YDH- İsrail’in Hamas’a karşı yürüttüğü operasyonlar yoğunlaşırken, Hizbullah’a yönelik müdahalede temkinli bir yaklaşım benimsediği dikkat çekiyor.
Lübnan merkezli el-Mahatta haber sitesi, Hizbullah cephesinin, doğrudan geniş çaplı çatışmalardan kaçınarak caydırıcı saldırılarla durumu kontrol altında tutmaya çalıştığını öne sürdü.
Lübnanlı analistler, İsrail’in büyük çaplı bir Lübnan savaşı açma riskini minimize etmek istediğini belirtirken, bölgesel ekonomik kriz ve sosyal sorunlar, Lübnan halkının savaş yorgunluğunu artırarak çatışmaya olan isteksizliği yükseltiyor. Bu durum, Hizbullah’ın operasyonel hareket alanını daraltmış durumda.
İsrail yerleşimci toplumu ise uzun süredir devam eden çatışmalar nedeniyle önemli ölçüde savaş yorgunluğu yaşıyor.
El-Mahatta, İsrail-Hizbullah hattında yaşanan gerilimin kontrollü yönetilmesinin önümüzdeki dönemde de devam edeceğini öngörüyor.
Şu anda İsrail’in Lübnan’da savaş hazırlığına dair sahada gözlemlenebilir herhangi bir işaret ya da askeri takviye yok. İsrail bazı kuvvetlerini Lübnan cephesinden çekerek Gazze bölgesine sevk etti.
Ancak, İsrail’in iç cephede manevra ve birlik kaydırmaları yaptığına dair haberler bulunurken, olası bir füze saldırısını bahane ederek askeri operasyon başlatabileceği değerlendiriliyor.
El-Mahatta’ya göre, bugüne kadar iç cepheden kuzeye yönelik resmi bir talimat verilmedi. İsrail ordusunun Kanal Halici bölgesinde gerçekleştirdiği tatbikatlar, yıllık planlı manevraların bir parçası; rutin eğitim amaçlı.
Ani tatbikatlar olsa da bunların tehdit olmadığı, yalnızca askeri hazırlık niteliğinde olduğu ifade ediliyor.
İsrail İçişleri Bakanlığı yerleşimcilere gıda, jeneratör ve su temini gibi savaş hazırlığına dair çağrılar yapmıyor. Bu durum, İsrail’in Lübnan’la ciddi bir savaş hazırlığında olmadığını gösteriyor. Yerleşimciler ise yalnızca tatbikat katılımı için işlerinden izin alıyor.
El-Mahatta’ya göre, mevcut analizler halk arasında yaygın “Sütle ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” atasözünü doğruluyor; önce “savaş yok” denilirken şimdi sürekli “savaş var” denmesi kamuoyunda endişe yaratıyor.
En nihayetinde somut bir askeri hareketlilik ya da herhangi bir hazırlık gözlemlenmiyor.
Lübnan cephesinde ise İsrail’in böyle bir savaştan elde etmek istediği hedefler mevcut koşullarda gerçekçi görünmüyor. 8 Ekim’de başlatılan askeri operasyonlar ve ardından gelen roket saldırıları neticesinde yaklaşık 100 bin yerleşimci yerinden edildi.
Gazze ve Lübnan cepheleri arasındaki eşgüdüm, özellikle kuzeyden Hayfa’ya kadar uzanan insansız hava aracı ve roket saldırıları ile İsrail üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu.
İsrail savaş başlatmak için özellikle Amerikalı muhataplarını ikna edecek uluslararası meşruiyet taşıyan bir gerekçeye ihtiyaç duyuyor. Şu anda böyle bir gerekçe veya meşruiyet zemini bulunmuyor.
El-Mahatta, Lübnan’ın, Amerikan çıkarları açısından kritik bir bölge olduğu için İsrail’in, ABD’nin desteği olmadan tek taraflı bir saldırı gerçekleştiremeyeceğini kaydederken İsrail’in öngörüsüz hareket etmekten kaçındığını unutmamak gerektiğini belirtti.
İsrail, Lübnan cephesinde savaş başlatmak istediğinde, ulaşılabilir hedefler ve net çıkış stratejileri belirlemek zorunda.
2006 savaşında büyük hedeflerini gerçekleştirememesi, bu konuda önemli bir ders olmuştu.
Ekim 2023'ten sonra İsrail, önceki gibi abartılı hedefler yerine daha sınırlı ve gerçekçi hedefler belirledi.
Askeri hedefler arasında Rıdvan Güçleri'nin yerleşim yerlerine saldırı kapasitesinin kırılması, Hizbullah’ın füze kapasitesinin azaltılması ve Gazze cephesinden destek çekilmesi yer alıyordu.
El-Mahatta, İsrail’in mevcut stratejisinin, önceki deneyimlerden hareketle daha kontrollü ve hesaplı bir yaklaşım sergilemek olacağını öngördü.
7 Ekim sonrası yerleşimci toplumunda, Hizbullah’ın tahakkümü altında yaşamak istememe yönünde zihinsel bir değişim yaşandı.
Yerleşimciler, Hizbullah’ı, ‘terör örgütü’ olarak tanımlamakla birlikte, tepkilerini rasyonel temelde şekillendiren bir yapı olarak görüyor.
İsrail’in geçen yıl düzenlediği "Kuzey Okları" operasyonunun hedeflerine ulaştığı propagandası, ordunun Hizbullah’ın gücünün yaklaşık %80’ini ortadan kaldırdığı iddialarını ortaya çıkardı.
Bu veriler, İsrail ordusu ve hükümeti tarafından kamuoyuna açıklandı ve yerleşimciler arasında da kabul gördü.
Bu nedenle çatışmaların sürdürülmesine gerek kalmadığı, saldırılara yalnızca karşılık verildiği yerleşimcilerin zihninde yerleşti.
Ancak İsrail, çatışmaları tek taraflı sonlandıramayacağını biliyor ve yeni bir savaş başlatmama kararını bu gerçeklik üzerine inşa ediyor.
7 Ekim sonrasında yerleşimci toplumu büyük kayıplara rağmen savaşın sonuçlarını kabullenerek bir "savaş toplumu" kimliğine büründü. Bu değişim, kültürel düzeyde bir motivasyondu ve toplum, devletin maruz kaldığı tehditlere karşı savaş açmayı meşru görüyordu.
Ancak aradan geçen 18 ay sonunda bu ruh hali değişti.
Başlangıçta birçok yerleşimci, yurt dışından dönerek savaşmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarına giriş yapmıştı. Bugün ise savaşın uzaması yerleşimcilerde yorgunluk ve huzursuzluk yarattı.
İsrail hükümeti ve Başbakan Netanyahu’nun savaşı sürdürmesindeki asıl nedenin siyasi iktidarını korumak olduğu algısı güçlendi; artık devletin varlığına yönelik bir tehdit kalmadığı düşünülüyor.
Kamuoyu yoklamaları, yerleşimcilerin %67’sinin savaşın sona ermesini ve tutukluların geri getirilmesini desteklediğini gösteriyor.
İsrail ordusu dahi hükümete geri adım atma ve savaşı sonlandırma çağrısı yapıyor.
Netanyahu ise Hamas tugaylarını ortadan kaldırdığını, Hizbullah’ı zayıflattığını ve Gazze’de yalnızca küçük grupların kaldığını iddia etmeyi sürdürüyor.
El-Mahatta, İsrail’in mevcut önceliğinin Gazze cephesi olduğunu, İsrail’in Gazze’yi bir iç mesele olarak gördüğünü ve orada kontrolü sağlamanın kendi sorumluluğu olduğunu kabul ettiğini öne sürerek Lübnan’ın İsrail için öncelikli tehditler arasında yer almadığını gözlemledi.
Yine de Lübnan’daki operasyonlar belirli ölçülerde sürüyor.
Ancak İsrail’in bu cephede tam kapsamlı bir savaşı göze alması beklenmiyor.
Bu noktada dikkate alınması gereken bir diğer husus ise İsrail'in iç dinamikleri.
7 Ekim sonrasındaki çatışmalar, İsrail tarihinde, kuruluş savaşı da dahil olmak üzere en uzun süren çatışma oldu.
Yedek kuvvetler birden fazla kez göreve çağrıldı. Normalde yılda 100 gün hizmet yapan askerler, artık 250-300 gün arasında orduya katılıyor. Bu durum iş yerlerinde, eğitim kurumlarında ve aile yaşamında ciddi krizlere neden oldu.
Bazı yedek askerler ailevi problemler nedeniyle boşanma aşamasına geldi. Hatta yetkililer, asker eşleriyle görüşerek sabırlı olmalarını rica etmek zorunda kaldı.
Bu bağlamda, İsrail’in mevcut koşullarda Lübnan’a karşı geniş çaplı bir savaş başlatması pek olası değil.
Yerleşimcileri savaşa yeniden motive etmek, yedek askerleri tekrar seferber etmek oldukça zor. Ayrıca mevcut siyasi öncelikler de bu yönde değil.
2026 seçim yılına giren İsrail’de Netanyahu’nun atacağı adımlar önem teşkil ediyor.
ABD’de ise Donald Trump’ın İsrail üzerindeki etkisi sürüyor ve Netanyahu üzerinde savaşı durdurması yönünde baskı kurduğu biliniyor.
Öte yandan, Netanyahu, Gazze’deki yerleşimleri önceliklendiren Yahudi sağ ve aşırı sağ seçmen kitlesini memnun etmeye çalışıyor.
Dolayısıyla Gazze üzerindeki askeri ve siyasi mücadele sürecek gibi görünüyor.
Ancak İsrail ordusu, Hamas’a kesin bir darbe vuramayacağının farkına vardı. Yine de bu, zaman zaman duraklamalarla yeniden başlayan uzun soluklu bir savaş anlamına geliyor. Netanyahu da bir basın toplantısında bu hususa değindi.
Lübnan cephesine gelince, yerleşimciler şu anda Hizbullah'ı tanımaya çalışıyorlar.
Yeni bir aşamaya geçildi; yeni bir Hizbullah’la karşı karşıyayız. İsrailliler bu yapıyla nasıl başa çıkabileceklerini keşfetmeye çalışıyor.
Hizbullah’ın yeni liderliğini ve bu liderliğin düşünce tarzını anlamaya çalışıyorlar. Nasıl tepki verdiklerini, tepkilerinin mahiyetini bilmiyorlar. Gergin mi, soğukkanlı mı, mesafeli mi? Bu yeni yapıyı tüm yönleriyle anlamak istiyorlar ve bu anlamaya çalışma süreci maalesef “ateşle” gerçekleşiyor. Yerleşimciler, Hizbullah’ı harekete geçirebilecek eşiğin ne olduğunu henüz bilmiyorlar.
Örneğin daha önce Dahiye'nin Tel Aviv’e denk olduğunu ve bir parti üyesinin bir İsrail askerine karşılık geldiğini biliyorduk. Ancak bu denklemler son savaş nedeniyle artık geçerliliğini yitirmiş durumda.
El-Mahatta, İsrail’in Güneyli Şiilerin ikamet ettiği banliyöleri hedef almasının savaşa neden olmayacağını ira tarihsel bir bağlamın da mevcut olduğunu kaydetti.
‘’Onları her yönüyle taklit etmeyeceğiz elbette. Ancak kötü değil, iyi yaptıkları şeyleri örnek alırsak, bu bizim için bir kazanım olur. Aynı şekilde, onlar bizden bir şeyler öğreniyorsa, biz de onlardan öğrenebiliriz.’’ diyen gazete yerleşimcileri analiz etmenin önemine değinerek geçmiş ve yakın tarih tecrübeleri ışığında, Lübnanlı askeri ve siyasi liderlerin ve analistlerin risklere karşı daha eleştirel, hazırlıklı ve esnek düşünmesi gerektiğini anlatıyor.
Nihayetinde, 1973 savaşından sonra İsrail’in yaşadığı tarihî bir örnek var. Mısır ve Suriye ile yapılan bu savaş, İsrail için tam bir şok etkisi yaratmıştı.
Tüm istihbarat analizleri savaşın çıkmayacağı yönündeydi. Ne Mısır’ın ne de Suriye’nin böyle bir savaşı yürütecek kapasitesi olduğu düşünülüyordu. 1967’deki zaferin ardından İsrail, bölgeyi kontrol altında tuttuğuna ve gücünün doruğunda olduğuna inanıyordu.
İçeride ise “bu ülkeler bizi savaşa sürükleyemez” söylemi hâkimdi. İstihbarat teşkilatları ve dönemin Genelkurmay Başkanı Moşe Dayan, savaş ihtimalinin düşük olduğunu savunuyordu. Ancak Ekim 1973’teki Yom Kippur Savaşı beklenmedik şekilde patlak verdi.
Bu savaşın ardından İsrail, kapsamlı incelemeler ve soruşturmalar yürüttü. Sonuç olarak "Şeytanın Avukatı" adını verdikleri yeni bir istihbarat birimi kurdular.
Bu birim, askeri istihbarata bağlı olarak oluşturuldu. Amacı, hâkim olan genel hava ile çelişen, eleştirel düşünceye dayalı tahminler üretmekti. Yani tüm genel hava “savaş yok” derken, bu birim “savaş olabilir” diyen senaryoları çalışacaktı.
Görevi, istihbarat bilgileri üzerinden bu tür olasılıkları değerlendirmekti. Uzun yıllar boyunca bu birim dinlendi ve tahminlerine değer verildi. Ancak zamanla etkisi azaldı.
50 yılın ardından, 2023-2024 döneminde birimin etkisi yok denecek kadar azaldı ve sonunda feshedildi. Üyeleri başka birimlere aktarıldı. Ancak “Şeytanın Avukatı” adı verilen düşünsel çerçeve, sınırlı da olsa varlığını sürdürdü.
"Şeytanın Avukatı" olarak adlandırılan grup, 7 Ekim öncesindeki genel havayla çelişen değerlendirmeler yayımlamaya devam etti. Bu grubun bazı üyeleri, Hamas’ın caydırılamaz olduğunu ve İsrail’in içinde bulunduğu yargı krizinin, Hamas’ı ve onunla aynı eksende yer alan aktörleri İsrail’e saldırı başlatmaya teşvik edebileceğini öngörüyordu.
Ancak o dönemde İsrail’in askeri ve siyasi liderliği bu uyarılara kulak vermedi ve herhangi bir yanıt üretmedi. Zira dönemin genel değerlendirmesi, Hamas’ın boyun eğdiği ve artık kontrol altına alınması gereken bir aktör olduğu yönündeydi.
Lübnan merkeli gazete gündem analizini bir hazırlık ve öngörü geliştirmek gerektiğini belirterek sonlandırdı.
‘’Kutunun dışında düşünmeliyiz’’ diyen el-Mahatta, Lübnan’ın sürekli "savaş yok" diyerek yaşayıp da bir savaşın ortasında kalmak yerine, her ihtimali değerlendiren bir bilinçle hareket etmesi gerektiğini belirtti.