YDH- ABD Başkanı Donald Trump’ın Körfez ülkelerine yapacağı olası ziyaret, İsrail'de jeopolitik dengelere dair ciddi endişelere yol açtı.
Tel Aviv Üniversitesi Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nde Körfez Programı Başkanı Yoel Guzinsky’ye göre bu ziyaret, Trump’ın ikinci dönem için planladığı dış politika ajandasının bir parçası olarak şekillense de İsrail açısından "stratejik statü kaybı"nın işareti olabilir.
İsrailli araştırmacı, Trump’ın Körfez ülkelerine yapacağı ziyaretin, yalnızca Amerikan dış politikası için değil, aynı zamanda İsrail’in artık sahnede tek merkezi oyuncu olmadığı yeni bir jeopolitik gerçeğe uyum sağlama yeteneği için de bir test anı olabileceğini vurguladı.
Guzinsky, Trump’ın Körfez ile ilişkilerinde daha önceki döneminden tanınan “anlaşma diplomasisi” modeline geri döndüğünü ifade ediyor:
“Silahlar karşılığında petrol, yatırımlar karşılığında güvenlik garantileri, teknoloji karşılığında jeopolitik sadakat.”
Bu yaklaşımın temelinde ise, demokratik değerlere değil, karşılıklı çıkarların ekonomik, güvenlik ve teknolojik bileşenlerine dayalı bir strateji yatıyor.
Ziyaretin odağında on milyarlarca dolarlık silah satışları, Amerikan altyapısına yatırım sözleri ve enerji, yapay zekâ, güvenlik teknolojileri gibi stratejik alanlarda işbirliği projeleri bulunuyor.
Guzinsky’ye göre Trump, bu alanlardaki kazanımları Amerikan seçmenine somut başarılar olarak sunmayı hedefliyor.
İsrail kamuoyunda asıl endişe uyandıran ise bu ziyaretin, ABD’nin bölgesel önceliklerinde İsrail’i ikinci plana itme potansiyeli.
Guzinsky, İsrail’in “Amerikan stratejik bilincinde birinci sınıf ilgi merkezi” olma konumunun zayıfladığını ve bunun siyasi-diplomatik yansımalarının olacağını vurguluyor.
Körfez ülkeleriyle derinleşen Amerikan işbirliği, İsrail’in yıllardır sahip olduğu “nitelikli askeri üstünlük” ilkesini de tehdit edebilir.
Özellikle yapay zekâ, siber güvenlik ve gözetim teknolojilerine Körfez ülkelerinden gelen talep, bu hassas dengeyi Washington açısından yeniden tanımlamaya zorluyor.
Eskiden “tabu” olarak görülen bu konular, artık kırmızı çizgi olmaktan çıkıyor.
Ziyaretin en kritik gündem maddelerinden biri ise Suudi Arabistan’ın nükleer teknolojiye erişim talebi. Riyad yönetimi, İran’ın sahip olduğu uranyum zenginleştirme hakkının kendilerine de tanınmasını istiyor.
Bu ise, Guzinsky’ye göre yalnızca İran ile müzakereleri değil, aynı zamanda nükleer teknolojinin Orta Doğu’da daha da yayılmasını teşvik edecek tehlikeli bir emsal oluşturuyor.
Suudi Arabistan’ın güvenlik anlayışı da değişmekte.
ABD ile olan tarihsel ittifakı, artık bağlayıcı ve resmi güvenlik anlaşmalarıyla kurumsallaştırmak istiyor.
Bu anlaşmalar, Kongre onayına gerek duyulmaksızın geçici taahhütlerle formüle edilebilir.
Özellikle İran’a karşı olası çatışma senaryolarında ABD’nin “yanımızda duracağına dair taahhütler” arayışı belirginleşiyor.
Guzinsky, Suudi Arabistan ile İsrail arasında normalleşme konusunun, Trump’ın bu ziyaretinde gündem dışı kalmasının da altını çiziyor.
Riyad yönetimi, Gazze’deki savaş ve İsrail hükümetinin Filistin meselesinde siyasi bir çözüm perspektifi sunmaması nedeniyle bu konunun kamuya açık bir şekilde konuşulmamasını özellikle talep etmiş durumda.
“İki devletli çözüm”, Suudi Arabistan için hâlâ ilişkilerin geliştirilmesinde vazgeçilmez bir ön koşul.
Öte yandan, Katar ile ABD arasındaki stratejik işbirliğinin derinleşmesi, İsrail açısından bir başka kırılma noktası. Hamas ile olan ilişkileri nedeniyle Tel Aviv’in sert şekilde eleştirdiği Doha, şu anda Washington nezdinde stratejik ortak statüsünde.
Biden döneminde güçlenen bu ilişkiyi Trump’ın değiştirmeye niyeti yok; aksine, daha da güçlendireceği sinyalleri veriliyor.
Tüm bu gelişmelerin ışığında Guzinsky, İsrail’in ABD politikasını şekillendirme gücünün azaldığını ve artık bölgesel düzlemde “tercih edilen aktör” olmadığını açıkça ortaya koyuyor.
Trump’ın Körfez ziyareti, yalnızca bir dış politika hamlesi değil; aynı zamanda İsrail’in yeni jeopolitik gerçekliğe uyum sağlama kapasitesinin sınanacağı bir eşik olarak değerlendiriliyor.
Uzman, şu soruyla değerlendirmesini noktalıyor:
“İsrail hükümeti, bu eğilimin farkında mı? Değilse, bu sessizlik, stratejik bir kaybın habercisi olabilir. Değişen ittifak sisteminde, ileri götürülmeyen şey unutulur, duyulmayan ise kenara itilmiştir.’’