YDH - El-Ahbar yazarı Lokman Abdullah, ABD'nin Yemen'e karşı Kızıldeniz'deki hedeflerinden, özellikle USS Truman uçak gemisine yönelik artan tehditler ve Ensarulla'ın gelişmiş askeri kabiliyetleri (hipersonik füzeler, etkili hava savunması) nedeniyle nasıl geri adım attığını ve bir ateşkesi kabul etmek zorunda kaldığını ele alıyor. Washington'ın bu gelişmeleri ve F-18 kayıplarını örtbas etme çabalarına değinilirken, Ensarullah'ın ilerlemesinden dolayı İran yerine Çin'in suçlanması ve Çin'in bu iddiaları reddetmesi de vurgulanıyor. Sonuç olarak, Yemen direnişinin ABD'nin askeri stratejisinde önemli bir değişikliğe yol açtığı ve bölgedeki güç dengelerini kökten etkilediği belirtiliyor.
Amerikan ve Yemen tarafları arasında kamuoyuna yansımayan bir dizi "son derece tehlikeli" askeri gelişme, Washington'un Sanaa'nın "uluslararası deniz seyrüsefer güvenliğini tehdit etmesini" önleme yönündeki ilan edilmiş hedefinden vazgeçmesini hızlandırdı.
Bunun yerine, Sanaa'nın Amerikan askeri ve sivil varlıklarını hedef almayacağına dair bir taahhütte bulunmasıyla yetinildi ve Kızıldeniz'deki İsrail varlık ve çıkarlarının korunmasından da vazgeçildi.
ABD Başkanı Donald Trump'ın hava saldırılarını durdurma kararından önceki hafta, ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM), Yemen'deki operasyonlarla ilgili ayrıntıları paylaşmayı durdurduğunu ilan eden bir yazılı açıklama yayımladı.
Medya, Amerika'nın bildirisini pek gündeme getirmese de, gözlemciler bunu, ABD askeri komutanlığının oradaki "büyük olayları" örtbas etme girişimi olarak gördü.
Zira komutanlık, bir yanda Yemen'e ait İHA'lar ve füzeler ile diğer yanda Yemen'in USS Truman uçak gemisini korumakla görevli savunma sistemleri arasında yaşanan ve her seferinde saatlerce süren çatışmalara ilişkin açıklamalarını sistematik olarak yalanlama veya önemini azaltma yoluna gitmişti.
Bu "karartma" politikası, Kongre'deki dış ilişkiler, güvenlik ve savunma komisyonlarındaki bazı uzmanlar ve üyeler arasında, ardındaki gizli hedeflere dair soru işaretleri doğurdu ve onları Pentagon'a yönelik eleştirilerde bulunmaya itti.
Özellikle de karşı tarafın, Ensarullah lideri Seyyid Abdülmelik el-Husi'nin dilinden, Yemen'in her gün Amerika'nın hava saldırılarına maruz kalmasına ve Amerikan, İsrail ve İngiliz uçaklarının hava sahasını ihlal etmesine rağmen "Yemen hava sahasını kontrol ettiklerini" sürekli vurgulaması dikkat çekiciydi.
Nitekim pek çok Batılı analist bu kontrolün gerçekliğini kabul etti.
Örneğin, Amerikan NBC News kanalının Pentagon ve Ulusal Güvenlik muhabiri Courtney Kube, X platformundaki bir paylaşımında, "Kendilerine yönelik çok sayıda hava saldırısına rağmen Ensarullah hâlâ hava sahasını kontrol ediyor," diyerek Trump yönetiminin saldırılarının başarısına dair iddialarını sorguladı.
Son ateşkesin ardındaki açıklanmayan "gerçeğe" gelince, Washington'daki askeri liderler görünüşe göre şu sonuca vardılar: Geçen hafta Tel Aviv'deki Ben Gurion Havalimanına fırlatılan ve hipersonik Filistin-2 füzesinin geliştirilmiş bir versiyonu olduğu söylenen, manevra yapabilen ve Amerikan uçak gemisine eşlik eden gemilerden birine monte edilmiş deniz tabanlı THAAD sistemini aşabilen hipersonik füzeler —tıpkı geçen hafta modifiye edilmiş "Filistin" füzesinin İsrail'deki "THAAD" sistemini art arda iki kez aşması gibi— yaklaşık dört futbol sahası büyüklüğündeki bir Amerikan uçak gemisini vurma kapasitesine sahip.
Yetkililer, uçak gemilerinin, uçakların kalkışı veya inişi için durdukları sırada hedef alınabileceğini ve Kızıldeniz'deki operasyonları devam ettikçe risk seviyesinin "arttığını" belirttiler.
Askeri liderler bu endişelerini Donald Trump yönetimine iletti. Bu durum, diğer faktörlerle birlikte ateşkes kararının alınmasını hızlandırdı.
Özellikle de bahsi geçen senaryonun gerçekleşmesi halinde sonuçların sadece uçak gemisinde hasara yol açmakla kalmayıp, muhtemelen imhasına veya patlamasına, dolayısıyla füzenin yarım tonluk patlayıcı başlığı göz önüne alındığında Amerikan Donanması tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir felakete neden olabileceği değerlendirildi.
Aynı zamanda, Yemen'in Amerikan "uçak sanayisinin gururu" olan MQ-9 İHA'sını etkisiz hale getirmesinin ardından, pek çok Amerikalı uzman Yemen hava savunmasının ilerlediğini ve Amerikan savaş uçaklarının hedeflerini hassasiyetle vurmasını engelleme ya da en azından Yemen semalarında rahatça uçmasını önleme kapasitesinin arttığını kabul etti.
Ayrıca, uçak gemileriyle, özellikle de USS Truman ile yaşanan çatışmalar, Yemen topraklarına yönelik bombardıman operasyonlarından dönen uçakların saatlerce ve sürekli olarak iniş yapmasını engelliyordu.
Bu, uçakları çatışmanın bitmesini bekleyerek uzakta daireler çizmeye, dolayısıyla birden fazla kez havada yakıt ikmali yapmaya veya yakındaki havaalanlarına inmeye zorluyordu.
Söz konusu çatışmalar, birçok durumda, henüz havalanmamış uçakları saatlerce hangarlarında kalmaya mecbur bıraktı, böylece uçak gemisi ve mürettebatının maruz kaldığı tehdide müdahale etmelerini engelledi ve Yemen toprakları üzerindeki planlı sorti sayısını azalttı.
Washington, ilk F-18 uçağının düşmesinin ardından, düşme nedenini teyit edecek "yeterli kanıta" sahip olmadığını iddia ederek, uçağın Yemen'in füze ve İHA saldırısıyla eş zamanlı olarak "yanlışlıkla, dost ateşiyle" düştüğünü öne sürse de, Sanaa güçlerine göre bahsi geçen "eş zamanlılık" bir "tesadüf" eseri değil, aksine bu İHA ve füzelerin fırlatılma zamanlaması ile Amerikan uçaklarının bombardımandan döndükten sonra USS Truman uçak gemisinin güvertesine inmeden önceki uçuş süreleriyle bağlantılı "hassas hesaplamalara" dayanıyordu.
Başka bir deyişle USS Truman, hava savunma sistemlerini devreye sokmak zorunda kalmış ve bu da söz konusu "olaya" neden olmuştu.
Aynı modelden bir başka uçağın ikinci kez düşmesinde ve ardından Trump'ın ateşkes ilanından saatler önce gerçekleşen üçüncü düşüşte ise F-18 Super Hornet uçaklarının, zamanlaması yine "çok hassas" görünen bir Yemen füze saldırısından kaçmaya çalışırken denize düştüğüne dair kesin kanıtlar vardı.
Zira ABD Donanması'nın uçakları hangardan güverteye kalkışa hazırlamak için taşıdığı süre tespit edilmişti; bu tür uçakların her zaman gemi güvertesinde kalmadığı, kullanımdan hemen önce güverteye çıkarıldığı biliniyor.
Washington, Yemen'in kabiliyetlerinin geliştirilmesi konusunda genellikle suçu Tahran'a atarken, bu kez suçlamalar Çin'e yöneldi.
Financial Times gazetesi, Amerikalı yetkililerin, "Çin ordusuyla bağlantılı bir Çin uydu şirketinin, Yemen'e Kızıldeniz'deki Amerikan savaş gemilerini ve uluslararası gemileri hedef almaları için görüntü sağladığını" söylediğini aktardı.
Aynı gazete, Nisan ayındaki bir haberinde, Trump yönetiminin Pekin'i, Çin Halk Kurtuluş Ordusu ile bağlantılı ticari bir grup olan Çang Guang Satellite Technology Co. Ltd. şirketinin Husilere istihbarat sağladığı konusunda uyardığını belirtmişti.
O dönemde üst düzey bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, Çin'in Amerikan endişelerini "görmezden geldiğini" söylemişti.
Çin ise kendisine yöneltilen suçlamaları sürekli olarak reddediyor. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian, "Kızıldeniz'deki gerilimin tırmanmasından bu yana Çin, gerilimi düşürmede aktif bir rol oynamıştır," diyerek şunları sorguladı:
"Kim durumu sakinleştirmek için arabuluculuk yapmaya ve görüşmeleri teşvik etmeye çalışıyor; kim de diğer taraftan yaptırımlar uyguluyor, baskı yapıyor ve durumu körüklüyor? Sanırım uluslararası toplum cevabı çok iyi biliyor."
Bu sözler, ABD'ye yönelik dolaylı bir eleştiriydi.
Çeviri: YDH