YDH- Amerikan-Siyonist düşünce kuruluşunun düzenlemiş odluğu Politika Forumu’nda, Suriye’ye yönelik karmaşık yaptırımlar ağının çözülmesi, müttefik ülkelerin beklentilerinin yönetilmesi ve IŞİD'e karşı yürütüldüğü iddia edilen görevin güvenli biçimde devredilmesi gibi başlıklar masaya yatırıldı.
Toplantıya, Enstitü’nün Fromer-Wexler Üyesi ve Reinhard ''Terörle Mücadele ve İstihbarat Programı'' Direktörü Matthew Levitt, Blumstein-Rosenbloom Kıdemli Üyesi Devorah Margolin, konuk araştırmacı Souhire Medini ve Rubin Arap Siyaseti Programı Direktörü David Schenker katıldı.
Levitt, forumda “Suriye Yaptırımlarını Anlamak” başlıklı yeni raporunu tanıttı. Margolin ise, kısa süre önce yayımlanan “El-Hol İçin Umut Var mı?” başlıklı “Suriye Çözülüyor” video serisi bölümüne atıfta bulundu.
Fransa Avrupa ve Dışişleri Bakanlığı’ndan geçici olarak Enstitü’ye gelen Souhire Medini, bölgedeki diplomatik açılımları değerlendirdi. Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı olan David Schenker ise, Trump yönetiminin Orta Doğu politikalarıyla ilgili deneyimlerini ve önerilerini paylaştı.
Forumda yapılan açıklamalar, Washington Enstitüsü tarafından bir raportör özeti şeklinde yayımlandı.
New York'ta özel bir Ortodoks Yahudi üniversitesi olan Yeshiva Üniversitesi'nden siyaset bilimi mezunu olan Matthew Levitt, “Suriye Yaptırımlarını Anlamak” başlıklı raporunda, yaptırımların kaldırılmasının ya da askıya alınmasının hukuki, siyasi ve stratejik boyutlarını ele aldı.
14 Mayıs’ta HTŞ lider Colani ile gerçekleştirilen toplantının, geçmişte terörist olarak tanımlanmış bir figürle yapılmış olması nedeniyle dikkat çekici olduğunu ifade eden Levitt, ABD’li yetkililerin benzer aktörlerle daha önce de temas kurduğunu belirtti.
Levitt’e göre, ABD’nin Colani’ye yaklaşımı ve Suriye politikası, “bir kere cihatçı, hep cihatçı” anlayışıyla yönetilmemeli, aksine Washington’un Colani'ye güven duymak için yeterli dayanağa sahip olup olmadığı sorusu etrafında şekillenmeli ve Colani’den yeni güven jestleri beklenmeli.
Colani’nin yeni rejimi, Hizbullah’a silah sevkiyatını durdurma, İran merkezli Direniş Ekseni güçlerini sınır dışı etme gibi adımlar attı.
Washington’un Şam üzerindeki iki temel baskı aracı ise ekonomik yaptırımları yeniden devreye sokmak ve IŞİD üyeleri ile ailelerinin tutulduğu gözaltı merkezlerini korumak amacıyla sınırlı ABD askeri varlığını sürdürmek olarak öne çıkıyor.
Colani, geçmişte ölmüş IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi tarafından el-Kaide’nin Suriye kolunu yönetmek üzere seçilmişti.
Levitt'e göre, bugün Suriye’nin yeni ordusunda yer alan ve ABD tarafından terörist olarak tanımlanan savaşçılarla olan bağlantıları, ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor.
Bu sebeple Trump yönetimi, bu kişilerin görevlerinden alınmasını talep etti.
Trump’ın görüşme sonrası yaptığı açıklama, tüm yaptırımların kaldırılacağı izlenimini yarattı.
Ancak Amerikan yetkililer, şu anda yalnızca yaptırımların geçici olarak askıya alınmasına yönelik yollar araştırıyor.
Bu yöntem, Suriye’de ekonomik faaliyeti mümkün kılarken, Colani'nin verdiği taahhütleri yerine getirmesi konusunda Washington’un elini güçlü tutmayı amaçlıyor.
Levitt, ABD’nin yaklaşımının “güven ama doğrula” değil, doğrudan “doğrula” ilkesine dayandığı sonucuna vardı.
Bu tutum özellikle 2019 tarihli Caesar Suriye Sivil Koruma Yasası kapsamındaki yaptırımlar açısından önem taşıyor.
Kongre onayı olmadan kaldırılamayan bu yaptırımlar arasında, Suriye’nin yeni rejimini derinden etkileyen eyalet düzeyindeki yaptırımlar da yer alıyor.
Trump yönetiminin, Caesar Yasası’nın uygulanmasını geçici olarak askıya alabileceğini ancak yasanın tamamen kaldırılmasının zaman alacağını öngören Levitt, Trump'ın açıklamasının ABD kurumlarını hazırlıksız yakaladığını ve yaptırımların nasıl kaldırılacağı konusunda belirsizlik yarattığını da ekledi.
Tüm bu gelişmeler ışığında, Washington için şu an en gerçekçi seçeneğin, yaptırımları tamamen kaldırmak yerine geçici olarak askıya almak olarak değerlendiren Levitt, aceleci güven yerine dikkatli analiz ve aşamalı ilerlemeye dayalı bir politika izlenmesi gerektiğini vurguladı.
İsrail ile ilgili konularda politika yapıcılarla iş birliği içinde çalışan ve Hamas'ın 1988'deki kuruluş beyannamesinde İsrail'in yok edilmesini hedeflediğini ve bu ideolojinin zamanla nasıl evrildiğini inceleyen Devorah Margolin, “El-Hol İçin Umut Var mı?” başlıklı sunumunda Trump’ın politik hamlelerinin beklenmedik olduğunu kabul ediyor ancak esas amacın değişmediğini—yani ABD'nin 2014’ten bu yana IŞİD'e karşı yürüttüğünü iddia ettiği mücadelenin süregeldiğini—iddia ediyor.
Margolin iddiasını sürdürerek, bu mücadelede Washington’un en büyük yerel ortağının Kürtlerin öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olduğunu kaydetti.
IŞİD ile bağlantılı binlerce kişi hâlâ SDG tarafından işletilen gözaltı merkezlerinde tutuluyor.
2023 yılında ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) yetkilileri, ABD’nin Suriye’den çekilmesinin bir ya da iki yıl içinde toplu kaçışlara, el-Hol kampında radikalleşmeye ve IŞİD'in yeniden yükselmesine yol açabileceği yönünde iddialarda bulunmuştu.
Bugün, Şam’daki HTŞ örgütüyle temas halinde olan birçok ABD yetkilisi, Suriye’deki bu yeni rejimin ülkeyi istikrara kavuşturabileceğini iddia ediyor.
Ancak aynı zamanda ABD yönetimi, bölgedeki askeri varlığını ve harcamalarını azaltmayı hedefliyor.
Bu kapsamda, IŞİD Karşıtı Eğitim ve Teçhizat Fonu’nun (CTEF) 2026 yılında sona ermesi planlanıyor.
Şimdilik Washington’un önceliği, Colani'den IŞİD'in yeniden yükselmesini engellemesini ve kuzeydoğu Suriye’de bulunan gözaltı merkezlerinin sorumluluğunu üstlenmesini talep etmek oldu.
Margolin, Colani'nin bu tür yükümlülükleri kabul etmesi—özellikle ABD istihbaratına dayalı operasyonlara gönüllü katılımı—onun geçmişteki terör bağlantılarına dair kaygıları hafifletebileceğini ortaya attı.
Buna karşın, HTŞ'nin bu görevleri nasıl yürüteceğine dair belirsizlikler sürüyor.
Eğer HTŞ rejimi bu mücadelede yer almak ve zamanla IŞİD karşıtı görevi tamamen devralmak istiyorsa, öncelikle gözaltı merkezleriyle ilgili beklentileri netleştirmesi gerekiyor.
Bu çerçevede güvenlik önlemleri, tutuklulara yönelik insani muamele, mali açıkların kapatılması, uluslararası destek mekanizmalarının belirlenmesi ve net bir zaman çizelgesinin oluşturulması ön plana çıkıyor.
Uzmanlar ayrıca bölgesel ortaklarla koordinasyonun da kaçınılmaz olduğunu vurguluyor.
Bu durum, Şam’ın SDG, Türkiye ve Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinde denge arayışını daha da kritik hâle getiriyor.
2018-2020 yılları arasında Fransa Dışişleri Bakanlığı'nda görev yaparken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Orta Doğu gündemini, özellikle de Lübnan'daki UNIFIL (Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü) misyonunu yakından takip eden ve Güney Lübnan'da ABD-Fransa rolünü değerlendiren Souhire Medini, sunduğu raporda, Avrupa'nın, ABD'nin Suriye politikasındaki değişimi memnuniyetle karşıladığını ve bu yeni dönemde ABD ile iş birliğinin dört temel başlıkta gerekli olduğunu vurguladı.
Medini'ye göre, AB, yalnızca mevcut yaptırımların hafifletilmesini değil, tamamen kaldırılmasını da değerlendirmeye aldı.
Brüksel’in benimsediği “güven ama doğrula” yaklaşımı, aşamalı ve geri döndürülebilir bir yol haritasına dayanıyor.
Buna göre, sahadaki gelişmelere göre kaldırılan yaptırımların yeniden uygulanabileceği vurgulanıyor.
Avrupa’daki bu politika mutabakatı iki temel etkene dayanıyor.
İlk olarak, Suriye'ye ABD öncülüğündeki emperyal müdahale, Avrupa kıtasında büyük terör saldırılarına ve mülteci krizlerine neden oldu.
AB, HTŞ rejimiyle angajman kurulmasını, bu tür güvenlik tehditlerinin tekrarını önlemeye yönelik bir stratejik hamle olarak görüyor.
Bu yaklaşım, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun görüşleriyle de örtüşüyor.
İkinci olarak, Rusya-Ukrayna çatışması, Avrupa’nın stratejik önceliklerini yeniden şekillendirdi.
Brüksel, Suriye’nin Moskova’yla olan işbirliğini azaltmak istiyor. AB yetkilileri, Kremlin’in Suriye’yi Avrupa’ya karşı yeniden bir baskı aracına dönüştürmesini engellemeyi hedefliyor.
Ancak Avrupa’nın bu yaklaşımının etkili olabilmesi için, dört temel alanda ABD’nin iş birliğine ihtiyaç duyuluyor:
1. Yaptırımların kaldırılması: ABD’nin uyguladığı ikincil ve üçüncül yaptırımlar hâlen Avrupa şirketleri ve finans kuruluşları için caydırıcı nitelikte.
Bu engeller kaldırılmadan, Avrupa’nın Suriye’ye ekonomik yatırım yapması olası görünmüyor.
2. Kimyasal silahların imhası: ABD ve Avrupa, Suriye rejimi ile Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) arasında güçlü bir iş birliği kurulmasını savunuyor.
Bu sürecin şeffaf ve uluslararası denetime açık bir şekilde yürütülmesi gerektiği belirtiliyor.
3. IŞİD'e karşı mücadele: Kuzey Suriye’deki güvenlik durumu ortak bir kaygı olarak öne çıkıyor.
IŞİD tehdidi devam ederken, ABD’nin olası bir askeri çekilme kararı koalisyon ortaklarıyla sıkı bir koordinasyon içinde yürütülmeli.
Aksi takdirde, Afganistan’daki sürecin tekrarlanabileceğine dair endişeler artıyor.
4. Geçiş dönemi adaleti: Kalıcı bir çözüm için geçiş dönemi adaletinin sağlanması gerektiği hem Washington hem de Brüksel tarafından dile getiriliyor.
Hesap verebilirlik, toplumsal uzlaşma ve sürdürülebilir bir barış için bu sürecin vazgeçilmez olduğu ifade ediliyor.
Medini, Avrupa Birliği ve ABD'nin önümüzdeki dönemde bu başlıklarda atacakları adımların, Suriye'de hem güvenlik hem de siyasi istikrarın sağlanması açısından belirleyici olacağını ortaya attı.
2019-2021 yılları arasında Fas'tan İran'a, Lübnan'dan Yemen'e kadar uzanan bölgede ABD'nin dış politikasını ve diplomasisini yönlendiren ve İsrail yanlısı bir politika izlediğiyle tanınan David Schenker, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’ye yönelik elli yıllık yaptırımları kaldırma kararının arkasındaki diplomatik dinamikleri ve bölgesel etkileri inceledi.
Yaptırımları sona erdirme kararı, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın teşvikiyle alındı.
Trump’ın bu adımı birçok gözlemci tarafından sürpriz olarak değerlendirilse de, Trump'ın dış politikada ani kararlar alma eğilimiyle tutarlı.
Nitekim, 2018 yılında Erdoğan’la gerçekleştirdiği bir görüşmenin ardından Trump, ABD askerlerini Suriye’den çekme talimatı vermişti.
Öncesinde, ABD yaptırımlarının kaldırılması için sekiz koşul öne sürülmüştü.
Bu koşullar, Mart ayında Brüksel’de düzenlenen bağış konferansında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Natasha Franceschi tarafından HTŞ 'dışişleri bakanı' Esad Şeybani’ye iletilmişti.
Şartlar arasında, ''Filistinli teröristlerin sınır dışı edilmesi, yabancı savaşçıların ülkeden uzaklaştırılması, DEAŞ kamplarının kontrol altına alınması, terör örgütüne karşı mücadeleye destek verilmesi ve Amerikalı gazeteci Austin Tice’ın kaybolmasının araştırılması'' gibi başlıklar yer alıyordu.
Ancak Trump yönetiminin yaptırımları askıya alma kararıyla birlikte, Washington’un bu koşullar üzerinden uyguladığı baskı gücünün zayıfladığı değerlendiriliyor.
Kararın, Erdoğan ve Veliaht Prens Muhammed ile yapılan görüşmelere dayandığı yönündeki iddialar, her iki liderin Trump’ın dış politikası üzerindeki etkisinin arttığına işaret ediyor. Bu durum, hem Ankara hem de Riyad için önemli bir diplomatik zafer olarak yorumlanıyor.
Schenker'e göre, Türkiye, neredeyse on yıldır Suriye dosyasında kilit aktör konumunda.
Türkiye destekli Suriye Ulusal Ordusu, Esad hükümetini zayıflatan muhalif saldırılarda önemli rol oynamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, HTŞ yönetimindeki yeni dönemde bu yerel etkisini sürdürmek istediği ifade ediliyor.
Öte yandan, Suudi Arabistan ise insani yardım kozunu kullanarak, Türkiye’nin nüfuzuna karşı bölgesel denge kurmayı amaçlıyor.
Bölgedeki diğer aktörler ise ABD’nin kararına farklı tepkiler veriyor.
Ürdün ve Lübnan'daki hükümetler, Washington’un bu politika değişiminin, ''ülkelerindeki istikrara katkı sunmasını ve milyonlarca Suriyeli mültecinin geri dönüşünü sağlamasını'' bekliyor.
İran ise Esed hükümetinin uzun süredir müttefiki olarak, Colani'nin Batı’ya yakınlaşmasını olumsuz karşılıyor.
Rusya’nın da HTŞ rejiminin Tartus deniz üssüne ilişkin sözleşmeyi iptal etmesinden memnun olmadığı tahmin ediliyor.
Schenker, İsrail'in ABD’nin bu adımından rahatsız olduğunu iddia etti.
Tel Aviv yönetimi, bölgesel güvenlik açısından zayıf ve bölünmüş bir Suriye’yi tercih ettiğini daha önce defalarca ifade etmişti. Trump’ın yaptırımlar konusundaki açıklaması, İsrail’in önceden bilgilendirilmediği üçüncü büyük Orta Doğu kararı olarak kayda geçti.
Bu durum, Trump yönetiminin İran’la yürütmekte olduğu nükleer müzakerelerin geleceğine dair soru işaretlerine yol açtı.