İran ve Stalin sorunu

16 Haziran 2025

‘’İran, Lübnan, Filistin, Irak ve Yemen'deki direniş hareketlerinin yaptıkları ve yapmaya devam ettiklerinden hiçbir zaman uzaklaşmadı. Bu durum, İran’ın düşman saldırılarının doğrudan hedefi haline gelmesine yol açtı.‘’

YDH- Lübnan merkezli el-Ahbar gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni İbrahim el-Emin, İran’ın bölgedeki direniş güçleriyle olan derin bağları ve bu bağın savaşın kaderinde belirleyici olmasından hareketle, mevcut savaşın sadece nükleer ya da füze yetenekleriyle ilgili değil İran rejimini devirmek ve bölgedeki direnişi zayıflatmakla ilgili olduğunu öne sürüyor. Direniş cephesindeki herkesin, İran’ın direnci ve zaferinin kendi geleceğini belirleyeceğini anlaması gerektiğinin altını çizen el-Emin, savaşın kolay olmadığını ve herkesin kararlı şekilde direnişe devam etmesi gerektiğini söylüyor.

İkinci Dünya Savaşı'nda Kızıl Ordu'nun Nazizme karşı kazandığı zaferden sonra, dünya genelinde komünist partiler hızla büyüdü. Sovyetler Birliği kısa sürede tüm komünist partileri Moskova'da merkezileştiren geniş bir komünist sistem kurdu. Bu sırada, ABD ve İngiltere liderliğindeki Batı ise bu “komünist dalga” olarak tanımlanan şeyi kontrol altına almak için bir plan başlattı.

Savaştan sonra Sovyet lideri Joseph Stalin, küresel komünizmin eşzamanlı olarak gerçekleştirilemeyeceğine inanarak, dünya çapındaki komünistlere destek sağlayacak olan Sovyetler Birliği'ni inşa etmenin en önemli öncelik olduğunu vurguladı.

Stalin, Sovyetler Birliği'ni dünyanın dört bir yanındaki komünistlere bağlayacak ilişki hakkındaki bir soruya yanıt olarak, dünyada bir komünist parti savaşa maruz kalırsa, Moskova'nın ona nasıl yardım edeceğini düşüneceği ancak Sovyetler Birliği savaşa maruz kalırsa, dünyadaki her komünistin mümkün olan her şekilde yardım sunmak için ayağa kalkması gerektiği ilkesine dayanan net bir denklem olduğunu söyledi!

Bu konuşma 75 yıl önce yapıldı. O zamandan bu yana çok şey oldu, en önemlisi Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve dünya çapındaki komünist partilerin etkisinin azalması. Son kırk yılda, dünya çapında yeni biçimlerde dönüştürücü devrimler yaşandı, bunların en önemlisi 45 yıl önce İran'daki devrim oldu. İran örneğinde, Sovyetler Birliği ile dünyadaki komünist destekçileri arasında var olan durumla çarpıcı benzerlikler vardır ancak temel fark, Stalin ve kurucu Vladimir Lenin'in diğer yoldaşlarının, sürgündeki devrimci Leon Troçki'nin savunduğu “sürekli devrim” stratejisine karşı çıkmış olmalarıdır.

İran'da devrimci rejim içindeki küçük bir grup uzun süredir devrimin ihraç edilmesi politikasına karşı çıksa da bu grup zaman içinde büyümüştür. Buna rağmen İran hükümetindeki ana karar alıcılar İran'ın kurucu ideolojisini paylaşan parti ve grupları güçlü bir şekilde desteklemeye devam etmiştir. İran ayrıca İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde Amerikan, Avrupa ve İsrail etkisine direnen güçleri de kucaklamıştır.

Karşılaştırmanın nedeni, İsrail ve ABD ile on yıllardır süren açık çatışmalardan sonra, son iki yıldır yaşananların farklı bir biçim alması. Savaş başladı ve yine aynı soruyu gündeme geldi: İran müttefikleriyle nasıl başa çıkacak?

Tüm kötü niyetli tartışmaların ötesinde, İran, Lübnan, Filistin, Irak ve Yemen'deki direniş hareketlerinin yaptıkları ve yapmaya devam ettiklerinden hiçbir zaman uzaklaşmadı. İran, bu güçlere tam siyasi desteğini sürdürdü ve Koruyucu Hat Harekâtı’ndan bu yana devam eden savaş boyunca önemli destek unsurları sağladı. Bu çok yönlü destek, İran'ı en başından beri savaşın merkezine yerleştirdi. Bu durum, İran’ın hem kendi içinde hem de farklı bölgelerde düşman saldırılarının doğrudan hedefi haline gelmesine yol açtı.

Arap direniş çevrelerinden bazıları İran'ı İsrail saldırılarına verdiği yanıtlar nedeniyle eleştiriyor. Ancak pek çok kişinin gözden kaçırdığı nokta, İran'ın stratejisini direniş gruplarının beklentileri üzerine kurmadığıdır. Direnişin İran'ın kararlarını yönlendirdiğini düşünmek ciddi bir hatadır; özellikle de İran liderliği içinde bile Lübnan, Filistin ve Irak gibi yerlerde yaşananlara ilişkin farklı görüşler varken.

Ancak geri dönmemiz gereken ana fikir, İran'ın bugün “Stalin Sorunu” ile karşı karşıya olduğu ve buna göre şunların söylenebileceğidir:

Direniş cephesinin merkezi olan İran, yok etme savaşına maruz kalıyor. Savaşın amacının nükleer veya füze yetenekleri olduğunu düşünenler, hayalperest ve aptaldır. Savaşın şu anki amacı, bu hedefin gerçekleştirilebilir olup olmadığına bakılmaksızın, İran'daki rejimi devirmektir. İsrail'in bu tutumu çok nettir.

İlk günden beri “cephelerin birliği” ilkesine göre hareket etmiş, İran'ı bölgedeki direniş cephesinin diğer taraflarından asla ayırmamıştır. İsrail sorunu yalnızca silahların varlığında görmemektedir; onun sorunu, bu silahları kimin yönettiği üzerinedir.

Önemli bir Arap ve Müslüman gücün kurulmasını istemeyen İsrail, kendisine düşman olan hükümetleri devirmekle daha çok ilgilenmektedir. Ancak İsrail'in hedefi yalnızca kendi güvenliğiyle ilgili değil; asıl olarak İran rejimini çıkarlarına ve hatta varlığına tehdit olarak gören ABD, Avrupa ve diğer ülkelerin çıkarlarıyla da ilgilidir.

Yukarıdakilere dayanarak, mevcut mücadelenin doğasını net bir şekilde anlamak, siyasi sonuçlara yol açar ve bu sonuçlar da pratik kararlar ve adımlar üretir.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, mevcut savaşın doğasını net bir şekilde anlamak önemli siyasi sonuçlara ve pratik eylemlere yol açmaktadır. Kilit nokta şu: İran'ın düşmanları ülkenin kalbini vurmayı başarırsa, bunun sonuçları ister devlet, ister hareket, ister grup ya da ideolojisine sadık kişiler olsun, İran'ın müttefiklerini doğrudan etkileyecektir. Dolayısıyla şimdi hepsi için asıl soru şu: Mevcut çatışmayla nasıl başa çıkacaklar?

İran'ın bölgedeki direniş güçlerinin birçoğunun yönlendirilmesinde kilit bir rol oynadığı doğrudur, ancak bu izin almak ya da emir vermekle ilgili değildir. Bu gruplar ile İran arasında derin bir bağ ve ortak bir anlayış söz konusu. Şimdi asıl zorluk, bu davaya ve liderliğe inanan herkesin bunun kolay olmadığını anlamasıdır. Kendini bu işin içinde gören herkes, geleceğimizin İran'ın kararlılığına ve zaferine bağlı olduğu ilkesine göre hareket etmelidir.

Tüm bunlar Levant'ta bizler devam eden savaşta açık bir sorumlulukla karşı karşıyayken gerçekleşiyor. Bizim tarafımızdan bazılarının moralleri bozuldu; bunu şimdi ateşkes ummalarından ve kısmi uzlaşmalara razı olmalarından anlayabilirsiniz. Dolayısıyla, hala bu savaşın gerçek olmadığına ya da devam ettiğine inananlarla konuşmaya devam etmenin bir anlamı olmadığını söylemek mantıklı olacaktır.

Düşmanın “görev tamamlanana kadar” savaşını sürdürdüğü Gazze'de neler olduğunu inceleyelim. Direnişin teslim olmasını sağlayamadığı için öldürme operasyonlarına devam ediyor. Gazze'de gerçekten işlerin yolunda gitmediğini biliyor ve hiçbir işgal yetkili mutlak zaferden bahsedemiyor. Bu durum, varlık içinde savaşın orada sürdürülmesinin fizibilitesi konusundaki tartışmaları derinleştiriyor.

Lübnan'da ise durum farklıydı. İsrail'in bizimle olan hesabı kırk yıldır açık. Direnişin Filistin'i desteklemek için başlattığı destek savaşı, kendi dar çerçevesi içindeydi ve düşman kararlı bir savaş başlatmadan önce gücünü ve ivmesini hızla tüketti. Ancak İsrail, direnişin pes etmeyeceğini beklemiyordu.

Ve ateşkes anlaşmasını kabul etmek zorunda kaldığında – evet, zorunda kaldı – Lübnan'daki görevi tamamlayamadığını söylüyordu ve Amerika ile Avrupalı, Arap ve Lübnanlı müttefiklerinin direnişin siyasi varlığını tamamen ortadan kaldırarak ve silahsızlandırarak görevi tamamlayacağına büyük ölçüde güveniyordu.

Zaman içinde, özellikle de Suriye rejiminin düşmesinden sonra, İsrail Lübnan'la savaşı bitirdiğine pişman olmuş görünüyor. Çatışmayı farklı bir biçimde devam ettiren yeni bir yaklaşım benimsemesinin basit bir nedeni var: görev hala tamamlanmadı.

İsrail İran'la savaşa girmeye karar verdiğinde muhtemelen İran'ın müttefiklerinin desteğine güvenemeyeceğine inanıyordu. Filistin'deki direniş ağır baskı altında, Lübnan ciddi zorluklarla karşı karşıya, Suriye'deki müttefikleri çöktü ve ABD Irak'taki direnişi zayıflatmakta başarılı oldu. Tüm bunlar İsrail'in İran'ı karşısına alma konusunda kendine daha fazla güvenmesini sağladı.

Ancak düşman Tahran'a karşı başarılı olursa, şimdiden bir sonraki adımı, özellikle de Lübnan'ı hedef almayı planlıyor. İran'ı zayıflatmanın bölgedeki müttefiklerinin çökmesine neden olacağına inanıyor. Dolayısıyla Lübnan'daki direnişe nihai ve kararlı bir saldırı başlatmak için muhtemelen doğru anı bekliyor.

Bu yazı, ne tavsiye vermek veya kimseyi utandırmak, ne de insanları aşırı coşkulandırmak veya devrimci ergenlik dönemini hatırlatmak amacıyla yazıldı – bu, çok sert bir savaş olasılığına hazırlık aşamasına geçilmesini teşvik etmek içindi. Her birimiz umuyoruz ki, herkes sadece İran'ı desteklemek için değil – ki bu aynı zamanda ahlaki, siyasi ve kişisel çıkarlara dayalı bir görevdir – aynı zamanda bu bölgedeki özgür varlığımızı savunmak için harekete geçmeye hazır olacaktır!

Çeviri: YDH