YDH - Cardiff Üniversitesi’nde siyaset ve uluslararası ilişkiler alanında öğretim görevlisi olarak görev yapan Amal Saad, İsrail’in Hizbullah’ın medya sorumlusu Muhammed Afif’i Beyrut’ta suikast sonucu şehit etmesinin, stratejik başarısızlık ve çaresizlik göstergesi olduğunu belirtiyor. Saad, X (eski adıyla Twitter) platformunda paylaştığı değerlendirmesinde, rejimin genişletilmiş kara harekâtıyla Lübnan’a yönelik ilerlemesinin sınırlı kaldığını, bölgesel istikrarı daha fazla sarsma ve Lübnan toplumunda mezhep çatışması çıkarma çabası güttüğünü vurguluyor.
Bugün, İsrail, Hizbullah’ın medya sorumlusu Muhammed Afif’i, Beyrut’taki Hristiyanların yaşadığı bir mahallede düzenlediği suikast ile öldürdü; bu saldırıda başka siviller de hayatını kaybetti. Uluslararası insani hukukun açık ihlallerinin ötesinde, bu suikastın zamanlaması, İsrail’in stratejik başarısızlıklarını ortaya koyarken, aynı zamanda çaresizlik ve intikam arzusuyla beslenen bir harekatın yürütüldüğünü gösteriyor.
İsrail'in, açıkta ve kamuoyu önünde Afif'i hedef almak için bu kadar beklemiş olması, önceki saldırılarının etkisizliğini gözler önüne seriyor. Hizbullah’ın lideri ve aynı zamanda Direniş Ekseni’nin başı olan Nasrullah gibi dev isimleri ve Hizbullah’ın üst düzey askeri liderliğini hedef almasının ardından örgütü anlamlı bir şekilde zayıflatamadığı hakikati, İsrail'in çaresizliğini daha da belirgin hale getiriyor.
Afif gibi daha düşük rütbeli sivil yetkililere yönelmek, İsrail'in taktiklerinin ne denli beyhude olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu hafta başında İsrail, "İkinci Aşama" olarak adlandırdığı genişletilmiş kara harekâtına başladı ve Hizbullah’ın sözde “ikinci savunma hattına” doğru ilerlemeyi amaçladı.
Bu harekât, İsrail’in en büyük zırhlı birliği olan 36. Tümen’i de içeriyor. Fakat buna rağmen İsrail, Lübnan içine yalnızca birkaç kilometre ilerleyerek toprak kazanımı elde etme hedefinde başarısız oldu; bu durum da çabalarının boş yere olduğunu ve hedef bankasının tükendiğini gösteriyor.
Bu tür harekatlar, psikolojik etki yaratmayı hedeflese de bu konuda dahi sürekli akamete uğruyor. ABD arabuluculuğundaki müzakereler devam ederken Afif'in hedef alınması, Hizbullah ve Lübnan devletini İsrail’in taleplerine boyun eğmeye zorlamaya dönük hatalı ve nihayetinde nafile bir çabanın göstergesi.
Suikastın bir Hristiyan mahallesinde gerçekleştirilmesi, bu stratejiye bir katman daha ekliyor; o da Hristiyanlar ile Şiiler arasında mezhepsel gerilimi körüklemek ve böylece Lübnan'ın iç istikrarını daha da derinlemesine sarsmak.
Bu hedeflerin hiçbirine ulaşılamayacak olsa da İsrail, yalnızca Hizbullah’a değil, tüm Lübnan’a yönelik bir yıldırma kampanyasını tırmandırma niyetinde olduğu aşikâr.
Bu, büyük ihtimalle, ev sahibi mahallelerdeki yerinden edilmiş Şii nüfusun daha fazla katledilmesi, daha fazla kasaba ve köyün yaşanmaz hale getirilmek üzere yok edilmesi, camiler, kiliseler ve mezarlıklar gibi kutsal alanlara saldırılar ve Hizbullah’a bağlı siyasi yetkililerin ve sivil kurumların daha yoğun bir şekilde hedef alınmasını içerecektir.
Bu saldırılar, uluslararası ve Batılı gözlemcilerin sürekli denetlediği seçimlerle seçilmiş Lübnan devletinin demokratik temsilcilerine kadar uzanabilir.
Tüm ahlaki, etik ve hukuki kaygıları bir kenara bırakarak, İsrail'in eylemlerini tamamen soğuk, pragmatik bir reel-politik perspektifiyle değerlendirecek olursak, bu savaşın yalnızca tek bir hedefe bile ulaşamadan sona ereceği ve İsrail’in önemli ölçüde zayıflamış bir şekilde çıkacağı açıktır.
Bunun nedeni, Gazze ve Lübnan'a karşı tarihsel olarak benzeri görülmemiş bir şiddet seviyesini serbest bırakmış olmasıdır; bu durum, mevcut tüm güç kullanımı yöntemlerini tüketmiş ve daha ileriye götürülebilecek bir adım bırakmamıştır.
Bu tür bir aşırılığın beraberinde azalan verim yasası gelir; yani, artan şiddet daha sınırlı sonuçlar doğurur ve nihayetinde İsrail'in stratejik konumunu zayıflatır.
Çeviri: YDH