YDH-14 Şubat 2005 tarihinde Lübnan’ın eski başbakanlarından Refik Hariri’nin bombalı bir suikast sonucu öldürüldü. “Lübnan’ın 11 Eylül’ü” olarak nitelendirilen bu olay sonrası Lübnan’da hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacaktı.
Hariri cinayeti, hakkında uluslar arası soruşturma komisyonu kurulacak kadar önem kazandı. BM Güvenlik Konseyi’nden çıkarılan 1559 sayılı kararla Suriye askerleri Lübnan’dan çıkarıldı. Bu gelişme, Lübnan’ın iç politikasının yeniden düzenleneceği sinyalini veriyordu.
Suriye’nin Lübnan’dan çıkarılmasının ardından Hizbullah’ın silahsızlandırılması meselesi gündeme geldi. İsrail ordusu karşısında duracak bir orduya sahip olmayan Lübnan, Hizbullah’ın da silahsızlanmasıyla birlikte İsrail karşısında açık bölgeye dönüşecekti. Ancak başta Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud olmak üzere Suriye yanlısı tüm Lübnan siyasi aktörleri böylesi bir adımın önünde engel teşkil ediyordu.
Suikast sonrası Gürcistan ve Ukrayna’da yaşanan “kadife devrim”lerin bir benzeri Lübnan’da gerçekleşiyordu. Suriye muhalifi olan Refik Hariri’nin oğlu Sadeddin Hariri liderliğindeki Sünni “Mustakbel” partisi, Velid Canbolat liderliğindeki Dürzî İlerici Sosyalist Partisi ve bazı Hıristiyan gruplar Suriye yanlısı Lübnan hükümeti aleyhine gösterilere başladılar.
Hizbullah lideri Hasan Nasrullah’ın çağrısı üzerine düzenlenen dev gösteri “kadife devrim” havasını kırdı. Ancak Lübnan’daki parlamento aritmetiğinin “Suriye’ye karşı Batı yanlısı” olarak değişmesine engel olamadı. Nihayetinde erken seçimler sonrası iktidar muhalefete, Gelecek partisinin başını çektiği “14 Mart” grubu da 72 sandalyeyle iktidara gelmişti.
Öte yandan iç savaş gerginliğinden ürken halkın yarattığı toplumsal baskılar sebebiyle Meclis Başkanı Nebih Berri’nin önerdiği “ulusal diyalog” projesi hayata geçti. Böylelikle Hizbullah ve Emel hareketleri de yeni hükümete koalisyon ortağı olmuştu. Yine Eski Suriye karşıtı Hristiyan lider Mişel Aun da Hizbullah müttefiki olarak parlamentoya girdi. Sonuçta Suriye aleyhine gelişen yeni parlamento aritmetiği, Suriye yanlısı Cumhurbaşkanı Emil Lahud’u koltuğundan uzaklaştıramamıştı.
12 Temmuz 2006’da iki İsrail askerinin esir alındığı “doğru vaad” adlı operasyonla Lübnan ve İsrail arasında 33 gün süren bir savaş yaşandı. Yüzlerce sivilin hayatını kaybettiği savaş, bir yandan İsrail ordusunun gücüne gölge düşürürken diğer yandan da Lübnan büyük bir yıkıma maruz kalmıştı. Nihayetinde Birleşmiş Milletler 1701 nolu kararı çıkarmasının ve tarafların kararı onaylamasının ardından ateşkes yürürlüğe girdi.
Hizbullah lideri Hasan Nasrullah ateşkes sonrası yaptığı konuşmada şunları söyledi: “İçeride, İsraillilerin bile şu an söylemedikleri bazı sözlerin söylendiğini görüyoruz. Maalesef içeride bazılarından ‘Litani’nin güneyinin silahsızlandırılması gerekir, Direniş’in silahının faydası nedir, o halde gelin Direniş’in silahsızlandırılması konusunu görüşelim’ türünden sözler duyuyoruz”
Bu sözler Lübnan iç siyasetinin yeni gelişmelere gebe olduğunun sinyallerini veriyordu. Hizbullah savaş sırasında sadece İsrail’le değil, arkasındaki “uluslar arası toplum”la, İsrail müttefiki Arap rejimleriyle ve Lübnan iç politikasındaki bazı aktörlerle de mücadele etmek zorunda kaldığını düşünüyordu.
Çok geçmeden Hizbullah ve Emel partileri hükümetten çekildi ve yeni bir milli birlik hükümetinin kurulması çağrısında bulundu. Hizbullah mevcut hükümetin ABD Lübnan Büyükelçisi Jeffrey Feltman’ın direktiflerine göre hareket ettiğini savunuyordu. Ardından Lübnan Cumhurbaşkanı hükümetin yasallığını yitirdiği çağrısında bulundu. Lahud’a göre hükümet Lübnan’daki tüm dini grupların hükümetin içinde bulunmasını öngören Taif anlaşması gereği düşmüştü. Lahud ayrıca hükümetin yeterli bakan sayısına sahip olmadığını savunuyordu.
Sonunda Lübnan’da içerisinde Nasrullah ve Berri’nin başını çektiği Şii; Mişel Aun’un başını çektiği Hıristiyan; Ömer Kerame, Selim Hıss ve Fethi Yeken’in başını çektiği Sünni bir muhalefet oluştu. Muhalefet gösterilere başlayacağını ilan ederek başbakanlık önünde milyonluk bir gösteri düzenledi. Arap Birliği Başkanı Amr Musa’nın çözüm planı bir sonuç vermeyince muhalefet ikinci aşama olarak tüm bakanlıklar önünde protestoya gitti; ancak hükümet erken seçim yahut yeni bir hükümetin kurulması çağrısını kabul etmeyeceğini açıkladı.
Muhalefet gösterilerin üçüncü aşaması olarak genel greve gideceğini açıkladı. 23 Ocak sabahı başlayan genel grevde hava alanı yolu dâhil Beyrut’un ana caddeleri kapatıldı. Ancak gerilimin artması ve taraflar arasında bazı bölgelerde çatışmalar yaşanması sonrası muhalefet grevi “şimdilik” kaydıyla durdurdu. Ancak bu çağrı bir gün sonra Beyrut Üniversitesi'nde çatışmaların çıkmasını engelleyemedi.
İlan edilen sokağa çıkma yasağıyla birlikte Hizbullah lideri Hasan Nasrullah ve "Gelecek" Partisi lideri Sad Hariri halkı yasağa uymaya ve sükûnete çağırdı. Tüm dünyanın gözü Beyrut’a çevrilmiş durumda… Acaba bir iç savaş mı çıkacak yoksa hükümetle muhalefet arası bir uzlaşıya mı gidilecek? Bunu hep birlikte göreceğiz.