YDH-Lübnan’ın önde gelen hareketlerinden Hizbullah’ın Basın Büro Başkanı Dr. Hüseyin Rehhal yeni yayına başlayan 24 televizyonuna konuştu. Rahhal, 24 televizyonuna verdiği demeçte Lübnan’daki son gelişmeleri, Türkiye-Lübnan ilişkisini ve Paris konferansını değerlendirdi:
Lübnan’dan olaylar ne yönde gelişiyor. Bir iç savaş çıkma ihtimali söz konusu olabilir mi?
İnşallah böylesi bir savaş olmayacaktır. Lübnan muhalefeti böylesi bir iç savaşı reddetmektedir. Tabi hükümet taraftarları da böyle olmalıdır. Ancak Perşembe günü şahit olduklarımız hiç de öyle olmadı. Bazı hükümet taraftarları provakasyonlara kalkışıyor, ülkeyi kargaşaya çekmeye çalışıyordu. Perşembe günü protesto taraftarlarına hatta ordu güçlerine bile ateş açıldı. Velid Canbolat liderliğindeki İlerici Sosyalist Parti'ye bağlı bazı üyeler ile silahlı milis grubu kurduğu ortaya çıkan Mustakbel partisine bağlı silahlı güçler vatandaşlara ateş açtılar. Bunlar tehlikeli gelişmelerdi. Ancak, Hizbullah, Ulusal Özgürlük Partisi ve Emel bu kargaşaya karışmak istemediler. Bu da taraftarlarımızın ne kadar kendilerini kontrol edebildiğini göstermektedir. Oysa Semir Caca ile Velid Canpolat’ın başını çektiği taraflar ABD politikası doğrultusunda hareket ediyorlar.
Hükümet çevreleri Refik Hariri cinayetini araştıracak uluslar arası mahkeme kurulmasını istiyor. Yine hükümet çevreleri bu mahkemeden zarar görecek dış güçlerin Lübnan içerisindeki bazı gruplara baskı yaptığını ve Lübnan’a zarar verdiğini söylüyor. Siz ne diyorsunuz?
Bu geçersiz bir siyasi iddiadır. Lübnanlı güçler mahkeme kararına şu şartla onay vermişti. Uluslar arası mahkeme değil uluslar arası boyutu olan Lübnan yargı hukuku ve uluslar arası hukuk yasalarına uygun olan bir mahkeme kurulsun. Yani bir ilke olarak mahkeme noktasında zaten ittifak var. Hepimiz Şehid Refik Hariri’yi kimin öldürdüğünü, bu suçu kimin işlediğini öğrenmek istiyoruz. Ancak mahkemenin Şehit Refik Hariri’nin katillerinin bulunmasına değil de siyasi bir kart olarak kullanılmasına müsaade edilmemelidir.
Herkesin bildiği gibi ABD, BM’deki güçlü nüfuzu aracılığıyla mahkeme şartlarını Lübnan direniş gücünü kuşatmak yahut şu anki Sinyora hükümetinin politikasına muhalif Lübnanlı gruplar aleyhine bir fırsat olarak kullanabilir. Nitekim uluslar arası arenada bu tür olaylar birçok kez yaşanmıştır. Örneğin Irak’ta kitle imha silahları var, denildi. Oysa şu ana kadar hiçbir kanıt bulunamadı. Ama bu bahane ABD tarafından kullanıldı ve Irak işgal edildi.
Lübnanlıların çekindiği şey, bu mahkemenin Hariri’nin katillerini bulma hedefinden sapmasıdır. Mahkeme, ABD ve Sinyora hükümetinin elinde siyasi bir karta dönüşecek, kendilerine karşı tüm taraflara karşı kullanılacaktır. Biz Lübnan yasalarına uygun bir mahkeme istiyoruz. Mahkeme Lübnan’ın bağımsızlığına ve Lübnan yargı yasalarına gölge düşürmemelidir.
Şu ana kadar mahkeme konusunda anayasaya aykırı birçok uygulamaya gidilmiştir. Lübnan anayasasının 52. maddesine göre mahkeme konusunda Lübnan’da inisiyatif cumhurbaşkanının elindedir. Ancak Sinyora hükümeti bu yasaya uymadı ve mahkeme taslağı noktasında Emil Lahud’un görüşünü beklemedi, hiçbir yasallığı olmayacak şekilde taslağı onayladı. Ayrıca Bakanlar Kurulunda bulunması gereken 7 bakan yoktu. Yine Taif Anlaşması gereği Lübnan’daki tüm kesimlerin ortak katılımıyla taslağın onanması gerekirken bir kesim bu onaylamada yoktu. Dolayısıyla bu onamanın hiçbir yasallığı bulunmamaktadır.
Velit Canbolat daha bir hafta önce “biz bu mahkemenin muhalefete karşı bir korku dengelemesi aracı olmasını istiyoruz” dedi. Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere mahkemeyi bir yandan Lübnanlılara karşı bir yandan da Suriye aleyhine kullanmak istiyorlar. Mahkeme daha yokken mahkemenin Suriye aleyhine olduğunu itiraf ediyorlar. Bu da ABD ile birlikte Suriye’ye karşı siyasi bir hedefi olduğunu ilan etmeleri demektir. Oysa mahkeme, bir karşıtlık bağlamında değil adaleti sağlama bağlamında gerçekleştirilmelidir. Şu ana kadar gerçek ortaya çıkmış değildir. Ortaya çıkmamış bir şeyi şimdiden mahkemenin hedefi olarak ilan etmişler.
Zaten mahkeme konusunda onlara baskı yapan ABD’dir. Condoleezza Rice da bunu itiraf etti. Washington Post’ta geçtiğimiz ayın 15’inde açıkça “biz –yani Amerikalılar- uluslar arası mahkemenin kurulmasını istedik. Bu noktada 14 Martçı gruba bu mahkemeyi desteklediği için teşekkür ediyoruz” diye yazdı. Bu da açıkça gösteriyor ki şu anki taslağı değiştirilmezse ABD’ye hizmet amaçlıdır, gerçeğin bilinmesi için değil!
Geçtiğimiz günlerde Paris’te Lübnan’a yardım konferansı düzenlendi. Bu konferansa ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir?
Biz göre bu konferans siyasi açıdan Lübnan’daki bir tarafı yani Sinyora hükümetini desteklemek için düzenlenmiştir. Lübnan halkının yarısından fazlası böyle düşünüyor ve bu hükümetin yasal olmadığına inanıyor. Lübnan’da bir tarafa karşı diğer taraf nasıl desteklenebilir? Ki bu konferans bizim protesto sürecimiz içerisinde, Lübnan’daki siyasi istikrarsızlık şartları altında yapıldı. Dolayısıyla bu konferansın Lübnanlılar üzerinde olumsuz bir tepkiye yol açtığını söyleyebiliriz.
Nitekim Paris 1 konferansı düzenlendiğinde vaat edilen paranın küçük bir kısmı ödendi. Öte yandan bu paralar ABD’ye verilen belli siyasi taahhütler karşılığı alınacak. Fuad Sinyora, bu yardımlar karşısında ne gibi taahhütlerde bulunmuş olabilir?! Sinyora, “bu devletler hayır kuruluşları değil. Hayır, kuruluşu oldukları için bize para vermiyorlar” diyor. Peki, öyleyse siyasi hedefleri ne? Biz bu taahhütlerin Lübnan bağımsızlığına zarar vermesinden çekiniyoruz. Bu taahhütler Lübnan’ın bağımsızlığını gölge düşürebilir.
Ayrıca Sinyora hükümeti ekonomik reform paketi sundu. Bize göre bu paket ekonomik durumu düzeltecek nitelikte değildir. Uzun vade uygulanması öngörülen bu paket yasallığı olmayan hükümet tarafından onaylanmıştır. Lübnan’ı uzun yıllar bağlamaktadır ki bunu Lübnanlılar kabul etmemektedir. Fuad Sinyora, Refik Hariri döneminde Maliye Bakanıyken bu paketi 15 yıl uyguladı ve hiçbir faydası olmadı ve bir sürü borca neden oldu. Yeni paket de Lübnan’ı borca boğmaktadır. Pratik olarak da bu paranın Lübnan’daki büyük bankalar tarafından kullanılması öngörülmektedir. Onlar da yüksek faiz talep etmektedir. Böylelikle faizler fakir Lübnan halkından alınan paralarla kapatılmaya çalışılacaktır. Bu da bir tek Körfez'deki ve Lübnan’daki belli bankaların işine yarayacaktır. Tüm bunların Lübnan çıkarlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Biz Lübnan’a yardım istiyoruz ama siyasi dikte istemiyoruz.
Türkiye ve Suudi Arabistan da Paris konferansına katıldı. Siz bu iki ülkenin Lübnan’a yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? İkisi de aynı cephede mi yer alıyor yoksa farklı mı?
Bu konuda genel konuşacağım. Biz, Arap ve Müslüman kardeşlerimizden bir tarafın yanında diğer tarafa karşı yer almasınlar. Arap ve Müslüman kardeşlerimiz adil davalarımızı desteklesinler. Bunların başında birisi Filistin ve Lübnan’da İsrail işgaline karşı yürütülen direniş mücadelesidir. Halen daha İsrail uçakları hava sahası ihlalleri yapmakta bazen de kara sahası ihlallerinde bulunmaktadır. Dolayısıyla bizi ilgilendiren bu ülkelerin yanımızda yer almasıdır. Lübnan’da bir tarafın lehine bir tarafa karşı destek vermelerini istemiyoruz. Bu kimsenin çıkarına olmaz. Lübnan halkının azınlığının yanına çoğunluğunun karşısında yer almak hangi ülkenin işine gelebilir?! Herkesin çıkarı Lübnan’da uzlaşmadan yana yer almak olmalı, tüm Lübnanlıların iradesinin yanında durulmalıdır. Bu konuda yalnızca bunları söyleyebilirim.
Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım, Suudi Arabistan’dan gelen davet üzere Suud’a ziyarette bulunmuştu. Bu ziyarette belli konularda uzlaşmalara mı varıldı?
Hayır, ama bu ziyaret olumlu bir doğrultudaydı. Meselelerin ayrıntıları noktasında görüşmeler yapılmadı. Bu iş Lübnanlılara bırakıldı. Arap ülkelerinin durumun iyileştirilmesine yönelik katkıları olabilir; ama Sinyora hükümetiyle hiçbir sonuca ulaşılamıyor. Yasal olmayan hükümet, uluslar arası desteği arkasına alarak istediğini yapma noktasında ısrar ediyor.
Hizbullah ve Mustakbel partisi tarafından yapılan sokaklardan çekilin, çağrısının İran ve Suudi Arabistan’ın uzlaşısı üzerine gerçekleştiği söyleniyor. Siz ne diyorsunuz?
Bu doğru değil. Hizbullah’ın Lübnanlılara çağrısı Beyrut Arap Üniversitesi çevresindeki çatışmalardan çekilmesi yönündeydi. Bu ne iç ne de dış uzlaşmanın ürünüydü. Hariri’nin çağrısı ise kışkırtıcı nitelikli çağrısından sonra geldi. O ikinci çağrısıyla ilk çağrısını tamir etmeye çalıştı. Önce bazı Lübnanlıları protestoculara karşı kışkırttı. İki gün önce yaptığı ateşli açıklamada insanları protestoculara sokağa çıkmaya çağırdı. Sonunda yandaşları binalardan ateş açtılar. Üç vatandaşımız şehit oldu, birçok kişi yaralandı. Hariri, kontrol elinden çıktığını görünce vaziyeti kurtarmaya çalıştı. Ama Hizbullah liderinin çağrısı kendi taraftarlarına değil tüm Lübnanlılara yönelikti. O, bu bölgenin Lübnan ordusuna bırakılmasını istedi ve dışarı çıkmayın dedi.
Tabi bu çağrı Lübnan’ın başka bölgesinde yahut Beyrut’un ortasındaki ticaret bölgesinde gösterilerin durduğunu göstermiyor. Muhalefetin protestosunun bittiğini de göstermiyor. Gösteriler devam ediyor. Çünkü hala yasal olmayan bir hükümet var, hala bu hükümet ABD büyükelçisi Feltman’ın, Rice’ın kontrolünde ve hala halkın iradesini hiçe sayıyor.
Hizbullah, Suudi Arabistan’la ilişkilerinin iyi olmasını istiyor. İran’la da dikte yönlü bir ilişki değil dostluk ilişkilerimiz vardır. Bizim İran’la ortak görüşlerimiz olabilir, ancak İran siyasetine tabi değiliz ve bu yönde de herhangi bir taahhüdümüz yok. Biz Türkiye’nin güçlü olmasını istediğimiz gibi İran’ın da güçlü olmasını isteriz. Dolayısıyla Bender’in Tahran’da bulunmasının bizim çağrımızla hiçbir ilgisi yoktur.