SAAF-Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi Hayal Perdesi Sinema Topluluğu’nun geçtiğimiz Haziran ayında Mecid Mecidi ile gerçekleştirdiği atölye çalışmasının ürünü olan “Mavi”nin gösteriminde, atölyenin devamı için İstanbul’da bulunan İranlı yönetmenle bir söyleşi gerçekleştirildi. Bu söyleşiden derlediğimiz kısa bir bölümü sizlerle paylaşıyoruz…
İran ve Türk sinemasının dünya çapında sinemalar yapamamasının sebebi yalnızca maddi imkansızlıklar mı?
Bence maddi imkansızlıklardan öte bunun sebeplerini bakış açısında ve ideolojide aramak lazım. İran sinemasının başaraısı da bakış açısıyla alakalı. Türkiye’ de İran sinemasının bilinmemesi kültürel ve kimliksel bir sorun bence.
İran’da sinema bilindiği gibi devrimden sonra yükseldi. Fakat halen sinemada çok ağır bir sansür uygulanıyor. Bir yönetmen olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz? Eğer sansür olmasaydı İran sineması ne durumda olurdu?
Cevabım zaten sorduğunuz soruda saklı. Siz de sorunuzda zaten söylediniz, İran sineması devrimden sonra yükseldi. Şu an sahip olduğu bu başarıyı devrimden aldığı enerjiye borçlu diye düşünüyorum. Devrimden önceki döneme baktığımızda kaliteli filmlerin sayısı iki elin parmağını geçmez, ama devrimden sonra çok kaliteli eserler çıktı. Gençler kendileri için ortamın hazır olduğunu gördüler ve cesaretle bu işe atıldılar. Diğer sanat dalları için de bu böyle.
Devrimden sonra sanatta bir yükseliş oldu. Hem İran’daki sansür hakkında ne kadar bilginiz var ki? Kimseyi savunmak istemiyorum, sadece gerçekleri söylüyorum. Halkın %95 inin onayladığı bir İslam hükümetinde bu gayet normal bir şey. Batılıların ve batılı değerleri benimsemiş kişilerin gözünde sansür olan şeyler aslında bizim için birer değer.
Batı’nın genelde sansür diyerek suçladığı şey cinsellik unsurudur. Ama biz bunu sansür olarak algılamıyoruz. Batının Doğulu toplumlara empoze etmek istediği düşünce biçimini kabullenmiyoruz. Mesela Fransa’ da her türlü özgürlüğün olduğunu söylüyorlar. Ama liselerde başörtüsü yasak biliyorsunuz. Demek istediğim kendi çıkarlarının olduğu yerde bazı kuralları faşistçe uyguluyorlar. Toplumsal ve sanatsal her şeye kendi gözümüzden bakmalıyız, başkalarının gözünden değil.
Ben Müslüman bir sanatçı olarak hiçbir zaman öyle hissetmedim. Bu ahlaki konuları bir kenara bırakırsak, siyasi konulardaki sansürleri reddetmiyorum. Ama her ülkede kendi rejimini koruma amaçlı kurallar koyabiliyor. Biz İslam devleti olduğumuz için her şey göze batıyor. Hatta Çin’ e film çekmeye gittiğimizde binaları çekerken bile şunları çekemezsiniz, sadece bunları çekebilirsiniz diye sansür uyguladılar bize. Orda önce filminin senaryosunu yazıp onaylatıyorsun sonra çekimlerde her sahneyi kontrol ediyorlar ve kural dışı en ufak bir şey olduğunda filmin çekimini durduruyorlar. Ama sıradan bir insana sorsanız Çin’de mi sansür daha çok İran’da mı diye, tabii ki İran’da diyecektir. Bu da içinde bulunduğumuz sistemden kaynaklanıyor.
Size göre sinemanın tanımı nedir?
Sinema dünyadaki en etkili iletişim aracıdır. Her çeşit mesajı içine yerleştirebileceğiniz bir iletişim aracıdır. Yahudiler, Hristiyanlar, Budistler vb. siyasi amaçlarını sinema diliyle anlatmaya çalışıyorlar. En karmaşık siyasi konuları bile Amerika’da Hollywood sinemasıyla kişilere ulaştırıldığını görürsünüz. Sinema bu yüzden son derece belirleyicidir. Bu yüzden Müslüman sanatçıların sorumluluğu çok büyük. Müslümanların merhamet ve şefkat duygularını ince bir şekilde vermeleri gerekiyor. Bugün Batı’da İslam deyince sansür, şiddet, Taliban akla geliyor. İçinde yaşadığımız yüzyılda Müslümanların görevinin bu olduğunu düşünüyorum; İslam’ı doğru şekilde tanıtmak.
Filmlerinizde genelde Batı toplumunun uzak olduğu duyguları işliyorsunuz. Batı’da bu filmin anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
Benim üç filmim de Batı’da ticari olarak da sanatsal olarak da çok büyük başarılar elde etti. Hatta Batı’da elde ettiği başarıyı ve etkiyi Doğu’da yakalayamadı. İyi film yapmak bence yeterli değil. Bunu iyi bir şekilde dağıtabilmek, insanlara ulaştırabilmek de önemli. Çoğu dağıtım şebekeleri, haber ajansları, basın yayın organları Yahudi sermayesine ait. Bunların hepsi belli bir bakış açısını aşılamak için güzel yollar.
Tasavvufi anlayış ışığında şekillenen bir müslüman sinemasının dışında alternatif bir müslüman sineması oluşturabilmek mümkün mü?
Ben bunu tasavvufi yahut irfani sinema olarak değil fıtrat sineması; yani insaniyeti, aşkı, adaleti ve sevgiyi mesele edinen sinema olarak görüyorum. Çünkü bunlar Allah’ın insanların içine yerleştirdiği duygular. Bütün sanat dallarında da ben buna yakın olmanın gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu hem fıtrat dili, hem Kuran dili, hem de sanat dili. Biz her sanat dalında bunu başarabilirsek herkese ulaşabiliriz.
Gerçekleştirmek istediğiniz en büyük proje nedir?
Yapmak istediğim en büyük şey Kuran’ın diline ulaşmak ve bunu sanatın, sinemanın diline aktarmak. Çünkü Kuran dilinin şiirsel bir boyutu olduğuna inanıyorum.
Türk sineması kültürel anlamda parçalara bölünmüş bir sinema. Doğu’ya dönük yüzü maalesef oryantalist, Batıya dönük yüzü ise taklitten öteye geçemiyor. Bu zihinsel parçalanma hakkında ne düşünüyorsunuz?
İslam dünyasında ve Doğu’da ben bu durumu köklerinden uzaklaşmış bir ağaca benzetiyorum. Nasıl ki ağaçlar bazen yeşerseler de köklerinden uzak olduklarında meyve veremezler. İnsan zayıf olsa dahi bir şeye inanıyorsa başarılı olacaktır. Ama benzetmeye çalışıyor ve taklit ediyorsa başarılı olamaz. Bir sanatçının kendi kimliği olmalı. Yalnızca sanat için sanat derler. Kültürü, kimliği kabul etmezler. O zaman bu özelliksiz, renksiz bir sanat olacaktır.
Gülsüm KAVUNCU