YDH - El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, bugünkü köşe yazısında, Siyonist rejimin ABD, İngiltere ve Almanya gibi Batılı güçlerin desteğiyle hareket ettiğini belirtirken, bu ülkelerin ve yerli işbirlikçilerin, direnişe ve halkın direncine rağmen başarıya ulaşamayacaklarına işaret ediyor. İsrail’in, Lübnan ve bölgedeki diğer topraklara genişleme hedefleri açıkça ilan edilirken, bu savaşın uzun soluklu olacağının da söylendiğini anımsatan el-Emin, direnişe karşı çıkan veya rejimin çıkarlarına hizmet edenlerin ise halkın direncini hafife almamaları gerektiği uyarısının yapıyor.
Savaşta netlikten daha iyi bir şey yoktur. Benyamin Netanyahu tam da bunu yapıyor, hiçbir şeyi gizlemiyor. Bütün şovları, asıl projesi söz konusu olduğunda ne kadar açık olduğunu gizlemeye yetmiyor.
Söyledikleri, esasında işgalci devletin çoğunluğunun arkasında durduğu projeyi temsil ediyor ve çıkarlarını bu “çağın Hitler’inin" yaptıklarında bulan küresel güçlerden de mutlak bir destek görüyor.
Dün, Netanyahu kısa bir konuşmayla uzun zamandır üzerinde çalıştığı projenin özünü özetledi.
Kendi halkına söylediği gibi bize de dedi ki: “Tüm bölgede uzun ve kapsamlı bir savaşa hazırlanın.”
Bu durum, bize sürekli barış ve uzlaşmadan bahsedenlere, fırtına karşısında boyun eğmemizi isteyenlere ya da düşmanın tüm bölgede işlediği suçların sorumluluğunu bize yüklemeye çalışanlara bir meydan okuma niteliğinde.
Zira onların müttefiki, genişleme projesinin sınır tanımadığını açıkça ilan etmiş durumda. Eğer Amerikalılar ve bazı Avrupalı güçler, düşmana taviz vermenin onu dizginlemenin en iyi yolu olduğuna bizi ikna etmeye çalışıyorsa, Gazze’de bir yılı aşkın süredir yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri tek sonuç daha fazla ölüm oldu.
Önceki gün, Amos Hochstein adlı sahne oyuncusu yeni bir teklif sunmak üzere geri döndü.
Doğrusu, sorun o değil; adam sadece bildiği işi yapıyor ya da kendisinden isteneni yerine getiriyor. Asıl sorun, hâlâ onu dinleyen, söylediklerini ciddiye alanlarda; Amerikan yönetiminin İsrail’e Lübnan’a karşı savaşı durdurması için baskı yapmaya niyeti olduğunu düşünenlerde.
Gerçek şu ki, İsrail, Gazze ve Lübnan’da aynı kafa yapısı, aynı ruh ve aynı araçlarla hareket eden bir düşman.
Suriye’de de benzer adımlar attı, Irak’a geçmeye hazırlanıyor, ardından Yemen’e yönelmek için planlarını yapıyor. Netanyahu, İran’a karşı saldırı hazırlıklarını sürdürmekte de hiçbir çekince göstermiyor.
Cephelerin ayrılmasını isteyenler, İsrail’in Amerika, İngiltere ve Almanya’nın açık desteğiyle ve bazı Arap ülkelerinin ortaklığıyla yaptığı şeyin aslında cepheleri zorla birleştirmek olduğunu anlamak istemiyorlar.
Cephelerin ayrılmasını talep edenler, düşmanın kendi varlığı ve eylemleriyle bu cephelerin birliğini pekiştirdiğini ve İsrail’in yok edilmesi gereken bir kötülük olduğuna inananlar için meydan okumayı artırdığını bilmiyorlar.
Bu nedenle, direniş projesi tek seçenek olarak karşımızda duruyor; onun alternatifi ise açlık, ezilme ve zillet içinde yaşamak ya da ölmek.
Bize egemenlik, hürriyet ve milli haysiyet hakkında ders vermeye kalkan, ancak bir orman bekçisini korumak için ülkeyi ateşe vermeye hazır olan herkesin, hayattaki en önemli dersin doğru yerde durmak olduğunu anlaması gerekiyor.
Yaşananlardan direnişi sorumlu tutmaya devam edenler de bilmeli ki, artık bu saldırının bir parçası olacaklar. İsrail saldırısının özüne karşı nasıl bir tutum aldıkları, asıl meseleyi belirliyor.
Egemenliği savunma bahanesiyle görevinden uzaklaşmayı tercih edenlerin, insanlara neden görevlerini yerine getirdiklerini, neden varlıklarını savunmak ve hür bir yaşam hakkını korumak adına her şeyi feda ettiklerini sorma hakkı yoktur.
Sürekli bağımsızlıktan bahsedip de ülkeyi büyük bir maceraya sürüklemek isteyenler, Amerikan sömürüsünün siyasi, askeri, güvenlik, yargı ve finans kurumlarımız üzerindeki vesayetini kabul etmenin ve bu vesayete katılmanın tehlikesinin farkında olmalıdır.
Bugünkü zorlu savaşın, Amerika’nın Lübnan’daki iç mekanizmalara müdahale ederek yeni gerçeklikler dayatmasına olanak tanıdığını düşünenlere dürüstçe söylemek gerekir ki, böyle bir şeyin direniş olmaksızın geçiştirileceğini sanmak safdilliktir.
Tarihi doğru okuyamayan Lübnanlılar, Araplar ve Batılılar, özellikle de Amerika, İsrail’in Beyrut’u işgal ettiği döneme geri dönüp bakmalılar.
O dönemde İsrail Lübnan’da bir cumhurbaşkanı atamış, çıkarlarını korumak için NATO askerlerini getirmişti, fakat bu kurulan düzen sadece birkaç yıl içinde çöktü. Zira dayatılan şey, bu ülkenin halkının hayallerini ve arzularını yansıtmıyordu.
Bugün İsrail sopasını kullanarak bizi tehdit eden, direnişe ve onun destekçilerine üstten bakanlara şunu sorgulayıp sorgulamadıklarını sormak lazım: Bu canavar orduyu, sahip olduğu tüm ateş gücü ve eşi benzeri görülmemiş hava üstünlüğüne rağmen, güney Lübnan’daki bir köyü işgal etmekten alıkoyan nedir?
Hızlıca cevap aldıklarında anlamalılar ki, bu halk, işgalcilerin maşası olmaya kalkışan herhangi birine karşı iç kargaşayı engellemek için sadece bir yürüyüşe ihtiyaç duyuyor.
Cesareti ve imkanları eksik olmayan bu halk, düşmanın Batılı ortaklarından, özellikle Amerikalılardan, İngilizlerden ve Almanlardan hesap sormaya da hazır.
Görünen o ki, bu ülkeler "Lübnan’daki işlerini" yürütürken işleri karıştırıyorlar; o halde, onlara şu gerçeği anlamaları için yardımcı olabiliriz: On yıllar boyunca “devlet imajını koruma” çağrısına uyup soğukkanlı kalan geniş bir halk kitlesi, şimdi aynı soğukkanlılıkla, kutsal varlığını müdafaa etmek için gereken neyse yapmaya hazırdır.
Başımıza gelenler fazlaca zor olsa da içinde bazı hayırlı yönler barındırıyor. Netanyahu’nun savaşının devam ettiğini ilan etmesi ve Lübnan’a, bölgeye ve nihayetinde İran’a karşı daha da genişleyeceğini açıkça söylemesi işleri herkes için netleştirdi.
Amerikan müdahalesine bel bağlayanlara ise Netanyahu, savaşın süreceğini ve uzun bir savaş dönemi içinde olduğumuzu hatırlattı... Artık meydanda yükselen seslerin dışında başka hiçbir ses duyulmayacak.
Çeviri: YDH