UCM'nin yakalama kararlarına dair hukuki değerlendirme

27 Kasım 2024

"Netanyahu ve Gallant hakkında çıkarılan yakalama kararlarının uygulanması, siyasi denge ve baskılara bağlı."

YDH - Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM), İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş suçları ve soykırım iddialarıyla yakalama kararı çıkarması, hukuki ve siyasi açıdan önemli bir dönüm noktası. Bu kararlar, İsrail liderlerinin ilk kez uluslararası bir mahkeme tarafından hedef alınması nedeniyle dikkat çekici. Fakat kararların uygulanması, özellikle Roma Statüsü’nün sınırlamaları ve taraf devletlerin iş birliği eksikliği nedeniyle karmaşıklık taşıyor. El-Ahbar yazarı Muhammed Hubhab, söz konusu kararların uygulama sürecindeki teknik boyutu ele alıyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM), İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında çıkardığı yakalama kararları, İsrail için büyük bir darbe niteliği taşıyor.

Bu, ilk kez bir uluslararası mahkemenin İsrailli liderleri, Gazze Şeridi’ndeki Filistin halkına karşı işledikleri savaş suçları ve soykırım nedeniyle hedef aldığı bir karar olmasıyla dikkat çekiyor.

Böyle bir gelişme, uluslararası kamuoyunda İsrail’in itibarını zedeleyerek, liderlerini savaş suçlusu ya da en iyi ihtimalle uluslararası adaletin aradığı kişiler olarak damgalayabilir.

Bu durumun siyasi boyutları bir yana, hukuki açıdan da bu yakalama kararlarının sonuçlarını ve “Roma Statüsü” çerçevesinde izlenecek hukuki süreci anlamak gerekiyor.

Nihai hedef, bu sürecin sonunda Netanyahu ve Gallant hakkında kesin mahkeme kararlarının çıkarılması. Fakat, bu hedefe ulaşmak, küresel siyasi dengeler nedeniyle oldukça zor görünüyor.

Bu dengeler, yakalama kararlarının etkinliğini zayıflatabilir ya da UCM’nin bu kararları uygulama konusunda geri adım atmasına yol açabilir.

Uluslararası mahkemelerdeki hukuki süreçler genelde zahmetli ve uzun bir yolculuk. Özellikle bu tür davalar, yavaş işlemesiyle bilinir.

Örneğin, “Roma Statüsü”nün bazı hükümleri, gelecekte davaların ilerlemesini engelleyebilir. Bunlardan biri, mahkemelerin gıyaben yargılama yapmasına izin verilmemesi gibi sınırlamalar.

Ayrıca, yakalama kararlarının uygulanmaması durumunda ortaya çıkabilecek sonuçlara dair ciddi belirsizlikler söz konusu.

2023 yılı itibarıyla, UCM tarafından çıkarılan ve hâlâ uygulanmamış olan 16 yakalama kararı bulunuyor; bu da benzer bir akıbetin Netanyahu ve Gallant kararları için de söz konusu olabileceğine işaret ediyor.

“Roma Statüsü”nün 5. maddesi, ön inceleme dairesine (daha önceki süreçlere ilişkin görevli mahkeme) bir kişi hakkında yakalama emri çıkarma yetkisi tanıyor.

Bu emirler, yapılan soruşturmalarda kişinin UCM’nin yetki alanına giren bir veya birden fazla suçu işlediğine dair makul şüphelerin bulunması durumunda çıkarılır.

Yakalama kararlarının amacı, şüphelinin kaçmasını önlemek, soruşturmayı engellemesini durdurmak ya da suç işlemeye devam etmesini engellemektir.

Netanyahu ve Gallant hakkında bu kararların alınmasının ardında da bu gerekçeler yer alıyor.

Ancak bu kararların çıkarılması, hukuki açıdan bir suçlama anlamına gelmez. Ayrıca, Roma Statüsü’nün 61. ve 62. maddelerine göre, sanıklar ya mahkemeye bizzat katılmayı reddettiklerinde ya da nerede oldukları tespit edilemediğinde gıyaben yargılama yapılabilir.

Dolayısıyla, Netanyahu ve Gallant hakkında çıkarılan yakalama kararlarının ardından, mahkemeye bağlı ilgili birimler bu kararları dünya genelindeki tüm ülkelere yaymak için harekete geçecektir.

Ayrıca, mahkeme bu kararların uygulanmasına yardımcı olması için Interpol'den iş birliği talep etme hakkına da sahip, zira mahkemenin doğrudan emirlerini uygulayacak bir yürütme mekanizması bulunmuyor.

Roma Statüsü, bu tür kararların uygulanması için devletler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) arasındaki iş birliği mekanizmasını düzenliyor.

Statünün 86. maddesi, taraf devletlere mahkeme ile tam iş birliği yapma zorunluluğu getirirken, bu yükümlülüğün ihlali durumunda ne tür sonuçların doğacağını açık ve net bir şekilde tanımlamıyor.

Bunun yerine, 87. maddede, mahkemenin konuyu Güvenlik Konseyi’ne (eğer dava Konsey tarafından mahkemeye sevk edilmişse) veya Roma Statüsü’ne taraf devletler toplantısına sevk etme kararı alabileceği belirtiliyor. Ancak, bu maddelerin pratikte uygulanması genellikle cesaret verici sonuçlar doğruyuor.

Bu bağlamda geçmişteki bazı örnekler, bu tür ihlallerin etkilerinin ne kadar zayıf olduğunu ortaya koydu. Örneğin Ürdün, hakkında UCM tarafından yakalama kararı çıkarılmış olan eski Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'i ağırladı, ancak Ürdün yetkilileri kendisini gözaltına aldı.

Bunun üzerine mahkeme, Ürdün’ün yükümlülüklerine uymadığını belirten bir karar almış ve Güvenlik Konseyi’ni bilgilendirdi. Ancak, Ürdün’e karşı herhangi bir hukuki ya da siyasi yaptırım uygulanmadı.

Benzer şekilde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Roma Statüsü'ne taraf olan Moğolistan'ı ziyaret etmiş olmasına rağmen, hakkında çıkarılmış olan yakalama kararı uygulanmadı.

Bu örnekler pek çok ülkenin, Fransa, Hollanda, İsveç ve Kolombiya gibi devletlerin bu tür kararları uygulama taahhüdüne rağmen, diğer pek çok ülkenin bu kararları uygulamaktan kaçınacağını gösteriyor.

Bu ülkeler, İsrail'in en büyük destekçisi olan ve bu tür kararları reddederek kınayan Amerika Birleşik Devletleri gibi siyasi korumadan istifade ediyor.

Bu nedenle, Netanyahu ve Gallant hakkında çıkarılan yakalama kararlarının uygulanması, siyasi denge ve baskılara bağlı kalıyor.

Bu durum, siyasi unsurların hukuki sürecin önüne geçerek bu kararların uygulanmasını engelleyeceğini ortaya koyuyor. Bunun sonucu olarak, mahkemenin halihazırda raporlarla dolup taşan arşivine yeni raporlar eklenecek ve bu raporlarda taraf devletlerin iş birliği yapmasının gerekliliği ile konunun Güvenlik Konseyi’ne sevk edilmesi yönünde öneriler yer alacaktır.

Ancak burada önemli bir sorun bulunuyor: Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri arasında ABD, Rusya ve Çin gibi Roma Statüsü'ne taraf olmayan üç büyük ülke bulunuyor.

Mahkemeye taraf olmayan devletlere gelince, bu ülkeler mahkemenin kararlarına uluslararası düzeyde uymakla yükümlü değil. Zira Roma Statüsü, devletlerin kendi çıkarlarına göre onaylayıp bağlayıcı hale getirebileceği bir "isteğe bağlı antlaşma" niteliğinde.

Bu sebeple, daha önce mahkemeye taraf olmayı reddetmiş herhangi bir ülke, yakalama kararlarını uygulamakla yükümlü değil. Fakat kendi isteğiyle bunu yapmayı seçerse, o başka bir durum.

Bu, İsrail’in, liderlerini mahkemeye teslim etmeye zorlanamayacağı anlamına geliyor; zira İsrail, Roma Statüsü'ne taraf olmadığı için mahkemeyi tanımıyor.

Ancak, tüm bunlara rağmen, yakalama kararlarının dünya çapında önemli bir moral kazanım sağladığını söylemek mümkün.

Bu kararlar, İsrail liderlerinin vahşetini ve barbarlığını küresel kamuoyu önünde ifşa ederek, dünya genelinde büyük bir farkındalık yarattı. Netanyahu karşıtlarından birinin, "Savaşa girdiklerinde tüm dünya onların yanındaydı, ancak bugün bu dünya onların eylemlerini kınıyor," demesi bile, bu durumun ne kadar etkili olduğunu ortaya koyuyor.

Bu noktada, İsrail’in Lübnan ve Filistin halklarına karşı işlediği suçların belgelenmesinin teşvik edilmesi hayati bir öneme sahip.

Bu tür belgeler, Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısını gerekli soruşturmaları başlatmaya ve ön duruşma dairesinden ek yakalama emirleri çıkarmasını talep etmeye yönlendirmek için güçlü birer araç.

Bu tür yakalama kararlarının birikimi, hukuki bağlamda bir gedik açarak, dünyadaki etkili devletleri zor durumda bırakabilir ve onları İsrail'e karşı uluslararası ve insani hukukun uygulanmasında daha kararlı adımlar atmaya teşvik edebilir.

Çeviri: YDH