İsrail, saldırılarını ne kadar sürdürecek?

10 Mart 2025

"Lübnan, saldırıları alan konumunda mı kalacak, yoksa silahın gücünü yeniden dayatmanın zamanı mı geldi?"

YDH - Siyonist rejimin Güney Lübnan’a yönelik saldırıları, uzun süredir devam eden politikasının bir parçası olarak sürüyor. Lübnan devleti, diplomatik kınamalar dışında somut bir adım atamazken, Hizbullah ise İsrail’in provokasyonlarına karşı dikkatli ve stratejik bir duruş sergiliyor. El-Ahbar gazetesi yazarı Hüseyin Sabra'ya göre İsrail, Lübnan ordusunu caydırıcı bir güç olarak görmezken, direnişin varlığına karşı daha temkinli hareket etmek zorunda kalıyor. Mevcut durum uzun vadede sürdürülemez görünüyor ve İsrail’in artan saldırıları, bölgede yeni bir savaşın kaçınılmaz olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor.

Önceki gün (cuma) ve dün (cumartesi) İsrail’in Güney Lübnan’a yönelik saldırıları, onlarca yıldır süregelen düşmanca yaklaşımının bir devamı olmaktan başka bir şey değildi. Tel Aviv, Güney Lübnan’ı egemen bir toprak olarak değil, kendi emellerine açık bir alan ve bölgedeki askeri ve siyasi mesajlarını iletebileceği bir platform olarak görüyor.

Göreceli bir sükûnetin ardından gelen bu saldırılar, Lübnan’ın egemenliğini ve savunmasını tartışanlara önemli bir soru yöneltiyor: Lübnan, İsrail saldırılarına karşı sadece hedef olmaya devam mı edecek, yoksa devletin caydırıcı bir adım atmasının zamanı geldi mi?

Güney Lübnan, tarih boyunca Lübnan’ın ilk savunma hattı oldu ve egemenliğini korumak için mücadele verdi. Ancak bugün, sürekli tekrarlanan saldırılar altında, siyasi ve askeri yapılarıyla Lübnan devleti, diplomatik kınama açıklamalarının ötesine geçen bir tepki veremez hale gelmiş görünüyor.

Öte yandan Hizbullah, ateşkes denetleme komitesine ve ilgili taraflara sürekli fırsatlar tanıyarak itidalli bir duruş sergilemeye devam ediyor.

Fakat İsrail’in süregelen provokasyonları karşısında, Hizbullah’ın sonsuza kadar sessiz kalması mümkün değil.

Ordunun dengelerdeki yeri

2006 Temmuz Savaşı'nın ardından alınan 1701 sayılı BM kararı gereği, Lübnan ordusunun güneyde konuşlanması şart koşulmuştu.

Teoride Lübnan ordusu, UNIFIL (Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü) ve ABD'nin başkanlık ettiği ateşkes gözlem komitesiyle koordineli bir şekilde sınır güvenliğinden sorumlu.

Ancak pratikte, İsrail’in güney Lübnan’da yürüttüğü askeri operasyonlar, Lübnan ordusunun herhangi bir etkisi olmadan gerçekleşiyor.

Sorun, ordunun kendisinde değil, hareket alanını belirleyen siyasi iradede yatıyor. Lübnan’daki farklı gruplar, ordunun güneydeki tek güvenlik gücü olmasını savunuyor.

Fakat bölgesel dengeler, bu durumun zorla sağlanmasını imkânsız kılıyor. Gerçek şu ki, ordu ne gerekli donanıma ne de siyasi desteğe sahip. Bu nedenle, İsrail’in Lübnan topraklarını bombalamasını ya da işgal etmesini engelleyecek bir askeri kapasiteye sahip değil.

Lübnan ordusunun Güney'de konuşlandırılması, 2006 Temmuz Savaşı'nın ardından gelen ve son saldırıdan sonra daha da güçlendirilen 1701 sayılı uluslararası kararın temel şartlarından biriydi.

Teoride, ordu Lübnan-Filistin sınırı boyunca güvenliği sağlamaktan sorumlu, BM Barış Gücü (UNIFIL) ve ABD başkanlığındaki ateşkes denetleme komisyonu ile koordinasyon içinde.

Ancak pratikte, İsrail tarafından Güney'de gerçekleştirilen tüm askeri operasyonlar, ordunun rolünün doğrudan bir etkisi olmadan gerçekleşiyor.

Sorun ordunun kendisinde değil, onun hareketlerini yöneten siyasi kararlarda yatıyor. Askeri kurum, hem iç hem de dış baskı altında.

Bir yanda, Güney'de güvenliği sağlaması gereken tek güç olarak ordunun olmasını talep eden Lübnanlı taraflar var; diğer yanda ise bu denklemi zorla uygulamayı imkansız kılan bölgesel dengeler mevcut.

Ancak sahada durum tamamen farklı: Ordu, İsrail'in saldırılarını caydıracak veya Lübnan topraklarının bir kısmını işgalini engelleyecek ne imkanlara ne de siyasi kararlılığa sahip.

Lübnan hükümeti: Sessizlik kabullenmeye mi dönüşüyor?

İsrail her Güney'i bombaladığında, Lübnan devleti bir kınama açıklaması yayımlıyor ve ardından her şey normale dönüyor.

Bu resmi tutum artık sadece siyasi bir zayıflık değil, aynı zamanda Lübnan'ın saldırılara açık bir alan olduğunu kabullenmeye benzeyen bir hal aldı.

Lübnan hükümeti, bakanlar kurulu açıklamasında bu saldırıları kabul etmeyeceğini ve hiçbir Lübnan toprağının işgaline izin vermeyeceğini belirtse de, İsrail ile herhangi bir yüzleşmenin büyük siyasi ve kişisel karmaşıklıklar doğuracağını iyi biliyor.

Fakat bu daimi sessizlik, egemenlik kavramı hakkında soruları da beraberinde getiriyor: Bir devlet, toprakları üzerinde karar sahibi olduğunu iddia ederken, düşmanın herhangi bir caydırıcılık olmaksızın sürekli saldırılar düzenlemesine nasıl izin verebilir?

Ayrıca, Lübnan'ın tutumunda dış faktörler de büyük bir rol oynuyor. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, herhangi bir askeri tırmanışı önlemek için sürekli baskı uyguladıklarını iddia ediyorlar ama aynı zamanda Lübnan'ı bu saldırılardan korumak için gerçek bir garanti sunmuyorlar.

Sonuç, Güney'i İsrail'in herhangi bir askeri macerasına açık bırakan bu siyasi durgunluk.

Hizbullah'ın tepkisi ne olacak?

2006'dan bu yana, Hizbullah açık bir caydırıcılık denklemi oluşturdu: İsrail'in herhangi bir saldırısı bedelsiz kalmayacak.

Bu denklem, bölgedeki tüm gelişmelere ve İsrail'in sınırlarını test etme girişimlerine rağmen ayakta kaldı. Fakat, İsrail yeniden bir yüzleşmeye gitmeye karar verirse ne olacak?

Hizbullah, rastgele tepkilerle değil, sürdürülebilir bir çatışma dengesi sağlamaya dayanan net bir stratejiyle hareket ettiğini söylüyor. Ancak bugün, Lübnan devletinin direnişi Litani Nehri'nin kuzeyine çekme ve askeri kurumun kontrolü ele alması yönündeki ısrarı nedeniyle bu dengeyi göremiyoruz.

Ayrıca, saldırılar ve Suriye'deki gelişmelerin birlikte yarattığı yeni gerçeklik de bu durumu etkiliyor.

Bugün mesele sadece direnişin askeri kapasitesi değil, aynı zamanda siyasi hesaplar. Hizbullah, Lübnan'ın bu hassas döneminde geniş çaplı bir tırmanışın, İsrail'in onu kendi istediği bir zamanda savaşa çekme planının bir parçası olabileceğinin farkında.

Dolayısıyla [Hizbullah], şimdiye kadar sakinliğini koruyor ve aynı zamanda karmaşık güvenlik ve siyasi koşullar altında kapasitesini yeniden inşa ediyor.

İki ordu, iki farklı ölçek mi?

İsrail'in Lübnan'a yaklaşımı, direnişin varlığı ve yokluğu arasında tamamen farklı. 1982'den önce, Güney sadece Lübnan devletinin kontrolündeyken, İsrail'in suikastlar gerçekleştirmesini, tüm kasabaları ve köyleri bombalamasını ve Lübnan topraklarının geniş bir kısmını işgal etmesini engelleyen hiçbir caydırıcılık yoktu.

1982 işgali bile başlangıçta ciddi bir direnişle karşılaşmadı ve İsrail'in Beyrut'u işgal etmesine kadar kolayca ilerlemesine izin verdi.

Ancak direnişin ortaya çıkmasıyla birlikte, durum tamamen değişti. İsrail artık operasyonlarını bir karşılık hesabı yapmadan gerçekleştiremiyor ve askeri maceralar çok daha maliyetli hale geldi.

Buradaki fark bariz: Lübnan devleti tek başınayken İsrail onun egemenliğini hiçe sayıyor; ancak direniş denklemin bir parçası olduğunda, İsrail her adımını dikkatlice hesaplamak zorunda kalıyor.

Savaşa geri dönüş mü?

Tüm göstergeler, savaş olasılığının hala geçerli olduğunu ama hiçbir taraf için birinci seçenek olmadığını gösteriyor.

İsrail, direnişin bugün ne askeri kapasitesini ne de Lübnan ve bölgedeki halk desteğini kaybetmediğini biliyor.

Bu durum, Hizbullah'ın eski liderleri Hasan Nasrullah ve Haşim Safiyuddin için yapılan cenaze törenlerinde ve İsrail güçlerinin Güney'de kalma süresi dolduğunda sınır köylerine yapılan yürüyüşlerde açıkça ortaya çıktı.

Sorun şu ki, mevcut denge sonsuza kadar sürdürülemez ve her yeni saldırıyla birlikte bu durumu büyük bir patlamaya yol açmadan korumak daha da zorlaşıyor.

Bugün Güney Lübnan'da yaşananlar, uzun vadeli bir çatışma yönetimi, ancak İsrail'in kademeli bombalama politikasına ve Lübnan hava sahasında hareket özgürlüğünü dayatma girişimlerine devam etmesi durumunda, bu durum bir noktada yeniden kapsamlı bir yüzleşmeye dönüşebilir.

Lübnan: Savaş ve savaşsızlık arasında

İsrail, stratejisi gereği tepkileri test etmeye ve direnişle karşılaşmadığı yerlerde ilerlemeye dayalı olduğu için saldırılarını kendi kendine durdurmayacak.

Bu bağlamda, soru sadece Hizbullah'ın rolü veya Lübnan devletinin tutumu değil, aynı zamanda alınması gereken kararla ilgili: Lübnan, saldırıları alan konumunda mı kalacak, yoksa silahın gücünü yeniden dayatmanın zamanı mı geldi?

Çeviri: YDH