YDH - Gazze Şeridi’nde İzzeddin el-Kassam Tugayları öncülüğünde başlayan ve on üç aydır süren taktiksel çatışmalarda direniş, inisiyatif alarak Siyonist işgal ordusuna karşı üstünlük sağladı. El-Ahbar gazetesi yazarı Münir Şefik'e göre Aksa Tufanı operasyonu, savaşın başlangıç noktası olarak direnişin gücünü ve planlama kabiliyetini ortaya koydu. Operasyon, Filistinliler tarafından özgürlük yolunda bir dönüm noktası olarak görülürken, Siyonist analistler bu süreci İsrail'in çöküşünün başlangıcı olarak yorumluyor. Direnişin tünellerden gerçekleştirdiği operasyonlar, Siyonist ordunun tüm askeri gücüne rağmen kesin bir zafer kazanmasını engelledi. Bu süreçte, Siyonist rejimin uluslararası meşruiyeti de sarsıldı ve artan küresel tepkiler rejimi “savaş suçlusu” olarak değerlendirdi. Gazze ve Lübnan’daki direniş, işgal ordusunun zafer kapasitesini zayıflatırken, bölgesel ve küresel dengeleri direniş lehine değiştirdi.
Siyonist işgal ordusu ile İzzeddin el-Kassam Tugayları, Kudüs Seriyyeleri ve Gazze Şeridi'ndeki diğer direniş örgütlerinin güçleri arasında sıfır mesafeli yakın çatışmalar olarak bilinen taktiksel askeri çatışmalar yaşandı.
Bu çatışmalar on üç ay boyunca sürdü ve halen devam ediyor. Şu ana kadar bu çatışmaların sonucu, direnişin nispi üstünlüğüyle birlikte stratejik bir denge durumuna yaklaşmak oldu.
Direniş, çatışmalarda inisiyatifi elinde tutarak üstünlük sağladı. Bu durum, işgal ordusunun saldırgan taraf olmasına ve Gazze Şeridi’ni işgal etme, tünellere girme ve özellikle İzzeddin el-Kassam Tugayları’nı hedef alarak direniş güçlerini yok etme amacına rağmen gerçekleşti.
Direnişin liderliğini üstlenen ve bu savaşın başlangıcını temsil eden Aksa Tufanı operasyonunu gerçekleştiren İzzeddin el-Kassam Tugayları, bu operasyonla savaşın askeri ve siyasi boyutları açısından istisnai bir başlangıç yaptı.
Operasyonun kapsamı, planlaması, hazırlanışı ve sonuçları, bazı Siyonist analistler ve politikacılar tarafından, Siyonist rejimin sonunun başlangıcı olarak değerlendirildi.
Ayrıca, pek çok Filistinli lider ve düşünür, bu operasyonu, Filistin’in nehirden denize özgürleştirilmesine giden yolun başlangıcı olarak gördü.
Devam eden on üç aylık savaş boyunca taktiksel çatışmaların hala ilk aylarındaki gibi yoğun olması, askeri bir sonuca ulaşılmadığını ve Siyonist ordunun, tüm ateş gücü, tankları, füzeleri, ileri teknolojisi ve ABD ile Batı’dan gelen sürekli askeri desteğine rağmen, mutlak zafer kazanma kabiliyetinden yoksun olduğunu gösteriyor.
Siyonist ordunun, Arap ordularıyla yaptığı önceki savaşlarda, sadece birkaç gün içinde sonuç aldığı göz önüne alındığında, bu durum dikkat çekici.
Ayrıca, Gazze’de yirmi yılı aşkın bir süredir devam eden ablukası, jeopolitik ve askeri durumu ve küçük boyutu göz önüne alındığında, önceki birçok savaşta olduğu gibi askerî açıdan çöküşe mahkûm olduğu yönündeki yaygın bir kanı vardı.
Gazze Şeridi'ndeki askeri durum değerlendirilirken göz önüne alınması gereken önemli hususlardan biri, direnişin tünellerinde varlığını sürdürmesi ve bu tünellerden çıkarak Siyonist ordusunu yıpratan ve ona kayıplar verdiren askeri operasyonlar gerçekleştirmesidir.
Bu durum, askeri liderliği ateşkesi talep etmeye zorladı. Diğer yandan, küresel siyasi, ahlaki ve hukuki durum, savaşların uluslararası hukuku ve genel kamuoyu çerçevesinde Siyonist rejimi bir savaş suçlusu, çocukların toplu katili ve soykırım uygulayıcısı olarak değerlendirmeye başladı.
Bu nedenle Siyonist rejim, giderek meşruiyetten yoksun, korsan bir devlet olarak algılanıyor. Bu durum, stratejik dengenin genel olarak direniş lehine ve Siyonist rejimin askeri ve siyasi aleyhine şekillendiğine işaret ediyor.
Doğrudur, Siyonist ordu ve rejim, bugüne kadar yaklaşık elli bin şehit ve yüz binden fazla yaralıya neden olan toplu katliam ve imha savaşı yürüttü.
Fakat, bu durum askeri durum değerlendirmesine dahil edilemez, zira uluslararası hukuka göre suç sayılıyor ve savaş suçları kapsamında yasaklanıyor.
Katliam kurbanlarını geleneksel savaşlardaki insan kayıplarıyla eş tutarak askeri sonuçları değerlendirmek yanlıştır. Örneğin, II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in yirmi milyonu sivil olmak üzere sadece Rusya’da toplamda yirmi beş milyon insanı öldürmesine rağmen, bu durumun onun zafer kazandığı anlamına gelmemesi gibi.
Gazze Şeridi'nde eşine az rastlanır bu toplu katliam, doğrudan ve sadece kendi başına bir suç olarak ele alınmalıdır ve sahadaki direniş ile Siyonist işgal ordusu arasındaki çatışmaların sonuçlarının değerlendirilmesine dahil edilmemelidir.
Filistin halkı (Gazze’deki direniş, Filistin halkının kendisidir) ile Siyonist rejim ordusu arasındaki çatışmada askeri ve siyasi olarak stratejik denge denkleminin sağlanması, Filistin halkı ve direnişi için büyük bir zaferdir.
Bu mücadele, 1948 Nekbe'sinin (Büyük Felaket) ilk sonuçlarından başlayarak, o dönemde küresel güç dengelerinin savaşı Filistin aleyhine ciddi şekilde bozduğu ve askeri bir hezimetle sonuçlandığı tarihsel bir süreçte yer alıyor.
Ancak bu süreç, Aksa Tufanı operasyonuyla farklı bir noktaya evrildi. Siyonist düşmanın ezici askeri stratejik üstünlüğü, stratejik denge durumuna geriledi.
Bu durum, düşman ve destekçileri olan ABD ile Avrupa ülkelerinin gücünde büyük bir gerilemeye işaret ediyor.
Bugün devam eden taktiksel çatışmalar, Siyonist ordunun zafer kazanma kapasitesinin olmadığını ve mevcut denklemin sürdüğü sürece direnişin, Allah’ın izniyle, kesin zaferine olan inancı daha da pekiştirdiğini gösteriyor.
Direnişin mevcut savaş azmini kararlılıkla sürdürmesi, karşı tarafta, yalnızca Gazze’de değil, aynı zamanda kesin bir şekilde Lübnan cephesindeki savaşta da zafere ulaşacağını kanıtlayan bir yıpranma ve tükenmişlik yarattı. Son iki ayda Lübnan cephesindeki çatışmaların ortaya koyduğu denklem de bunu doğruluyor.
Doğrudur, stratejik denge denklemi, bu, düşmanı yenilgi ilanına zorlayacak mutlak bir askeri sonuca ulaşmamış olsa da şu anda Gazze ve Lübnan’daki direnişin lehinedir.
Yine de çatışmalar tüm şiddetiyle devam ediyor ve hem Netanyahu hem Biden, savaşı sürdürmeye ve toplu katliam suçlarını işlemeye kararlı.
Fakat bu durum, üç aylık süre boyunca mutlak zafer ya da sonuç alamamış olmalarının bir zayıflık ifadesi.
Bu nedenle, ateşkes anlaşmaları her ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, Filistin ve Lübnan cephelerinde Siyonist rejimin kaçınılmaz yenilgisine şüphe düşürülmesine izin verilmemeli.
Son ayların savaş deneyimi, bu değerlendirmeye dayanak oluşturarak mevcut savaşın ve önümüzdeki günlerin, haftaların ve ayların gidişatına ışık tutuyor.
Diğer bir açıdan, şunu hatırlatmak gerekir ki bir halk veya bir direniş, geleceğini belirleyecek bir savaşın içindeyken, zafere olan inancı sarsacak bir söyleme asla izin verilmemeli ve bu tür söylemler dikkate alınmamalı.
Bir savaşa giren halk ya da direnişin bu savaşı kazanması gerekir. Hele ki Gazze Şeridi’nde olduğu gibi sıfır mesafeli çatışmalarda ve Lübnan cephesinde olduğu gibi her gün elde edilen zaferler göz önüne alındığında bu gereklilik daha da netleşiyor.
Bu noktada, uluslararası güç dengesinin doğru bir şekilde değerlendirilmesi de önemli. Özellikle ABD’nin Trump dönemiyle birlikte içeride ve dışarıda yaşadığı zayıflıklar ve Biden yönetiminin ABD’ye yüklediği sorunlar, özellikle Netanyahu-Biden ittifakı üzerinden Filistin halkına yönelik soykırım savaşında ABD’nin sorumluluğu düşünüldüğünde, dikkatlice incelenmeli.
Başka bir deyişle, küresel kamuoyu ve toplu katliam suçlarını kınayan gösteriler; Siyonist rejim, ABD ve Batı’nın genel olarak Gazze ve Lübnan savaşlarındaki rollerine duyulan öfkeyi ifade ediyor.
Her ne kadar bu gösteriler şu ana kadar savaşı durdurmaya yetmemiş olsa da güç dengeleri değerlendirilirken bu faktörün hesaba katılması gerekiyor.
Son on üç ay boyunca Gazze Şeridi'ndeki savaşı durdurmaya yönelik küresel ve bölgesel baskıların hâlâ devam ettiği ve önümüzdeki dönemde etkisini daha da artırması bekleniyor.
Dünya, Netanyahu’nun Gazze’de işlediği ve şimdi Lübnan’a kadar genişlettiği suçlardan ve izlediği politikalardan ötürü giderek daha fazla öfke doluyor.
Biden’ın aksine, Trump’ın acil öncelikleri arasında, Netanyahu ve Biden’ın Gazze’de başlayıp Lübnan’a taşıdığı, başarısız, anlamsız ve sivilleri yok yere katleden politikaları desteklemek yer almıyor.
Bu durum, Netanyahu ve Biden’ın sürdürdüğü ve mutlak zafer elde edemediği savaşın, Trump’ın projelerini, hatta İsrail’i desteklemeye yönelik girişimlerini dahi zorlaştıracağı anlamına geliyor.
Dünya ve halklar, her ülkenin kendi sebepleriyle, Gazze’deki savaşın daha uzun süre devam etmesine tahammül edemez hale geldi. Netanyahu’nun politikaları bardağı taşıran son damla oldu.
Bu nedenle, Gazze’deki direniş ve halk, savaşın sonuna gelmiş veya sonuna çok yaklaşmış durumda. Tüm ağır bedellere ve yaşanan zorluklara rağmen, direniş ve Gazze halkı, dünyada hayranlık, sevgi ve insanlık onurunun bir sembolü olarak görülüyor. İnsanüstü sabır ve cesaretleriyle halkların kalbinde bir efsane haline geldiler. Şimdi geriye sadece biraz daha sabır kaldı ki Allah’ın izniyle zafer gelsin ve suçlular hezimete uğrasın.
Son olarak, Lübnan’da bir ateşkes anlaşmasının imzalanmasıyla, bu anlaşmanın Hizbullah’ın şartlarına uygun olarak gerçekleştirilmesinin, Gazze’deki direnişi nesnel olarak ve genel anlamda güçlendireceği göz ardı edilmemeli. Bu kritik dönemde fırsatçı davranışlara asla izin verilmemeli.
Aksine, savaşta direnişin ortağı olan tarafın hemen desteklenmesi ve bu anlaşmanın Netanyahu ve Amerika’nın bir yenilgisi olarak kabul edilmesi gerekiyor.
Çeviri: YDH