YDH- Lübnanlı politik analist Muhammed Hasan Süveydan, Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım’ın 18 Nisan’daki açıklamalarını, Lübnan medyasındaki söylemlerin kaybolan umutların yansıması olarak değerlendiriyor.
The Cradle medya organında yer analizinde Süveydan, Batı yanlısı siyasi aktörler ve medya elitlerinin, yıllardır direnişin silahsızlandırılması ve İsrail ile normalleşmenin kaçınılmaz olduğu yönünde bir algı inşa etmeye çalıştığını belirtiyor.
Ancak Kasım’ın kararlı tutumu, direnişin silahsızlandırılmayacağı ve işgalci devletin ebedi düşman olarak kalacağı mesajını net biçimde verdi.
Süveydan, Kasım 2024’teki ateşkesten bu yana Lübnan’ın, normalleşmeyi ulusal çıkar olarak pazarlayan kapsamlı bir bilişsel saldırıya maruz kaldığını ifade ediyor.
NATO belgelerine atıf yapan Süveydan, sürecin, toplumun düşünce yapısını ve ahlaki sınırlarını aşındırmayı hedefleyen sekiz aşamalı bir plan doğrultusunda ilerlediğine dikkat çekti:
‘’Lübnan'da bu oyun kitabı sekiz farklı ve bilinçli aşamada kendini göstermiştir. Anlatıların yeniden çerçevelendirilmesinden psikolojik direncin yumuşatılmasına ve nihayetinde işgalciye ahlaki meşruiyet kazandırılmasına kadar uzanan bu bilişsel kampanya, İsrail ile normalleşmenin sadece kabul edilebilir değil, aynı zamanda kaçınılmaz görünmesini sağlamaya çalışıyor.’’
İlk aşamanın 'anlatı mühendisliği' olduğunu belirten Muhammed Hasan Süveydan’a göre, Lübnan’da yürütülen süreç, Robert Entman’ın Çerçeveleme Teorisi'nde tanımlandığı üzere, "işgal" ve "direniş" gibi kavramların yerine "bir arada yaşama" ve "entegrasyon" gibi daha yumuşak terimlerin kullanılmasını hedefliyor.
Süveydan, bu sürecin, korku yerine umut, caydırıcılık yerine ise diyalog gibi duygusal ipuçları üzerinden kamu algısını yeniden şekillendirmeye çalıştığını ifade ediyor.
Normalleşme söyleminin, politikacılar, gazeteciler ve ekonomistler aracılığıyla iş, yatırım ve istikrar vaatleriyle güçlendirildiğini belirtiyor.
Ayrıca, Robert Zajonc'un "sadece maruz kalma etkisi" teorisine atıfla, kavramın sürekli tekrar edilmesinin toplumda aşinalık yaratarak direnci azalttığına dikkat çekiyor.
Süveydan, Mart 2025’teki ABD destekli sınır müzakereleri gibi adımların da etkisiyle, İsrail ile normalleşme olgusunun Lübnan kamuoyunda giderek daha sıradan ve kaçınılmaz bir gerçeklik haline getirildiğini vurguluyor.
Lübnan’da İsrail ile normalleşme sürecinin, kolektif kimliğin dönüştürülmesiyle üçüncü aşamaya geçtiğini belirten Süveydan, Gordon Allport’un “gruplar arası temas hipotezine” dayanan bu aşamanın, Lübnanlı ve İsrailli profesyonellerin tarafsız, siyasi olmayan etkinliklerde bir araya gelmesini amaçladığını açıklıyor.
Eylül 2024’te Kıbrıs’ın Larnaka kentinde düzenlenen iklim zirvesi, Lübnan ve İsrail’den uzmanları bir araya getirerek bu sürecin ilk örneklerinden biri olmuştu. Bu tür organizasyonların amacı, işgalciyi insanileştirerek Lübnanlıların direnişten işbirliğine kaymalarını sağlamak.
Süveydan, Lübnan’daki medya figürlerinin ve siyasi aktörlerin bu dönüşümü manipüle ederek İsrail karşıtlığını uç bir görüş olarak sunduklarını ve normalleşmenin kaçınılmaz olduğu algısını yarattıklarını ifade ederek Lübnanlı milletvekili Velid el-Beyrini’nin, “Lübnan’a barış ve refah getirecekse normalleşmeye evet” şeklindeki açıklamalarının, toplumsal gruplar arasında bir bölünmeye yol açmak amacıyla yapıldığını vurguluyor.
Süveydan’a göre, bu tür söylemler, otorite önyargısı ve sosyal kanıtın klasik bir örneği.
Lübnan halkının büyük çoğunluğunun İsrail’i hâlâ düşman olarak gördüğünü vurgulayan yazar, bu durumun Uluslararası Bilgi Merkezi’nin anketinde de açıkça ortaya çıktığının altını çiziyor.
Bilişsel uyumsuzluğun, özellikle apolitik bölgesel girişimlere katılım yoluyla silah haline getirildiğini belirten Süveydan, Lübnanlıların bu işbirlikçi süreçlere katıldıklarında iç gerilimlerin arttığını vurgulayarak Lübnan’ın işgalciyle aynı platformlarda yer almasının, normalleşme karşıtlığını zorlaştırdığını ifade ediyor.
Süveydan, “kapıya ayak basma” taktiğinin bu sürecin temel stratejisi olduğunu ve her küçük adımın bir sonrakinin önündeki engelleri azalttığını belirtiyor.
Sonuç olarak, Süveydan’a göre, Lübnan’da anlatının yeniden şekillendirilmesi, İsrail’i artık bir varoluşsal tehdit değil, stratejik bir ortak olarak sunmaya yönelik.
Bu sürecin etkisiyle, Lübnan halkının direnişi zayıflıyor ancak, Arap Barometresi ve diğer anketler, Lübnan halkının büyük çoğunluğunun hâlâ normalleşmeye karşı durduğunu gösteriyor.
Muhammed Hasan Süveydan’a göre, Lübnan’da normalleşme süreci, yasal bir boşlukta işlemiyor, zira Lübnan yasalarına göre normalleşme suç.
Lübnan Ceza Kanunu'nun 285. Maddesi, düşman uyruklu kişilerle yapılan anlaşmaları suç sayıyor, 1/1955 sayılı kanun ise İsrailli kurumlarla her türlü anlaşmayı yasaklıyor ancak, Süveydan’a göre, son dönemde “barış” çağrısı yapan sesler artıyor.
Bu seslerin bazıları medya şahsiyetlerinden, bazıları ise milletvekillerinden geliyor ve açıklamaları Lübnan hukukunun reddettiği bir durumu meşrulaştırmayı amaçlayan girişimler olduğu söyleniyor.
Bu girişimler, Gazze'nin toplu mezarları ve Güney Lübnan'ın yakılmış topraklarını, "diyalog" ve "bir arada yaşama" gibi basmakalıp ifadelerle örtbas etmeye çalışıyor.
Süveydan, işgalin artık sınırlara saldırmaktan ziyade zihinlere nüfuz etmeyi hedeflediğini ifade ediyor ancak Lübnan halkının ezici çoğunluğu, yasaların ve şehitlerin anısının bu bilişsel savaşa karşı güçlü bir güvenlik duvarı oluşturduğunu savunuyor.
Lübnan'ın egemenliğinin satılık olmadığını ve direnişinin hala geçerli bir değer taşıdığını belirten Lübnanlı yazar, hafızanın sömürgecilikle bir arada yaşamayı karıştıracak kadar kısa olmadığını vurguluyor ve Şeyh Naim Kasım’ın son konuşmasından bir alıntı ile analizini sonlandırıyor:
‘’Direnişi zorla silahsızlandırmak düşmana hizmet eder ve sadece orduya karşı muhalefet yaratır... Kimsenin direnişi silahsızlandırmasına izin vermeyeceğiz. Direnişe saldıranlarla tıpkı İsrail'e karşı çıktığımız gibi karşılaşacağız. Teslimiyet olmayacak.’’