Lübnan-Suriye çatışmasını yönlendiren gizli eller

28 Mart 2025

"Kamuoyu algısını manipüle etme girişimleri açıktı: Kasıtlı medya dezenformasyon kampanyaları, çatışmalara Hizbullah'ı dahil etmeye çalıştı. Colani hükümeti bile bu çizgiyi zorladı."

YDH - Suriye'de Beşşar el-Esed hükümetinin çöküşü ve HTŞ'nin yönetimi devralması, Lübnan'da güvenlik sorunlarını ve mezhepsel gerilimleri tırmandırdı. Bu durum, mülteci akınına, sınır çatışmalarına ve özellikle Hizbullah karşıtı gruplara yönelik silah kaçakçılığının artmasına neden oldu. Bölgesel ve Batılı aktörlerin, Sünni-Şii fitnesini körükleyerek Lübnan'ı istikrarsızlaştırmaya çalıştığı ve bu kaos ortamından faydalanarak muhtemelen uluslararası müdahale zemini hazırladığı görülüyor. Gazeteci Tamjid Kobaissy'e göre, Lübnan güvenlik güçleri durumu kontrol altına almaya çalışsa da, "gizli eller" tarafından yönetilen provokasyonlar ve dezenformasyon kampanyaları iç barışı tehdit etmeye devam ediyor.

Suriye'de Beşşar el-Esed hükümetinin Aralık ayında çökmesi ve Ahmed eş-Şaraa (Ebu Muhammed el-Colani) liderliğindeki Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) yönetimi devralması, Lübnan'ın güvenlik kurumları için dönüm noktası oldu.

Lübnan'ın bazı bölgelerinde kutlama amacıyla havaya ateş açılması ve silahlı grupların Şam'daki yeni rejimle aynı hizaya gelmesiyle birlikte, aşırılıkçı grupların ortaya çıkışı ve Hizbullah'a düşman aşırılıkçı Sünni militanların eline silah akışı olması anında endişe yarattı.

Bu korkular, Esed hükümetinin düşmesinden bir aydan biraz fazla süre sonra, Colani ile eski Lübnan Başbakanı Necib Mikati arasında Lübnan'ın güvenlik bürokrasisinin de katıldığı ilk resmi görüşmede açıkça ortaya kondu.

Başarısız geçiş süreci ve üretilen kaos

Yeni Suriye yetkilileri sınır kontrolü konusunda her zamanki güvenceleri verirken ve önceki yılların kaosunu tekrarlama niyetinden uzak durduklarını belirtirken, Colani kendi uyarılarını yaptı; özellikle de kuzey Lübnan'da oluşan IŞİD hücreleri hakkında.

Ancak ardından yaşananlar farklı tablo çizdi: Colani'nin bir zamanlar ittifak kurduğu gruplar üzerindeki otoritesinin azaldığını düşündüren, tırmanan olaylar dizisi yaşandı.

Suriye içinde, geçici cumhurbaşkanının başarısızlığı daha da belirgindi. HTŞ güçleri Şam'ı güvence altına alırken, başta Aleviler ve Şiiler olmak üzere azınlıklar artan korkularını dile getirdi. Sadece ilk hafta yaklaşık 50 bin kişi Lübnan'a kaçarak doğu, kuzey ve Beyrut'un güney banliyölerine sığındı.

Korkuları kısa sürede haklı çıktı. İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne (SİHG) göre, 1383 sivil, sahil bölgelerindeki katliamlarda öldürüldü.

Bunun Lübnan'a yansıması anında oldu: Mezhepçi sarsıntılar, kırılgan kuzeyi ve Şii nüfuslu doğu sınır köylerini sarstı.

Uzun süredir Suriye sınır kasabalarına yerleşmiş olan Lübnanlı aşiretler, artan şiddet ve şüphe ortamında kendilerini dışlanmış buldu.

İkinci göç dalgası bunu takip etti. Bu kez, sahil bölgelerindeki kanlı olayların ve HTŞ'nin yükselişinin ardından tahminen 90 bin Suriyeli daha Lübnan'a geçti.

Çoğu gayri resmi geçiş noktalarından girdiğinden, doğru sayım yapmak neredeyse imkansızdı.

Buna karşılık, çoğunlukla yeni düzenin destekçisi olan 10 bin ila 15 bin Suriyeli yasal yollarla evlerine döndü.

Bir strateji olarak mezhepçi fitne

Güvenlik cephesinde, Lübnan ordusu daha geniş çaplı tırmanışı önlemek için harekete geçti ve tek tük çatışmalar dışında büyük ölçüde başarılı oldu.

Fakat sahil katliamları, hızla daha büyük, devam eden, on yıllardır süren Batı projesinin —Sünni-Şii fitnesi— malzemesi hâline geldi.

Bu anlatı bölgesel medya tarafından benimsendi ve büyütüldü; Hizbullah'ın suikasta uğramadan kısa süre önce uyardığı mezhepsel çatışmaları yeniden alevlendirme girişimiydi:

Hizbullah'ın merhum Genel Sekreteri Hasan Nasrullah, "İstihbarat teşkilatları, Aksa Tufanı yatıştıktan sonra, sonuçlarından biri olan Müslümanların Siyonist projeyle yüzleşmedeki birliğini bastırmak için mezhepsel çekişmeyi yeniden canlandırmaya çalışabilir," demişti.

Bu mezhepçi proje yeni değil, bağlama göre evriliyor. Maksadı, Batı Asya ve Kuzey Afrika'daki Müslüman toplumların içsel yıkımıdır; direniş çabalarını, bölgeyi iç çatışmalara boğarak İsrail'le yüzleşmekten uzaklaştırmaktır.

Nihai faydalanıcılar Batı'nın iktisadi çıkarlarıdır. Mezhepçi, etnik, ideolojik fay hatları sömürülecek birer yakıttır ve bir kez ateşlendiğinde çöküş tam olur.

Karmaşık mezhepsel yapıları ve stratejik değerleriyle Lübnan, Irak ve Suriye listenin başında yer alıyor.

Bu kez fitne anlatısı girişini Suriye üzerinden buldu. Şiddet hızla Lübnan sınır kasabalarına sıçradı, insanlar arası ilişkileri daha da zehirledi ve Suriyeliler ile Lübnanlılar arasında kin tohumları ekti.

Kamuoyu algısını manipüle etme girişimleri açıktı: Kasıtlı medya dezenformasyon kampanyaları, çatışmalara Hizbullah'ı dahil etmeye çalıştı. Colani hükümeti bile bu çizgiyi zorladı.

Ancak The Cradle'a konuşan kaynaklar, Hizbullah'ın doğrudan veya dolaylı rol oynamadığını doğruluyor.

Lübnan'ın katılımı, Bekaa aşiretleri ve milli ordu ile sınırlıydı. Çatışmayı fitneci gündeme hizmet etmek için kullanan taraflar olduğu açıktır.

Beşinci kol provokasyonları

Sızan bilgiler şimdi daha geniş planın ne olabileceğine işaret ediyor: Kuzeydeki Arida'dan doğudaki Masnaa'ya kadar tüm Lübnan-Suriye sınırı boyunca uluslararası güçlerin konuşlandırılması.

Belirtilen hedef sınır kontrolü; direniş örgütlerine silah sevkiyatını önlemek.

Ancak bu, HTŞ'nin saldırıları tırmandırmasını ve Hizbullah'ı suçlamasını gerektirecektir; böylece işgal devletine saldırmak için bahaneler verilecek ve barışı koruma kisvesi altında "uluslararası istikrar güçleri" davet edilecektir.

Bu arada dezenformasyon makinesi tam gaz çalışmaya başladı.

Sosyal medyada Emel Hareketi ve Hizbullah'a bağlı belediyelerin adları altında sahte açıklamalar yayımlanarak Suriyeliler yakın saldırılar konusunda uyarıldı.

Bunlara hızla Sünni çoğunluklu kasabalardan gelen sahte yanıtlarla karşılık verildi ve Şii sakinlere Suriyelileri hedef almamaları uyarısı yapıldı.

Bunu birkaç gerçek saldırı izledi. Beyrut'un güney banliyösü Bir el-Abed'de üç kişi Suriyeli sakinlere saldırdı.

Şiyah'ta altı adam Suriyelileri durdurdu, telefonlarını aradı ve onları zorla dışarı attı; ta ki yerli halk saldırıyı durdurmak için müdahale edene kadar.

Buna karşılık, Emel Hareketi Yerel Yönetimler Dairesi ve Hizbullah Yerel Yönetimler Çalışma Birimi ortak bildiri yayınlayarak halkı yabancı gündemlerin hizmetindeki iç çekişme tuzağına düşmemeye çağırdı.

Lübnanlı yetkililere, kışkırtmanın arkasındakileri derhal soruşturmaları ve yargılamaları çağrısında bulundular.

The Cradle'a konuşan Gubeyri Belediye Başkanı Maan el-Halil, sahte açıklamaları, hassas anda iç güvenliği istikrarsızlaştırmak için tasarlanan, Lübnan topraklarından fırlatıldığı iddia edilen "şüpheli [faili meçhul] roketlere" benzetti.

El-Halil, kampanyayı beşinci kolun başlattığını, fırsatçıların da bunu takip ettiğini söyledi.

Konunun artık Lübnan hükümetine ve Suriyeli mültecilerin varlığını denetleyen kurumlara ait olduğunu ekledi.

Aşırılıkçı gruplara silah akışı devam ediyor

Artan sınır denetimine rağmen, The Cradle'ın edindiği bilgilere göre silahlar hâlâ Lübnan'a giriyor, fakat eskisinden daha küçük miktarlarda. Hafif ve orta kalibreli silahlar sızmaya devam ederek aşırılıkçı gruplara ve silah kaçakçılarına ulaşıyor.

Şimdi, son sınır çatışmaları ve Lübnan'ın daha sıkı uygulamaları nedeniyle kaçakçılık operasyonları daha gizli hâle geldi.

Ancak karaborsada talebin artmasıyla fiyatların tekrar yükselmesi bekleniyor, bu da kaçakçıları yeni rotalar ve yöntemler denemeye motive edecektir.

Suriye hükümetinin çöküşünün ardından piyasa silahlarla doldu ve fiyatlar düştü.

Aylarca oranlar sabit kaldı: Rus Kalaşnikofları 1000 dolardan 550-650 dolara, Çin tüfekleri 700 dolardan 450 dolara ve AKS 3 bin 500 dolardan 2 bin 500 dolara düştü.

Bir zamanlar Suriye ordusu subaylarının taşıdığı Makarov tabancası şimdi 1000 dolardan 650 dolara satılıyor.

Fakat fiyatlar bölgeye göre değişiyor; kuzey ve doğu sınır bölgelerinde daha keskin düşüşler görülüyor.

Kaynaklar, şubat ve mart aylarında Beyrut'taki Sabra ve Şatilla kamplarına iki silah sevkiyatının girdiğini söylüyor. C.H. olarak bilinen kaçakçı, geçen ay askeri istihbarat tarafından tutuklanan ancak kısa süre sonra serbest bırakılan ve başka sevkiyat yapmaya devam eden bednam mezhepçi Şeyh Ahmed el-Esir ile bağlantılı Selefi.

The Cradle Lübnan askeri istihbaratıyla temasa geçtiğinde yanıt manidardı:

"Asıl planlayıcı J.H. değil. Arkasında Esir'e yakın, daha üst düzey biri var ve ona yaklaşıyoruz."

Mezhepçilik otorite haline geldiğinde

Trablusşam'da ordu istihbaratı, IŞİD ile bağlantılı hücreyi çökertti.

Grup, planlı saldırılar için silah satın alıyordu ve aktif olarak eleman topluyordu.

Bu arada istihbarat, firari Şadi el-Mevlevi'nin kuzey Lübnan'daki uyuyan hücreleri harekete geçirmeye çalıştığını gösteriyor.

Eski Başbakan Mikati, kısa süre önce Trablusşam'ın kilit isimleriyle evinde güvenlik zirvesi düzenleyerek silah sorununu, artan mezhepsel olayları ve Suriye sahilinden Cebel Muhsin'e yerinden edilmiş Alevi ailelerin akınını ele almıştı.

Güvenlik kurumları ayrıca ülke genelindeki mahallelerde kök salmış Suriyeli apartman görevlilerini de izliyor; bazıları casusluk veya aşırılıkçı gruplarla bağlantı şüphesi altında.

Geçen ay Beyrut'un güney banliyölerinde biri tutuklandı. Son İsrail saldırısı sırasında Hizbullah, casusluk veya HTŞ ya da IŞİD gibi militan gruplara mensup olma şüphesiyle yaklaşık 50 Suriyeliyi gözaltına aldı.

Diğerleri hırsızlık veya uyuşturucuyla ilgili suçlardan tutuklandı.

Sonuç olarak, mezhepsel veya ideolojik çatışmaya doğru herhangi iniş yalnızca bir güce hizmet eder: ABD.

Soru şu ki, Suudi-İran yakınlaşması, OPEC+'nın artan bağımsızlığı ve bölge kitlelerinin Filistin'e artan desteği göstermesiyle olduğu gibi, Batı Asya'daki gidişat Washington'un tasarımlarına karşı dönmeye devam edebilir mi?

Çeviri: YDH