Suriye'de güven bunalımı: Nüfuz sınırları yeniden çiziliyor

30 Nisan 2025

Suriye'de 8 Aralık 2024’teki darbenin ardından başlayan kriz, sadece siyasi yapıyı değil, sosyal ve dini dengeleri de sarsarak ülkeyi fiili olarak yeni sınırlara sürüklüyor. İçerideki ayrışmalar, dış aktörlerin müdahaleleri ve yeni askeri yapılanmalar, Suriye topraklarının yeniden tanımlandığı bir döneme işaret ediyor.

YDH- El-Ahbar’ın haberine göre, Suriye’de 8 Aralık 2024 günü yaşanan darbe son derece kırılgan bir sosyal, kültürel ve siyasi yapıyı ortaya çıkardı.

Darbenin etkileri, ülkede derin bir ayrışmaya yol açtı.

Olayların hızla tırmanması, tüm tarafların bu durumu istemediklerini beyan etmelerine rağmen, neredeyse yapısal bir kopma noktasına gelindi.

Kıyı bölgelerinde yaşanan yankılar ise en şiddetli olanlar arasında yer aldı.

Bunun en önemli nedeni, halkın büyük bir kısmının hem sivil hem de askeri anlamda devletle güçlü bir organik bağa sahip olmasıydı.

Ancak bu bağ ne halk ne de devlet arasında genel bir eğilimi yansıtmıyor; daha çok ekonomik ve geçim kaynaklarıyla ilişkilendirilen bir durum olarak dikkat çekiyor.

Altmış yıldan fazla süredir devam eden değerler, fikirler ve toplumsal yapının etkisiyle, deprem sonrası meydana gelen gerilim ve kızgınlık hali, doğal bir sonuç olarak ortaya çıkıyor.

Bu durum, özellikle 7, 8 ve 9 Mart tarihlerinden bu yana giderek daha fazla "varoluşsal tehdit" sınırlarına ulaşan bir kriz halini aldı.

Suriye’deki rejimin baskın dini tonu, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) çetelerinin başlattığı savaş harekâtının sona ermesinin ardından, Alevi kanı dökülmesini yasaklayan bir fetva çıkarma girişimiyle yeniden gündeme geldi.

Esed hükümetinin muhaliflerinden ve Fransız işgaline karşı Suriye devriminin önde gelen liderlerinden Şeyh Salih el-Ali'nin torunu olan avukat İsa İbrahim, bu çağrıyı ilk yapan isim oldu.

İbrahim’in önerisi, Şam Müftüsü ve Fetva Konseyi üyesi Şeyh Abdülfettah el-Bazm’ın konseye sunduğu tavsiyede de yankı bulmuş gibi göründü.

Ancak, Fetva Konseyi içindeki bazı üyeler, "bu tür bir fetvanın ulusal çıkarlarla uyumsuz olacağı" gerekçesiyle karşı çıktı.

Siyasi hesapların etkisiyle, fetvanın yayımlanmasının, ordu, yetkililer ve Fetva Konseyi arasındaki güveni zedeleyeceğinden endişe edildiği bildirildi.

Bunun yanı sıra, Tekfiri Selefi hareketinin etkisinin de bu tartışmalar üzerinde önemli bir rol oynadığı belirtiliyor.

Konseyin bu siyasi baskılar sonucu fetvayı onaylamadığı ve öneriyi reddettiği ifade ediliyor.

Rusya, sahada sessizce ama etkili bir rol oynamaya devam ediyor.

Suriye Demokratik Buluşması, Şam’ın ilan ettiği komitenin amacını yerine getiremediğini belirterek, bu konuda bağımsız bir uluslararası soruşturma komitesi kurulmasını talep etti.

Komitenin açıklamaları sonrası, bölgedeki gelişmelerin giderek karmaşıklaşan bir hal aldığı görülüyor.

"Kara Mart" eteklerinde çizilen "kanlı sınır"dan başlayarak, Rus askeri devriyeleri Cable-Banyas yolunda rutin hale gelmiş durumda.

Ayrıca, Rus uçaklarının sahil üzerinde son bir hafta içinde en az iki insansız hava aracını düşürdüğü bildirildi.

Hmeymim üssü de feshedilen Suriye ordusunun eski subaylarıyla sözleşmeler imzalayarak sahadaki etkinliğini arttırdı

Rusya'nın bu yaklaşımı, "yavaş hareket eden ayı" taktiği olarak adlandırılabilir; fazla dikkat çekmeden bölgedeki güç ve nüfuz paylaşımını şekillendiriyor.

Rusya’nın Suriye’deki artan rolü, İsrail’in tepkisini çekmeyebilir. Zira Tel Aviv, Türkiye ile yakınlaşan Rusya'nın hareketlerini bir siper olarak görmekte ve zımni bir onay verebilir.

Ayrıca, Şam’a sunulan "sekiz koşul"da Rus askeri varlığına yer verilmemesi, Washington’un bu gelişmelere itiraz etmeyeceğini gösteriyor.

Dört gün önce, Suriye'nin son Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in kuzeni ve Suriyeli işadamı Rami Mahluf, dikkat çeken bir açıklama yaptı.

Mahluf, "Elit Güçler" adı altında 15 askeri tümen kurulduğunu ve bu tümenlerin toplamda yaklaşık 150 bin savaşçıdan oluştuğunu duyurdu.

Bu tümenler, "kıyı bölgesi" olarak tanımladığı bölgeyi desteklemek için "yaklaşık bir milyon kişiden oluşan" halk komiteleri tarafından destekleniyor.

Mahluf'un "Suriye'nin düşüşünden" "sahte Esed'i" sorumlu tuttuğu açıklamasında ayrıca bu düşüşün "Suriyelileri ve manevi dostu Kaplan Lider Süheyl el-Hasan önderliğindeki hakikat adamlarını yıldırmadığı" belirtiliyordu.

Mahluf'un ifadeleri, aslında bir askeri tehditten çok, ABD’nin Batı Suriye'yi tanımlarken yaptığı açıklamalara karşı bir mesaj niteliği taşıyor.

2015’te Suriye'nin Cezire bölgesinde yaşanan deneyime ve Fırat'ın Kuzeydoğusu’na atıfta bulunan Mahluf, söz konusu bölgenin artık bir statüye sahip olma koşullarını yerine getirdiğini belirtiyor.

El-Ahbar, bu açıklamanın, Kamışlı'da düzenlenen Kürt Diyalog Konferansı ile aynı döneme denk gelmesinin tesadüf olmayabileceğine dikkat çekti.

Kürtler, burada yeni Suriye'nin "merkez ile çevre arasında güç ve zenginliğin adil dağılımını garanti altına alan adem-i merkeziyetçi bir devlet" olması gerektiğini vurgulamıştı.

Mahluf'un hamlesinin, bu konferansı taklit etme ve uluslararası düzenlemelere karşı bir engel oluşturma girişimi olduğu söylenebilir.

Bu gelişmeler ışığında, Heyet Tahrir eş-Şam örgütünün lideri Colani, ülkenin parçalanmış yapısında karar alma mekanizmalarını kontrol etmek için büyük bir baskı altında.

ABD Kongre Üyesi Marilyn Stutzman’ın açıklamalarına göre, Colani, normalleşme sürecine "İbrahim Anlaşmaları"nı kabul etmeye hazır bir şekilde yaklaşmanın ülkesini bir arada tutmanın "tek ve yeterli yolu" olduğunu düşünüyor.

Ancak bu anlaşmaların, özellikle Suriye’nin iç ruhunun Filistin’i hala "işgal altındaki güney" olarak görmesi nedeniyle, Suriye için uygun olmadığı belirtiliyor.