YDH - Siyonist rejimin bir yeri vurmak için bahaneye ihtiyacı yok; Gazze, Lübnan ve Batı Şeria’da pek çok sivil yapıyı kanıtları hiçe sayarak bombaladı. Yeni nesil gazeteciler, savaş ya da direniş medyası konusunda deneyimsiz ve habercilik ürünlerini, nasıl kullanılacağına bakmaksızın en yüksek teklifi verene satmaya alışkın. El-Ahbar gazetesi yazarı Hişam Safiyuddin'e göre bugün karşı karşıya olduğumuz savaş, yalnızca direniş odaklı medya organlarının değil, tüm toplumu ve özellikle ön saflardaki sağlık ve yardım çalışanlarını hedef alıyor. Bu nedenle, halkın güvenliğini ve direnişini önceliklendiren stratejik bir medya politikası benimsemek, hayati bir zorunluluk haline geldi.
Bu zorlu savaştan öğrendiğimiz önemli derslerden biri; medya —özellikle görsel ve işitsel medya— İsrail ve müttefikleri için yalnızca rakibi korkutma ve kamuoyunu manipüle etme amaçlı bir propaganda aracı değil.
Medya aynı zamanda doğrudan bir hedef bankası oluşturma aracıdır; yani bir katliam, yok etme ve imha enstrümanıdır.
Bizler ise hâlâ düşmanın, yayımlanan her türlü görsel ve işitsel materyali askeri amaçlarla kullanma konusundaki teknolojik kapasitesinin farkına tam olarak varmış değiliz.
Bu nedenle, medyayı ve herhangi bir görsel veya işitsel içeriği yayımlamadan önce son derece temkinli bir şekilde ele almak gerekiyor.
Burada öncelik, halkın direnişini desteklemek ve savaş çabalarını güçlendirmek olmalıdır; haberlerde ilk olma hevesi ya da dünyaya “gerçeği” göstermek gibi saflıklar öncelik olmamalıdır.
Lübnan’da, birleşik bir ulusal medya politikasının eksikliği ve savaş öncesinden bu yana devam eden, giderek de genişleyen medya desteği zafiyeti nedeniyle, özellikle medya stratejilerinde daha dikkatli olunması gerekiyor.
Direnişi destekleyen medya kuruluşlarına yönelik eşi görülmemiş saldırılar, siber saldırılardan (hackleme) saha muhabirlerinin suikasta uğramasına ve medya ofislerinin bombalanmasına kadar uzanıyor.
Öte yandan, yerel, bölgesel ve küresel medya kanalları neredeyse yarışır şekilde İsrail anlatısını bütünüyle ya da kısmen benimsemiş durumda ve bu kanallara özellikle Körfez sermayesinin devasa mali desteği sağlanıyor.
Küresel Filistin Boykot Hareketi, bu hakikatin farkına vararak, MBC, Sky News Arabia, MTV, el-Hades, Şahid ve el-Arabiya gibi altı Arap medya kanalını boykot listesine aldı, zira bu kuruluşlar artık İsrail’in sesi gibi hareket ediyor.
Bu iş birliği o kadar ileri gitmiş durumda ki, bazı medya kuruluşları, direniş unsurlarının sivillerin arasında bulunduğunu iddia ederek sivillerin bombalanmasını meşrulaştırıyor.
Kredi ve yardımlaşma fonu olarak hizmet veren Karz'ul Hasen gibi sosyal kurumlar ise, bu medya kuruluşları tarafından Hizbullah’ın askeri finansman kolu olarak lanse ediliyor.
Lübnan’da, enformasyon savaşı stratejisi geliştirme konusunda medya bakanının başarısızlığı, basit önlemler almayı bile engelledi.
Örneğin, İsrail’in tehdit ve uyarı mesajlarının yayılmasını yasaklayıp, bunları halkın güvenliği için resmi kaynaklardan duyuracak güvenilir bir sistem geliştirmek yerine, pek çok vatandaş hâlâ İsrail ordusu sözcüsü Avihay Adrai’nin sosyal medya hesaplarını takip ederek tahliye uyarılarını öğrenmeye çalışıyor.
Düşman medyasından şikâyet etmek elbette çözüm değil. Üstelik, savaşın ortasında ve siyasi bölünmüşlüğün hâkim olduğu, kaotik ve çıkar odaklı bir medya ortamında, sektörün iyileştirilmesi kısa vadede pek mümkün görünmüyor.
Bu nedenle, öncelik, halkın farklı kesimlerinde —özellikle de sağlık ve insani yardım sektörlerinde— direnişi güçlendirmek için medya savaşı kültürünü yaygınlaştırmaktır. Bu kültür, pratik bir dizi önlem içerir. Örneğin:
Saha çalışmaları ve insani yardım faaliyetlerinin detaylarını medyayla paylaşmaktan kaçınmak,
Personel isimlerinin sadece zorunlu hallerde açıklanması,
Belirgin bir fayda sağlamayacak belgelerin veya görüntülerin yayılmasında temkinli davranmak,
Yardım merkezlerinin ve barınakların görüntülerini çekmek ve sosyal medyada paylaşmak gibi kontrolsüz içerik yayılımından kaçınmak.
Ayrıca, medya ile ilişkilerde şu anlayışı benimsemek de önemlidir: Her medya kanalı, aksi kanıtlanana kadar düşman gözüyle değerlendirilmeli ve her kurum için iletişim yalnızca yetkilendirilmiş bir medya sözcüsü aracılığıyla yapılmalıdır.
Böylece, her önüne gelenin medya ile iletişime geçip kontrolsüz açıklamalar yapmasının önüne geçilebilir.
Batılı medyaya dönük kuşkucu bir yaklaşım da bu kültürün bir parçasıdır; kameraların arkasında konuya ne kadar sempatik olursa olsun, her muhabirin niyeti ve yönelimi sorgulanmalıdır.
Bunun yanı sıra, her gelişmeyi abartılı bir şekilde kutlamaktan uzak durmak ve medya içeriklerini sürekli takip etmek de bu kültürün ayrılmaz unsurlarıdır.
Amaç, güvenilir ve davaya bağlı, aynı zamanda mesleki ve objektif medya çalışanlarıyla sürdürülebilir ilişkiler kurmaktır.
Böylece, bu kişiler hem geniş kitlelere ulaşabilecek güvenilir bir birikim oluşturabilir hem de karşıt medya kampanyalarına karşı güçlü bir duruş sergileyebilir.
Bazıları bu tedbirlerin —ki bunlar, İsrail’in uyguladığı sıkı sansür ve bilgi gizliliği seviyesine dahi yaklaşmıyor— aşırı olduğunu düşünebilir.
Fakat Sahil Hastanesi örneği, bu tür tedbirlerin gerekliliğini gösteriyor. İsrail ordusu sözcüsü Adrai’nin hastanenin altında Hizbullah’a ait mühimmat bulunduğu yönündeki iddiasını çürütmek için, hastane yetkilileri tüm medya kuruluşlarını hiçbir kısıtlama olmadan davet etti.
Bu adım, bir yandan düşmanın yalanlarını ifşa etmek ve hastaneyi hedef alınmaktan korumak için önleyici bir hamle olarak görülse de bu kuruluşların yayımladığı haberleri izlemek ve İsrail’in son bir yıl içinde Gazze ve Lübnan’daki sağlık merkezlerine yönelik saldırı politikasını göz önünde bulundurmak, bu adımın yarardan çok zarar getirme riski taşıdığını ortaya koyuyor.
Birincisi, İsrail’in herhangi bir yeri bombalamak için bahaneye ihtiyacı yok. Gazze, Lübnan ve Batı Şeria’da belediye binalarını, barınma merkezlerini, okulları ve onlarca sağlık merkezini yerle bir etti ve bu merkezlerin tamamen sivil veya tıbbi amaçlarla kullanıldığını gösteren her türlü reddiye veya kanıt faydasız kaldı.
İkincisi, medyanın hastane gibi yerlere girmesine izin verip iç mekân tasarımını gözler önüne sermek ve çalışanların yüzlerini kameralar önünde ifşa etmek, bu kişileri düşmanın saldırılarına açık hâle getirir.
İsrail, gelişmiş teknolojik imkanlarla donatılmış, gözetim ve istihbarat konusunda uzmanlaşmış bir düşman; üstelik niyetlerinin ve kapasitelerinin boyutunu biz hâlâ tam olarak kavrayabilmiş değiliz.
Üçüncü olarak, sözde uluslararası toplum, özellikle de Batı, sunacağımız hiçbir somut kanıtla ilgilenmeyecek ve İsrail’in saldırgan tutumunu durdurmayacak.
Onların gözünde bizler, insandan aşağı, hatta hayvanlardan bile daha değersiz varlıklarız. Herhangi bir şekilde merhamet beklemek, nihayetinde kendi aleyhimize kullanılacaktır.
Hastaneye yapılan basın ziyaretinden sonra yayımlanan haberlerin incelenmesi, medyanın içerikleri kendi amaçları doğrultusunda nasıl çarpıtabildiğini açıkça gösteriyor.
Hastane yönetiminin asıl niyetiyle örtüşmeyen, hatta bu niyeti farklı derecelerde ters yüz eden bir görüntü ortaya çıktı. Örneğin, el-Cezire ve BBC tarafından yayımlanan haberler, bu manipülasyonun açık örnekleri.
El-Cezire'nin haber başlığı, Hizbullah’a ait mühimmat veya fonların bulunmadığını net bir şekilde reddetmek yerine, yalnızca kanalın hastanede gezindiğini belirtir. Sanki hastane turu yapmak, başlı başına haberin kendisiymiş gibi sunuluyor.
BBC muhabiri ise, hastanenin koridorlarında denetimsiz bir şekilde dolaşıyor, fakat İsrail’in iddialarını yalanlamak yerine sadece hastane personelinin beyanını aktarmakla yetiniyor.
Bu tür bir beyan, basit bir telefon görüşmesiyle de rahatlıkla sağlanabilirdi; ancak BBC, bunun yerine yerinde bir tur dönmeyi tercih ediyor ve böylece, hastanenin masumiyetini açıkça ortaya koymaktan kaçınmış oluyor.
Asıl büyük felaket, yerel bir kanal olan LBC’nin haberinde yaşandı. İsrail’in hastanede Hizbullah’a ait mühimmat bulunduğu yönündeki iddialarına doğrudan bir yalanlama getirmekten kaçınan LBC muhabiri, haberin sonunda sinsi bir şekilde şu imada bulundu: İsrail’in işaret ettiği, hastanenin yanındaki bir binayı incelemeye çalışmış ama birkaç genç tarafından engellenmiş.
Bu ifadeyle, haber esasında şüpheleri ortadan kaldırmak yerine artırdı. İsrail medyası ise bu haberi anında kullanarak, kendi yalanlarını desteklemek ve medya kuruluşlarını, İsrail’in emellerine hizmet eden daha fazla inceleme yapmaya teşvik etmek için malzeme olarak kullandı.
Bu durum, havaalanındaki hangarların silahsız olduğunu kanıtlamak için medya turlarının düzenlenmesi çağrısına benzer bir yaklaşımı gündeme getirdi.
Her medya içeriğine daha bilinçli ve stratejik bir şekilde yaklaşmak, kolay bir dönüşüm olmayacak. Akıllı telefonlar, artık insanların hayatında damarlarındaki kan kadar yakın bir yer edinmiş durumda.
Görsel kültür ve dijital iletişim, hayatın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Ancak medya dünyasında, yeni nesil gazeteciler, hangi haberlerin nasıl kullanılacağını umursamadan, gazetecilik ürünlerini en yüksek bedeli biçene satmaya alıştı.
Yıllar boyunca, bu nesil; seçim haberleri, insan hakları, nefret söylemi ve ayrımcılık karşıtı eğitimlerle donatıldı, ancak savaş medyası veya direniş medyası eğitimi almadı. Bu tür bir medya üretimi, bugüne kadar sadece direniş odaklı medya organlarıyla sınırlı kaldı.
Fakat bugün artık bütün topluma yönelik bir savaşla karşı karşıyayız ve bu savaş özellikle, halkın direnişini omuzlayan cephe hattındaki kesimleri hedef alıyor.
Sağlık ve insani yardım sektörlerinde çalışan herkesin hayatı ve güvenliği, varoluşsal bir öncelik olmalıdır. Saf ve kontrolsüz bir medya politikasıyla devam etmek, sadece bu çalışanların değil, onların ilgilendiği insanların da hayatını tehlikeye atar.
Çeviri: YDH