Lübnan-İsrail ateşkesinin yapı sökümü

29 Kasım 2024

"Metinde, İsrail’in Lübnanlı sivillere, ordu subaylarına ve askerlerine yönelik saldırılarından –ki bu saldırılarda 40’tan fazla asker şehit olmuştur– bahsedilmemesi dikkat çekicidir."

YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Ömer Neşeba'nın kaleme aldığı değerlendirme, anlaşmanın eksikliklerini ve taraflılıklarını çeşitli açılardan ele alıyor. Bu ateşkes anlaşması, sadece askeri çatışmaları durdurmayı hedeflemekle kalmıyor, aynı zamanda bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirme amacı taşıyor. Ancak metinde İsrail’in saldırılarından ve uluslararası hukuku ihlal eden uygulamalarından açıkça bahsedilmemesi, anlaşmanın taraflı bir çerçevede ele alındığını düşündürüyor. Lübnan’ın savunma kapasitesinin sınırlanması ve Hizbullah gibi etkili bir aktörün tamamen silahsızlandırılması çağrıları bilhassa dikkate değer. Anlaşmanın uygulanabilirliği ve etkisi, Lübnan'daki iç dinamiklerin, uluslararası aktörlerin tutumları ve İsrail'in işgal politikalarındaki değişiklikler ışığında şekillenecek.

Lübnan ve İsrail arasındaki çatışmaların sona erdirilmesine ilişkin anlaşmanın, geçen çarşamba sabahı İsrail’in Lübnan’a yönelik savaşını durduran maddelerinden dördüncüsünde şu ifadeler yer alıyor: “Bu yükümlülükler, İsrail veya Lübnan’ın uluslararası hukukla uyumlu olarak doğal savunma hakkını kullanmasını kısıtlamaz.”

Bu noktada, anlaşmanın iki temel yönüne dikkat çekmek gerekir:

1. Lübnan’ın kendini savunma hakkı ve üçlü dayanak

Lübnan’ın kendini savunma hakkını fiilen uygulaması, halk, ordu ve direniş üçlüsüne dayanır. Zira ABD ve Fransa, Lübnan ordusunun temel görevlerini – yani dış saldırılara karşı Lübnan’ı savunma görevini – yerine getirebileceği uygun silahlarla donatılmasını engellemiştir. Bu durum, ordunun kendine düşen savunma rolünü tam anlamıyla yerine getirmesine mâni olmaktadır.

2. Uluslararası hukuk ve işgale direnme hakkı

Uluslararası hukuk (örneğin, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 7. Bölümü), işgale karşı direnişi meşru kılar.

Bu bağlamda, İsrail ordusunun hâlâ işgal altında tuttuğu köy ve kasaba sakinleri ile arazi sahiplerinin, işgalciye karşı ellerindeki tüm imkanlarla savaşma hakkı bulunmaktadır.

Buna karşılık, anlaşmanın 12. maddesi uyarınca İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi gerektiği belirtilirken, çekilmenin “kademeli olarak Mavi Hat’ın güneyindeki pozisyonlara” yapılacağı ifade edilmiştir. Fakat, anlaşmanın kabul edilmesinden 48 saatten fazla süre geçmiş olmasına rağmen İsrail bu taahhüdünü henüz yerine getirmemiştir.

Kalıcı ve kapsamlı çözümün çerçevesini belirlemek

Anlaşmanın üçüncü maddesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararının tam ve kararlı bir şekilde uygulanması gerektiğini vurgular ve bu kararın “barış ve güvenliğin kalıcı olarak güçlendirilmesini” hedeflediğini ifade eder.

Ayrıca, anlaşma metninin başlangıcında, Lübnan ve İsrail’in “kalıcı ve kapsamlı bir çözüme elverişli koşulları güçlendirecek adımlar atma” konusundaki hazırlıklarına atıfta bulunulmuştur.

Bu bağlamda, 1701 sayılı kararın tam anlamıyla uygulanması gerektiği belirtilmiş ve ayrıca “Lübnan’daki tüm silahlı grupların silahsızlandırılması dahil, önceki Güvenlik Konseyi kararlarına uyulması gerektiği” hatırlatılmıştır.

Ancak, burada öncelikle 1701 sayılı kararın 18. maddesindeki ifadeleri dikkatle incelemek gerekir. Zira bu madde, kalıcı ve kapsamlı çözümün çerçevesini hiçbir seçicilik veya öncelik olmadan açıkça belirler.

18. maddede, Güvenlik Konseyi “Orta Doğu’da kapsamlı, adil ve kalıcı bir barışın tüm ilgili kararları temelinde sağlanmasının önemini ve gerekliliğini vurgular” demektedir. Bu kararlar arasında 242 (1967), 338 (1973) ve 1515 (2003) sayılı kararlar da bulunmaktadır.

Bu kararlar, İsrail’in Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs ve Suriye’ye ait Golan Tepeleri’nden çekilmesini ve bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasını öngörmektedir.

Ancak İsrail, hukuki olarak bağlayıcı bu kararları dikkate almazken, bazı taraflar 1701 sayılı karara dayandırılan çözüm sürecinde 1559 sayılı kararda yer alan “silahsızlanma” çağrısını ön plana çıkarmakta, fakat kalıcı ve kapsamlı çözümün yasal çerçevesini oluşturan önceki Güvenlik Konseyi kararlarına ve anlaşma metninde yer alan “önceki Güvenlik Konseyi kararlarına uyma gerekliliği” ifadesine yeterince bağlılık göstermemektedir.

Barış Gücü'nün güvenliği garanti altında değil mi?

Birleşmiş Milletler’in Lübnan’daki geçici barış gücü olan UNIFIL (Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü), geçtiğimiz ay İsrail işgal ordusunun doğrudan silahlı saldırısına maruz kaldı.

Birleşmiş Milletler, saldırıda yaralananlar olduğunu ve güneydeki pek çok bölgede UNIFIL üslerinde ciddi maddi hasar meydana geldiğini belgeledi.

Fakat dikkat çekici bir durum var ki, anlaşma metninde UNIFIL ile ilgili 9. maddenin (c) bendinde, bu gücün “kendisine verilen görevleri yerine getirmeye devam etmesi” gerektiği ifade edilirken, 5. maddede ise “Lübnan’daki Birleşmiş Milletler geçici güçlerinin (UNIFIL) rolü ve sorumluluklarının zedelenmemesi” gerektiği vurgulanıyor.

Ancak metinde, bu güçlere yönelik saldırıların yasaklandığına dair herhangi bir hüküm bulunmamakta ve BM personeli ile askerlerine saldırı düzenleyen tarafların nasıl hesap vereceğine dair herhangi bir mekanizma da öngörülmemektedir.

Lübnan ordusunun silahlandırılması yine yasak

Anlaşmanın metninde dikkat çeken başka bir nokta, Lübnan hükümetinin “silah ve ilgili malzemelerin satışı ve tedarik edilmesi, buna Lübnan’a yapılan tüm ithalatlar ile silah ve ilgili malzemelerin üretimi de dahildir” (6. madde) konusunda yükümlülük altına alınmasıdır.

Bu silahların Lübnan ordusuna devredilip, ordunun temel görevlerini – yani dış tehditlere karşı Lübnan’ı koruma görevini – yerine getirebilmesi amacıyla kullanılması gerektiği açıkça belirtilmemiştir.

Bunun yerine, 8. maddede şu ifade yer almaktadır: “ABD ve Fransa, uluslararası toplumla işbirliği içinde, Lübnan silahlı kuvvetlerinin konuşlanma düzeyini artırmaya ve kapasitelerini geliştirmeye yönelik gerekli yardımları sağlamayı taahhüt eder.”

Bu durum, Lübnan ordusunun imkanlarının geliştirilmesinin, dış tehditlere karşı değil, iç güvenlik meselelerinde kullanılmak üzere planlandığını göstermektedir. ABD ve Fransa’nın, orduyu İsrail saldırıları gibi dış tehditlere karşı desteklemekten ziyade, Lübnan içindeki çatışmalara odaklanmasını tercih ettikleri anlaşılmaktadır.

Anlaşmanın 13. maddesi, “ABD ve Fransa’nın, Lübnan genelinde kapasite inşası ve ekonomik kalkınma çabalarını desteklemek ve bölgede istikrar ve refahı güçlendirmek için uluslararası çabalara öncülük etme taahhüdü” içerdiğini belirtmektedir.

Ancak, “istikrar ve refah”, toplumsal barışı, Lübnan halkı arasında sağlam ilişkileri ve halktan gücünü alan Lübnan ordusu ile halk arasındaki güçlü bağları gerektirir. Buna rağmen, anlaşma metninde kullanılan bazı ifadeler, Lübnan’daki bir partiyi ve onun destekçilerini baskı altına alma veya sert yöntemlerle sindirme çağrısı olarak yorumlanabilir.

Ne var ki, metinde, İsrail’in Lübnanlı sivillere, ordu subaylarına ve askerlerine yönelik saldırılarından –ki bu saldırılarda 40’tan fazla asker şehit olmuştur– bahsedilmemesi dikkat çekicidir.

Hizbullah’a yönelik yasaklar

Anlaşmanın 2. maddesinde şu ifadeler yer alıyor: “Lübnan hükümeti, Hizbullah’ın ve topraklarındaki diğer tüm silahlı grupların İsrail’e karşı herhangi bir operasyon gerçekleştirmesini engelleyecektir.” Bununla birlikte, 7. maddede şu hükümlere yer verilmiştir:

Ayrıca, 9. maddenin (b) bendinde, Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin Kapasitelerini Geliştirme Teknik Komitesi’ne (MTC4L) ilişkin şu görevler tanımlanmıştır:

Anlaşma, bu tür taahhütlerin yerine getirilmesi sürecinde Lübnanlılar arasında herhangi bir iç koordinasyonun sağlanmasına ilişkin bir hüküm içermemektedir.

Dolayısıyla, bu maddelerin uygulanması sırasında ortaya çıkabilecek zorluklar, engeller veya sorunlar göz ardı edilmiştir. Halbuki Hizbullah, yüz binlerce Lübnanlı seçmenin oylarıyla parlamentoda temsil edilen milletvekillerine sahip bir siyasi parti olmasının yanı sıra, hükümette bakanlıklarla temsil edilen ve Lübnan Cumhuriyeti’nin geleceğini şekillendiren temel bir ortak konumundadır.

Çeviri: YDH