YDH - Son dönemdeki bölgesel gelişmeler, İran’ın güvenlik anlayışını gözden geçirmesini zorunlu kılıyor. Uzmanlara göre, İran liderliği bir dizi stratejik yaklaşım benimsedi. El-Ahbar yazarı Beyrut Hammud, İsrail ve ABD'nin bölgesel bir savaşı önleyip Gazze ve Lübnan’da istedikleri saldırıları sürdürmeyi amaçladıklarını aktarıyor.
Savunma Bakanı Yoav Galant, Hatsarim hava üssünde pilotlarıyla konuşurken “İran’a saldırdığımızda, İsrail’de ve diğer yerlerde hazırlıklarınızın ne anlama geldiğini anlayacaklar,” dedi.
Galant, İsrail’e zarar verenlere –İran da dahil olmak üzere– “bedel ödetileceği” vaadinde bulundu.
Bu açıklamadan sonra, cumartesi sabahı İsrail’e ait “yüzlerce uçak” İran’daki bazı hedefleri vurdu. Fakat, İsrail’de de dünyada da İsrail Hava Kuvvetleri’nin tam olarak neye hazırlandığı hâlâ net değil.
Özellikle, bu saldırıyı “zayıf” ya da “beklentilerin altında” bulanlar açısından, İsrail’in üst düzey tehditlerine kıyasla tatmin edici bir yanıt olarak görülmedi.
İsrailli yetkililer, İran’ın ay başında İsrail’e yaklaşık iki yüz balistik füze ile saldırmasının ardından, misilleme yapılacağını sık sık dile getirmişti.
Esasında, İran’ın son saldırısında elde ettiği “algı üstünlüğünü” inkâr etmek mümkün değil.
İran’ın saldırısı hem dostları hem de düşmanları tarafından güçlü ve etkili olarak değerlendirildi. Gerek gökyüzünde gerekse arazide belirgin bir iz bıraktı.
İsrail her ne kadar saldırının etkisini küçük göstermeye çalışsa da askeri üslerde ve sivil alanlarda oluşan zararların ortaya çıkmasıyla bu çaba kısa sürede boşa çıktı; hem görüntülerle hem de resmî açıklamalarla zarar boyutu netleşti.
İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının yarattığı hasarın tam boyutu net olmasa da İsrail içindeki çeşitli tepkiler, karşılığın daha sert olması gerektiğine dair bir görüş birliği olduğunu gösteriyor.
İsrail’in, İran’a “acı verici” bir bedel ödetme fırsatını kaçırdığı düşünülüyor.
Bu bağlamda, Yisrael Beitenu Partisi’nin lideri Avigdor Lieberman şöyle dedi: “Mevcut zor gerçeği göz ardı edemeyiz. İranlılar burada durmayacak. Nükleer silah elde etme yolunda adımlarını sürdürecekler ve petrol ve gaz satışlarından elde ettikleri gelirleri Hizbullah’a, Husilere ve Şii milislerine aktarmaya devam edecekler.”
Lieberman, “Maalesef, gerçek bir bedel ödetmek yerine İsrail hükümeti sadece gösteriş ve halkla ilişkiler yapıyor gibi görünüyor. Sessizliği satın almak yerine, caydırıcılığı ortaya koymanın zamanı geldi. Gücümüzü sadece sözde değil, fiili olarak göstermeliyiz,” ifadelerini kullandı.
Yukarıda belirtilen görüşler, muhalefet lideri ve Siyonist bloğun önde gelen ismi Yair Lapid’in açıklamalarıyla örtüşüyor. Lapid, “İran’daki stratejik ve ekonomik hedeflere saldırmama kararı bir hataydı. İran’a çok daha ağır bir bedel ödetmeliydik, hâlâ da ödetmeliyiz,” diyerek hükümetin kararını eleştirdi.
Benzer şekilde, Likud partisi Milletvekili Tali Golev, İran’ın nükleer tesislerine saldırmamanın “gelecek nesiller boyunca sürecek bir pişmanlık kaynağı” olacağını belirtti.
Buna karşılık, Demokratlar Partisi lideri ve eski Genelkurmay Başkan Yardımcısı Yair Golan ise daha iyimser bir tavır sergileyerek, “ABD'nin baskısının sonuç verdiğini ya da askeri mantığın bir değişiklik sağlamak adına devreye girdiğini” ifade etti.
Golan’a göre, “İsrail’in bu yanıtı, İran’ın savunma ve saldırı kapasitesine zarar verdi, ancak İsrail’i uzun süreli ve yıpratıcı bir savaşın içine çekmeden hem güvenlik hem de ulusal çıkarlar açısından daha akılcı bir strateji izledi.”
Bu görüşler arasında, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir’in yorumu dikkat çekti. Ben Gvir, “İran’a yönelik bu saldırıyı, İran’ın stratejik çıkarlarına ilk darbe olarak” değerlendirerek memnuniyetini ifade etti, ancak “İran tehdidini bertaraf etmenin İsrail’in tarihsel bir görevi” olduğunun altını çizdi.
Siyasi aktörlerin iç çekişmeleriyle gölgelenen tartışmaların dışında, uzmanlar ve gazetecilerden gelen değerlendirmeler de dikkat çekiyor. Bu yorumların çoğu, saldırının etkilerini vurgulama yönünde.
Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nde kıdemli bir araştırmacı ve İran uzmanı olan Raz Tsimit, İran’ın İsrail saldırısına yönelik ilk tepkilerini, “saldırının önemini küçümseme çabası” olarak değerlendirdi.
Tsimit’e göre, bu saldırının amacı, İran liderliğine “tehdit dilini yumuşatacak bir geri çekilme yolu sunmak.”
Tsimit, İran’ın dini lideri Ali Hamenei’nin, “İran-Irak Savaşı’ndan bu yana en önemli saldırı” olarak nitelendirdiği bu durumu, mevcut çatışma turunu sonlandırma yönünde mi değerlendireceğini sorguladı.
İsrail’in, İran’ın ulusal altyapısını, petrol tesislerini veya nükleer tesislerini hedef almaktan kaçınması, Tahran’ın bu çatışmayı daha fazla büyütmeden sonlandırmasına imkân sağlayabilir.
Tsimit’e göre, İran liderliğinin karşı karşıya olduğu “ikilem, son yıllarda yaşadıkları en zorlu ikilem.” Tahran’ın, caydırıcılığını korumak adına İsrail’in saldırısına karşılık vermesi gerektiği düşünülüyor.
Fakat, yanıt vermezse hem İran içindeki hem de dışındaki pek çok kişi, bu durumu “tehditlere karşı verilen sözlerle gerçek eylemler arasındaki boşluk” olarak görecek.
Öte yandan, yanıt vermek, İran’ı yalnızca İsrail’le değil, aynı zamanda ABD ile de sürekli bir çatışmaya sürükleme riskini taşıyor.
İran’ın güvenlik konseptini yeniden değerlendirmesi gerektiğini belirten uzmanlar, İran liderliğinin üç ana stratejiden birini benimseyebileceğini ya da bu yaklaşımları birleştirebileceğini düşünüyor.
İlk strateji, “Önce İran” yaklaşımı olarak tanımlanıyor ve bu görüşün en önemli savunucularından biri olarak Cumhurbaşkanı Mesud Pizişkiyan öne çıkıyor.
Bu yaklaşıma göre, “İran’ın şu aşamada İsrail ve ABD ile sürekli bir askeri çatışmadan kaçınması, iç sorunlarına odaklanması ve Batı ile nükleer meselenin çözümüne dönük çabalarını artırarak, karşı karşıya olduğu zorlukları aşma kapasitesini geliştirmesi daha iyi olur.”
İkinci strateji ise mevcut durumu sürdürmek, İsrail’in son dönemde elde ettiği başarılara boyun eğmeden ama aynı zamanda Tel Aviv’in İran’ı geniş kapsamlı bir ABD destekli çatışmaya çekme tuzağına düşmeden ilerlemek anlamına geliyor.
Bu strateji pratikte, Gazze ve Lübnan’da düşük yoğunluklu bir yıpratma savaşının sürdürülmesi demek.
Üçüncü strateji ise, son gelişmelerin İran’ın güvenlik konseptinde “ciddi boşluklar” olduğunu ortaya koyduğu düşüncesine dayanıyor.
Bu yaklaşım, İran’ın yalnızca füze gücünü değil, aynı zamanda Hizbullah’ın ve diğer müttefik güçlerin kabiliyetlerini yeniden kazanmasını sağlamayı, ayrıca nükleer doktrinini gözden geçirip nükleer silaha ulaşma yolunda bir atılım yapmayı hedefliyor.
Bu yönde bir adım, İran’a İsrail ve ABD’ye karşı “nihai bir sigorta poliçesi” sağlayabilir.
Aynı doğrultuda, Yediot Aharonot gazetesinin askeri analisti Ron Ben-Yishai, İsrail’in İran’a yönelik saldırısının amacının, “İran’ın askeri kapasitesine gerçek bir zarar vererek, İran rejimine açık ve savunmasız oldukları mesajını iletmek” olduğunu belirtiyor: "Bu strateji, İran’ı caydırmayı ve yönetimin vatandaşları nezdindeki itibarını zayıflatmayı hedefliyor."
Ancak İsrail, Tahran’a “ağaçtan inmesi için bir merdiven” de sunarak, İran’ın tehditkâr söylemlerini yumuşatmasına olanak tanıyacak bir yol bırakıyor.
Eğer bu analizler doğruysa, İsrail ve ABD’nin “cepheleri ayırma” stratejisini sürdürdüğünü gösteriyor.
Bu strateji, bölgesel bir savaş fikrini dağıtarak, İsrail’in Gazze’de kapsamlı bir imha savaşına ve Lübnan’a yönelik saldırılara devam etmesini mümkün kılmak üzere kurgulanmış görünüyor.
Çeviri: YDH