YDH - Lübnan merkezli El-Ahbar gazetesi, Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan bir açıklamanın ardından kendilerini susturmaya yönelik yeni bir girişimle karşı karşıya olduklarını bildirdi. Yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, bu baskıyı, özellikle İsrail'in Lübnan'a yönelik savaşı ve direnişe verdikleri destek konusundaki eleştirel yayınları nedeniyle "dost dış güçler" olarak tanımladığı Batılı ve Körfez ülkelerinden kaynaklandığını vurguluyor. El-Emin, Basın Mahkemesi dışında hiçbir adli merci önüne çıkmayı reddettiğini ve her türlü baskıya rağmen yayınlarına devam edeceğini vurgulayarak, Lübnan makamlarını da bu dış güçleri memnun etmeyi basın özgürlüğünü savunmaktan üstün tutmakla eleştiriyor.
Cumhurbaşkanlığı Basın Dairesi kısa bir açıklama yayımlayarak, "Cumhurbaşkanlığının, medya organlarını Lübnan'a dost herhangi bir dış güce saldırmamaya çağırdığını" belirtti. Açıklamada, "İfade özgürlüğü kutsaldır, ancak bu özgürlüğün sabit gerekleri vardır; birincisi hakikat, ikincisi ise demokratik bir toplumda kamu düzenidir," denildi.
Bu açıklama, Cumhurbaşkanı Jozef Aun'un Kuveyt'e yapacağı ziyaret için planlanan zamanda, herhangi bir ön açıklama yapılmaksızın ve arka planı ile amacına dair bir izahat eklenmeksizin yapıldı.
Ancak bu, Cumhurbaşkanlığının, medyada yer alan ve "Lübnan'a dost dış güçleri" rahatsız eden gelişmelere seyirci kalmayacağına dair bir "uyarı" işareti taşıyan bir açıklama.
Elbette bu, medya mensuplarına ve kamuoyuna, dost dış güçlerden kimin kastedildiği ve bunun hiçbir ayrım gözetmeyen açık bir liste olup olmadığı söylenmeksizin yapılıyor. Aynı şekilde, bu güçlere yönelik eleştirinin bir gerçek mi yoksa sadece bir görüş mü olduğunu belirlemek için denetim mekanizması hakkında da halka bilgi verilmedi.
Açıklamadaki en önemli nokta ise, "demokratik bir toplumda kamu düzeni"ne yapılan son atıf; zira bu, gerçekten açıklamaya muhtaç, muğlak bir ifade.
Açıklama dikkate alınmayabilirdi. Ancak el-Ahbar olarak bizi bu yayını son derece ciddiye almaya iten sebep, birkaç aydır, özellikle de İsrail'in Lübnan'a yönelik savaşı sırasında başımıza gelenlerdir. O dönemde "dost dış güçler" bize karşı şiddetli bir kampanya başlatmıştı.
Bu güçler, Lübnan'daki resmi makamların standartlarına göre bildiğimiz kadarıyla, İsrail savaşını destekleyen, hatta düşmanın medya makinesine hizmet eden siyasi ve medya savaşı bağlamında hâlâ çalışmakta olan güçlerin ta kendisi.
Bunlar, Lübnan makamlarının dost olarak sınıflandırdığı dış güçlerdir ve genellikle kastedilenler Batı ülkeleri, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve Arap ülkeleri, bilhassa Körfez ülkelerindeki rejimlerdir.
Cumhurbaşkanlığının dünkü açıklamasının, Saray bunu açıklamasa da doğrudan el-Ahbar'ı hedef aldığı, vatandaşlarının Lübnan'a seyahat etmesine izin vermeye karar veren ancak ülkelerinin hükümetlerine yönelik medya saldırıları nedeniyle onlar için endişelenen Arap ülkelerinin sorgulamalarıyla karşı karşıya kalan Cumhurbaşkanlığının baskısı altında geldiği unutulmamalıdır.
Ülkemizdeki yönetimde, Lübnan'ın, ülkeye gelen ondan az sayıda Birleşik Arap Emirlikleri vatandaşına selam durmak için boylu boyunca sokakta beklemesi gerektiğine inananlar var!
Şu anda, savaş sırasında el-Ahbar etrafında dönenlerin ayrıntıları hakkında konuşmak ya da Amerikalılar, Suudiler, Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri ve bazı Lübnanlı taraflarla el-Ahbar'ı susturmak için uygun mekanizmayı bulma konusunda yapılan tartışmaları ifşa etmek faydalı olmayabilir.
Bu, "rapor yazmanları", "büyükelçilik yamakları" ve "profesyonel mali şantajcıların" dahil olduğu bir kampanyaydı.
Bu şahısların, birbirleri hakkında söylediklerini ayırt etme zahmetine bile girmeyen "tembeller" olarak kaldıkları ve belki de "maestronun" onları tek bir notaya uymaya zorladığı da bir hakikattir.
Fakat şimdi, birkaç hafta önce başlayan ve hem bilinen hem de hâlâ bilinmeyen taraflarca bize karşı başlatılan dava kampanyasıyla bağlantılı olarak, olup bitenler hakkında açıkça konuşma görevimiz olduğunu görüyoruz.
Bu davalar iki dosyayla ilgili: Birincisi, Beyrut Amerikan Üniversitesi ile ilgili, ikincisi ise Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin Lübnan'da yürüttüğü genel ve medya politikalarıyla ilgili.
Biz ve diğer Lübnanlılar, özellikle Cumhurbaşkanlığından değil, tüm siyasi otoriteden, direnişe karşı kasıtlı olarak kışkırtıcılık yapan veya Şehit Seyyid Hasan Nasrullah'a yönelik saldırılarda olduğu gibi büyük ulusal sembollere alçakça hakaret eden "fitne medyasına" karşı bir duruş ve eylem beklerken, bu kez de ilginin Lübnan'daki her şeye Amerikan ve Suudi vesayetindeki tarafları memnun etme yollarına odaklandığını görmek bizi şaşırttı.
Eğer bu iki taraf, son yirmi yılda direnişe ve destekçilerine karşı açık bir kışkırtma savaşı yürütmek için Arap ve Lübnan medya kuruluşlarına ve Lübnan ile bölgedeki medya mensuplarına hâlâ büyük miktarda para harcadıysa ve harcamaya devam ediyorsa, bu kişilerin istenen sonuçları elde etmedeki başarısızlığı, onları yaptıklarına karşı duran ve yaptıklarını ifşa eden seslere karşı yeniden kışkırtmaya itmiştir.
Üzücü olan ise, Lübnan'da ve özellikle devlet kurumlarında, aynı vesayetçilerin isteklerine göre hareket edenlerin bulunmasıdır.
İktidar sahipleri ve medya mensupları, gazetecilerin Basın Mahkemesi dışında hiçbir merciye tabi olmaması için uzun mücadeleler verildiğini ve medya alanında çalışanlar arasında Basın Mahkemesi dışındaki hiçbir adli yetkilinin önüne çıkmama gibi bir teamül oluştuğunu bilirler.
Mevcut yasaların, Temyiz Savcılığına kendisine ulaşan herhangi bir davada soruşturma açma ve takibat türünü takdir etme hakkı tanıdığı doğrudur.
Ayrıca, Temyiz Savcılığı'nın daha önce medya mensuplarını ilk görüşmede dinleyip ardından Basın Mahkemesine sevk ettiği ve kampanyaların, bir medya kuruluşu ile haberlerinden zarar görenler arasında gerçekleşen sıradan bir dava açma amacını taşımaması durumunda işlerin normal seyrinde ilerleyebileceği de doğrudur; ancak bundan daha öte ve daha tehlikeli bir durum söz konusudur. Bu da daha net bir duruşu gerektirmektedir:
Gazete yönetimi ve bazı çalışma arkadaşlarımız, soruşturma oturumlarının tarihlerini bildirmek üzere Merkezi Soruşturma Biriminden telefonlar almıştır.
Ayrıca, bu birimden görevliler, bilinen usullere göre tebligatı teyit etmek için bazı çalışma arkadaşlarımızın evlerini ziyaret etmiştir.
Fakat temasların kurulma şekli ve tebligatla görevli unsurların kullandığı dil hiç de nazik değildi; aksine, çoğu zaman arayanlar, bir çete veya darbeci bir yönetim ya da yabancı sömürgecinin seçtiği bir grup tarafından yönetilen bir devletteki istihbarat servislerinin baskıcı yöntemlerini hatırlatan bir üslupla konuşmuşlardır.
El-Ahbar, bu konuyla ilgili makamlarla temas kurmuş ve olup bitenlerin baskı ve sindirme çerçevesini aşmadığını ortaya çıkarma arzumuzdan ve bu iddiaların arkasındaki güçlerin gündemine dahil olmayan kıdemli yargıçların duruşunu takdir ettiğimizden hareketle adli makamlarla işbirliği yapmanın bir yolunu arıyorduk.
Ancak, yaşananların bizi yola getirme, sindirme ve nihayetinde ağızları tıkamayı amaçlayan anlaşmaları ve uzlaşmaları kabul etmeye yönelik adımlar atmaya zorlama amaçlı yeni bir girişim olduğu ortaya çıktı.
Özellikle karşı tarafın, arkasındakiler için aşağılayıcı ve safça tedbirlerden başka bir şey bulamadığı, Beyrut Amerikan Üniversitesi yönetiminin akademik kadrosundan el-Ahbar'ı boykot etmesini istediği (artık hiçbir baskıcı rejimde bile uygulanmayan bir tedbir) açıkça ortaya çıktıktan sonra.
Bu nedenle, aşağıdakileri belirtme zorunluluğu duyuyoruz:
Birincisi: Yargı sistemindeki tüm çalışanlara tam saygımızı koruyarak, Basın Mahkemesi dışındaki herhangi bir adli makamın önüne çıkmayı reddettiğimizi yineliyoruz.
İkincisi: Kamuoyunu ilgilendiren her konuda görüş bildirme hakkımıza bağlı olduğumuzu ilan ediyoruz. Lübnan vatandaşı, Lübnanlı bir yetkili veya Lübnan topraklarında ikamet eden arasında ayrım yapmıyoruz ve hiçbir dış güce siyasi otoritenin belirlediği hesaplara ve çıkarlara göre muamele etmeyeceğiz.
Üçüncüsü: Medya alanında yaşanan kapsamlı ele geçirme operasyonu, vesayeti reddedenlerin tutumunu değiştirmeye yaramayacaktır. Özgürlüğün keyfi bir şekilde tanımlanması, kabul etmeyeceğimiz bir baskı aracıdır ve buna karşı yasaların bize tanıdığı her türlü imkânla ve bedeli ne olursa olsun yapmamız gereken her şeyle karşı koyacağız.
Dördüncüsü: Gerçekçilik, Enformasyon Bakanlığı'na veya herhangi bir sendikal kuruluşa ya da medya üretim kurumlarını ilgilendiren bir çerçeveye hitap etmememizi gerektirir; zira bunların yapısını ve oluştuğu atmosferi biliyoruz ve içlerinde bizden önce bizi susturmak isteyen çevreler ve şahsiyetler olduğunu da biliyoruz. Bu nedenle, açıklama yapılması gerekmiştir!
Çeviri: YDH