YDH - Siyonist rejimin Lübnan’da Hizbullah’ı kontrol altına alma çabaları, Amerika’nın da desteğiyle, Lübnan ordusu ve uluslararası güçlerin direnişçileri silahsızlandırması yönünde baskı yapmasıyla dikkat çekiyor. Ancak, İsrail'in Lübnan'da tam bir zafer elde etmeden bu şartları dayatmasının mümkün olmadığını belirten el-Ahbar gazetesi genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, bu taleplerin Lübnan'da iç savaşa yol açabileceği uyarısında bulunuyor. El-Emin, Lübnan’daki direnişin köklü bir şekilde devam edeceğini, İsrail'in iç savaş başlatma planlarının Lübnan halkı ve direnişçiler tarafından kabul görmeyeceğini vurguluyor.
Düşmana yakın uzmanlar, işgalci devletin siyasi, güvenlik ve askeri kurumlarının Lübnan’a yaklaşımının Gazze ve Batı Şeria’daki duruma yaklaşımdan tamamen farklı olduğu konusunda hemfikir.
Bu değerlendirmeye dair pek çok kanıt sunuyorlar. Çoğu İsrail konularında uzman olan ve kimisi Arap, kimisi yerleşimci olarak işgal topraklarında yaşayan bu uzmanlar, söz konusu farklılıklara ilişkin birçok kanıt ortaya koyuyor.
Ancak aynı zamanda, bugünkü işgalci devletin, adımlarını rasyonel olarak öngörmekte zorlanılan bir lider olan Benyamin Netanyahu gibi bir siyasi figür tarafından yönetildiği konusunda da birleşiyorlar.
Lübnan’a yönelik süregelen saldırganlık, Netanyahu’nun, izole bir yaklaşımı savunan sağcı bir akıma dayalı olarak başlattığı bir sürecin parçasını temsil ediyor. Bu akım, işgalci devletin toplumunun tüm katmanlarına yayılmış durumda.
Bu yalnızca Gazze, Batı Şeria ve Lübnan yakınlarındaki yerleşimlerde şehir yaşamına tam olarak entegre olmamış olan yerleşimcilerle sınırlı değil, ordu içinde de geniş ölçüde kök salmış bir hareket.
Uzmanlar, bu akımın özellikle Lübnan ve Gazze’deki operasyonlarında orta kademe askeri personelin çalışma şekli üzerinden orduda ne kadar kökleştiğini gözlemliyor.
Karşımızda, nefretle dolu bir düşman ve gücün üstünlüğü takıntısıyla hareket eden bir kabile gibi davranan bir ordu bulunuyor. Bu ordu, etrafındaki her şeyden korktuğu için etrafındaki herkesi yok etmeden kendini güvende hissetmiyor. Bu korkular, batıl inanç ve hurafelerle dolu mitlerle şekillenmiş, tedavisi olmayan bir zihniyetin sonucu.
Bugünkü durumda, düşmanı suçlarını durdurmaya zorlayan tek şey, ona durmak zorunda olduğunu hissettirmektir. Bu da ancak devam edemeyeceğini anladığında ya da Batı, ona hayat veren boruları kapatma kararı aldığında gerçekleşebilir.
Şu an itibarıyla bu noktaya geldiğimiz söylenemez. İşgalci ordu, sahada tekrar tekrar şansını deniyor. Bu kanlı deneyler, önümüzdeki müzakere süreci üzerinde büyük etkilere sahip olacaktır.
Savaşı durdurmak isteyen tarafların yaklaşımı, düşmanın mevcut zihniyetiyle uyuşmuyor. Hem siyasi hem de saha verilerinin gösterdiği kadarıyla, İsrail açık bir teslimiyet talep ediyor.
Bu teslimiyetin, Lübnanlılar tarafından silahsızlandırma işlemleri şeklinde hayata geçirilmesini istiyor, bu da Amerikan tarafı ve bazı Lübnanlılar arasında bir yanlış anlamaya neden oluyor.
Bu kişiler, Hizbullah’a karşı olan grupların içeriden bir baskı yaparak daha önce düşmanlarının elde edemediği bir tavizi alabileceklerine inanıyor. Bu nedenle, sahneyi daha gerçekçi bir şekilde yeniden çizmek faydalı olacaktır:
Birincisi, İsrail şu anda Lübnan’da yürüttüğü savaşı kendi anlatısı çerçevesinde organize ediyor ve ulaşmak istediği hedefleri tayin ediyor. Son 36 saat içinde aldığı bir kararla, savaşın amacının kuzeydeki yerleşimcileri yeniden yerleştirmek ve Hizbullah'ı Litani Nehri’nin kuzeyine çekmek olduğunu açıkladı. Savaşın amacının Hizbullah’ı tamamen yok etmek ya da Lübnan’daki siyasi durumu değiştirmek olmadığı da vurgulandı.
İkincisi, Amerika ve İsrail’in iş birliği programında bazı değişiklikler olduğu görülüyor. Kimileri bu değişimi İsrail için uygun bulabilir ama kesin olan şu ki, bu durum Amerika'nın çıkarlarına daha uygun olacaktır.
Bu çıkarlar örtüştüğü sürece iki taraf da memnun kalacaktır. Ancak bir ihtilaf durumu ortaya çıkarsa, taviz vermesi gereken taraf İsrail olacaktır.
Donald Trump’ın yeni yönetimi için hazırladığı büyük programların, İsrail dahil, birileri tarafından baskı altına alınabileceğini düşünmek safça olur.
Washington’daki bir Arap diplomatın ifadesine göre, mevcut denkleme göre İsrail’in kendi hedeflerini Amerika’nın hedefleriyle uyumlu hale getirmesi gerekiyor, tersi değil.
Taraflar arasında pek çok ortak payda olsa da Orta Doğu’yu sürekli bir çatışma alanı olarak tutmak ve savaşın kapsamını genişletmek, Trump’ın öncelikleri arasında görünmüyor.
Üçüncüsü, İsrail, mevcut ve gelecek yönetimlerden, müzakerelerde kullanmak üzere sahada daha fazla kazanım elde etmek için kendisine ek süre verilmesini talep etti.
Bu noktada önemli olan, düşmanın sahada tam bir başarı elde etmeden çözümünü dayatamayacağının farkında olmaktır. Bu başarı henüz gerçekleşmedi.
Düşmanın koşullarını dayatabileceği iddiasını engelleyen pek çok faktör bulunuyor. Bu nedenle, Lübnan’da, savaşı durdurmak adına düşmanın sunduğu şartları kabul etmeyi öneren birinin çıkması mantıklı değil.
Bu tür bir çağrı, İsrail’in şartlarının gerçekleşmesinin, Lübnan’a yönelik bir İsrail savaşı yerine Lübnan’da bir iç savaşa yol açmayı hedeflediğini göz ardı ediyor.
Dördüncüsü, düşmanın, 1701 sayılı kararın uygulanmasını teminat altına almak için yeni bir uluslararası denetleme komitesi kurulmasını istemesinin asıl amacı, Lübnan ordusunun ve uluslararası güçlerin, onun başaramadığı şeyi başarması.
Düşman, Lübnan ordusu ve UNIFIL’in, Litani Nehri’nin güneyindeki tüm direnişçileri silahsızlandırmak amacıyla açık bir askerî harekât yürütmesini talep ediyor.
Bunu, halkın evlerine, iş yerlerine, fabrikalarına, okullarına, camilerine zorla girilerek yapılacak bir program olarak görüyor. Düşmanın bu konuda ısrarcı olması anlaşılabilir; fakat tehlikeli olan, Lübnan’da, savaşın sürmesini engelleme bahanesiyle bu isteğe destek veren birilerinin olması.
Beşincisi, İsrail’in taleplerini –Amerika’nın desteği alsalar bile– Lübnan hükümeti ve askeri-güvenlik güçlerinin yerine getirmesi gereken yükümlülükler olarak kabul etmek, Lübnan’da bazılarının henüz derslerini almadığını ve kesin bir iç savaşa sürüklenmeye hazır olduklarını gösterir.
Güney halkının, özellikle de direnişçilerin, siyasi, askeri veya güvenlik gerekçeleriyle kendi evlerine girilerek silahlarının alınmasına izin vereceğini düşünmek yanılsamadır.
İsrail, bu harekatın günlük olarak sunduğu bir listeye göre yapılmasını istiyor ve bu listeler, aslında düşmanın henüz gerçekleştiremediği planlarının özü.
İsrail, uluslararası güçlerin bu operasyonun hizmetinde olacağını, zira bu güçlerin Lübnan ordusuna ve güvenlik güçlerine günlük olarak silahların “temizlenmesi” gereken evler, mülkler ve bölgeler listesi sunacağını biliyor.
Devam etmekte olan savaş oldukça ağır ve kayıplar çok büyük. Ancak yaşanan bunca olaydan sonra, düşmanın taleplerin doğrudan ya da dolaylı olarak boyun eğme fikri, kanlarını ve canlarını feda edenlerin değerlerine kesinlikle aykırıdır ve bazıları bunu her ne kadar ümit etse de bu fikrin gerçekleşmesi mümkün değildir!
Çeviri: Emre Köse