail ordusunun tertip ettiği şovlara katılıyorlar. Nadiren de olsa, İsrail askerleri eşliğinde Gazze'ye hızlı geziler yapabiliyorlar; burada kendilerine, Hamas'ın kullandığı iddia edilen silah depoları ya da tüneller gösteriliyor. Her gün düzenlenen basın toplantılarına katılıyorlar. Üst düzey İsrailli yetkililer tarafından, çoğu zaman doğru çıkmayan bilgilerin verildiği özel brifinglere çağrılıyorlar. Bu gazeteciler, farkında olmadan veya bazen bilerek, İsrail’in propaganda aracına dönüşüyor; apartheid ve soykırım mimarlarının birer “otel odası vardiyalısı” olarak sözcülüğünü yapıyorlar. Bertolt Brecht, onları alaycı bir dille “sözcülerin sözcüleri” olarak tanımlardı.

Peki, Gazze’de kaç yabancı gazeteci var? Sıfır.

Gazze’deki boşluğu dolduran Filistinli gazeteciler ise hayatlarıyla bedel ödüyor. Aileleriyle birlikte hedef alınıyor, suikasta uğruyorlar. Gazetecileri Koruma Komitesine göre Gazze, Batı Şeria ve Lübnan’da en az 128 gazeteci ve medya çalışanı öldürüldü ve 69'u hapse atıldı. Bu, örgütün 1992’de veri toplamaya başlamasından bu yana gazeteciler için en ölümcül dönem.

İsrail, geçen cuma günü Lübnan'ın güneyindeki yedi medya kuruluşunun bulunduğu bir binayı bombalayarak el-Meyadin ve el-Menar kanallarından üç gazeteciyi öldürdü, 15 kişiyi ise yaraladı. 7 Ekim’den bu yana İsrail, Lübnan’da 11 gazeteciyi öldürdü.

El-Cezire kameramanı Fadi el-Vahidi, bu ayın başlarında Gazze’nin kuzeyindeki Cibaliya mülteci kampında bir İsrail keskin nişancısı tarafından boynundan vurularak komaya girdi. İsrail, onun Gazze dışına çıkarak tedavi görmesine izin vermedi. Tıpkı öldürülen meslektaşı Şirin Ebu Akle gibi, o da üzerinde "basın" ibaresi bulunan kask ve çelik yelek giymekteydi.

İsrail ordusu, Gazze’de Al Jazeera için çalışan altı Filistinli gazeteciyi “terörist” olarak ayftaladı.

Birleşmiş Milletler İşgal Altındaki Filistin Toprakları Özel Raportörü Francesca Albanese, "Bu altı Filistinli, İsrail’in Gazze’deki yıkımından sağ kurtulan son gazeteciler arasında. Onları ‘terörist’ ilan etmek ölüm cezası gibi," dedi.

İsrail'in medyaya dönük saldırısının boyutu ve vahşeti, iki on yıldır savaş muhabirliği yaparken tanık olduklarımı gölgede bırakıyor.

Saraybosna’da Sırp keskin nişancılar düzenli olarak gazetecileri hedef alıyordu ama orada bile bu derece bir kasıt yoktu.

Yugoslavya savaşı sırasında, 1991 ile 1995 yılları arasında Hırvatistan ve Bosna-Hersek’te 23 gazeteci öldürüldü. El Salvador’daki savaşta 22 gazeteci hayatını kaybetti. İkinci Dünya Savaşı’nda 68, Vietnam’da ise 63 gazeteci öldü. Fakat Gazze, Bosna ve El Salvador’un aksine, gazeteciler genellikle doğrudan hedef alınmıyordu.

İsrail’in basına yönelik saldırısı, modern savaş muhabirliğinin öncüsü sayılan William Howard Russell’ın Kırım Savaşı’ndan haberler gönderdiği dönemden bu yana yaşadığımız en sert müdahalelerden biri. Gazetecilere yönelik bu şiddet ve sansürün başka hiçbir emsali yok.

Temsilci James P. McGovern ve 64 Kongre üyesi, Başkan Joseph Biden ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken’a bir dilekçe göndererek, ABD’nin İsrail’e, ABD’li ve uluslararası gazetecilere serbestçe erişim izni vermesi için baskı yapmasını talep etti.

Temmuz ayında ise 70’den fazla medya ve sivil toplum kuruluşu, İsrail’e yabancı gazetecilerin Gazze’ye girmesine izin vermesi çağrısında bulunan bir açık mektup imzaladı.

Ancak İsrail geri adım atmadı. Gazze’deki uluslararası gazeteci yasağı hâlâ yürürlükte. Soykırım politikası hız kesmeden devam ediyor. Her gün yüzlerce Filistinli sivil öldürülüyor veya yaralanıyor.

Ekim ayında İsrail, yalnızca Gazze’nin kuzeyinde en az 770 Filistinliyi öldürdü. İsrail ise propagandasını sürdürmeye devam ediyor: Hamas’ın Filistinlileri “canlı kalkan” olarak kullandığı, toplu tecavüzler ve kafası kesilen bebekler gibi asılsız iddialar, İsrail yanlısı medya tarafından körü körüne destekleniyor.

Bu yalanlar ifşa edildiğinde ise medya döngüsü çoktan ilerlemiş oluyor ve çok az kişi fark ediyor.

İsrail’in toplu sansür ve gazetecilere yönelik suikast politikası, karanlık sonuçlar doğuracak.

Bu durum, savaş muhabirleri olarak sahip olduğumuz az sayıda korumayı daha da zayıflatıyor. Herhangi bir hükümete, diktatöre veya zalime, suçlarını gizlemek için açık bir mesaj gönderiyor.

Tıpkı soykırım gibi, bu da yeni bir dünya düzeninin habercisi; kitlesel cinayetlerin normalleştiği, totaliter sansürün kabul edilebilir olduğu ve gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan gazetecilerin yaşam süresinin giderek kısaldığı bir düzen.

ABD hükümetinin tam desteğiyle İsrail, basın özgürlüğünün son kalıntılarını da yok ediyor.

Savaş yürüten herkes, kamuoyunu şekillendirmeye çalışır. İtaatkâr gazetecileri kendine çeker; generallere boyun eğen, savaştan uzak durmaya çalışan gazetecileri tercih eder.

Bu gazeteciler, “iyi” gazetecilerdir. Asker gibi “davranmayı” severler, propagandayı habercilik kisvesi altında yaymaya hevesle dahil olurlar.

Savaş çabasına katkıda bulunmak, kulübün bir parçası olmak isterler. Ne yazık ki, benim takip ettiğim savaşlarda medyanın çoğunluğu bu gazetecilerden oluşuyordu.

İsrail ve Filistin hakkında haber yapan tüm CNN muhabirleri, yayın öncesinde çalışmalarını CNN’in Kudüs bürosuna inceletmek zorunda. Bu büro, İsrail askeri sansür kurallarına uymakla yükümlü.

Bu “evcilleştirilmiş” gazeteciler ve haber kuruluşları, Robert Fisk’in dediği gibi, “güç dilinin esirleridir". Resmi terminolojiyi - “teröristler,” “barış süreci,” “iki devletli çözüm” ve “İsrail’in meşru müdafaa hakkı” - aynen tekrar ederler.

The Intercept’e göre, The New York Times, Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarını haberleştiren muhabirlerine, iç yazışmalarında “soykırım” ve “etnik temizlik” terimlerinin kullanılmaması ve Filistin topraklarını tanımlarken “işgal altındaki toprak” ifadesinden kaçınılması talimatını verdi.

The Intercept’e göre, söz konusu iç yazışma, gazetecilere "Filistin" kelimesini sadece “çok nadir durumlarda” kullanmalarını ve Gazze’deki yerleşimleri tanımlarken "mülteci kampları" teriminden uzak durmalarını da talimat veriyor.

Oysa bu bölgeler, Birleşmiş Milletler tarafından mülteci kampları olarak tanınmakta ve geçmişte Filistin’in diğer bölgelerinden zorla çıkarılmış yüz binlerce kayıtlı mülteciye ev sahipliği yapıyor.

Robert Fisk, "Güç ve medya arasında bir savaş yok. Dil yoluyla, biz onlardan biri olduk," demişti.

Emekli General David Petraeus, ABD ve NATO kuvvetleri tarafından Afganistan’da kullanılan 2006 tarihli ABD Karşı Ayaklanma El Kitabı’nın yazarlarından biri olarak, halkı kazandığınıza ikna etmenin -tıpkı Afganistan’da olduğu gibi, bir bataklığa saplanmış olsanız bile- askeri üstünlükten daha önemli olduğunu savunuyor. İtaatkâr medya bu aldatmacayı sürdürmede hayati bir role sahip.

Bir de gerçek gazeteciler var. Onlar, iktidarın mekanizmasını aydınlatır. Şair Seamus Heaney’in dediği gibi, “Gerçek diye bir şey vardır ve anlatılabilir.”

Gerçeği ortaya koyar, güçlülerin acımasızlığını, yalanlarını ve suçlarını açığa çıkarırlar. Evcil medyanın işbirlikçiliğini ifşa ederler.

İktidar sahipleri, savaş çıkaranlar ve itaatkâr medya için bu gerçek gazeteciler düşmandır.

Julian Assange’ın 14 yıl boyunca acımasızca peşine düşülmesinin ve zulüm görmesinin sebebi budur.

WikiLeaks, İngiliz hükümetinin araştırmacı gazetecileri teröristlerle bir tutan 2 bin sayfalık bir Savunma Bakanlığı belgesi yayımladı. Düşmanlık yeni değil. Yeni olan, İsrail’in gazetecilere yönelik saldırısının boyutudur.

İsrail, Hamas’ı yenemedi. Hizbullah’ı yenemedi. İran’ı da yenemeyecek. Ama kendi halkını ve dünyayı kazandığına ikna etmek zorunda. İsrail’in savaş suçlarını ve sivillere verdiği acıyı ifşa eden gazetecileri susturmak, İsrail için bir öncelik.

İsrail’i değerlerimizi paylaşmayan bir ülke, vahşetlerine rağmen desteklediğimiz bir istisna olarak görmek rahatlatıcı olurdu. Ama elbette, İsrail bizim bir uzantımız.

Oyun yazarı Harold Pinter, şöyle demişti:

“ABD dış politikası şu şekilde tanımlanabilir: Kıçımı öp yoksa kafanı kırarım. Bu kadar basit ve kaba. İlginç olan, inanılmaz derecede başarılı olması. Dezenformasyon yapıları, retorik kullanımı, dilin çarpıtılması son derece ikna edici ama aslında bir yığın yalan. Bu başarılı bir propaganda. Paraları, teknolojileri, her şeyleri var ve bu sayede her şeyin üstesinden geliyorlar.

[...]

ABD’nin suçları sistematik, sürekli, acımasız ve amansızdı, ancak çok az kişi bunlardan bahsetti. Amerika’ya şapka çıkarmak lazım. Tüm dünyada gücünü cerrahi bir hassasiyetle uygularken evrensel iyilik gücü rolünü oynamayı başardı. Bu etkileyici, zekice ve son derece başarılı bir hipnoz eylemi.”

İsrail’in kitlesel hipnozuna karşı en büyük engel, Gazze’deki Filistinli gazetecilerdir.

Bu yüzden öldürülme oranları bu kadar yüksek. Bu yüzden ABD’li yetkililer sessiz kalıyor. Onlar da gerçek gazetecilerden hoşlanmıyor. Onlar da gazetecilerin, bir programlanmış basın etkinliğinden diğerine sıçramasını istiyor.

ABD yönetimi, basını korumak için hiçbir şey söylemiyor veya yapmıyor, zira İsrail’in medyaya yönelik kampanyasını, tıpkı Gazze’deki soykırımını desteklediği gibi destekliyor.

Gazeteciler, Filistinlilerle birlikte, susturulacaklar.

Çeviri: YDH