Netanyahu'nun önünde ikisi de birbirinden acı iki seçenek kaldı

22 Haziran 2025

"Netanyahu'nun önünde üçüncü bir seçeneği olmayan iki yol kalacak: Birincisi, nükleer silah kullanmaya başvurmak ki bu hiç de kolay bir iş değil ve onun yönetimi ile siyasi geleceği için vahim sonuçları olacak. İkincisi ise zehir kadehini içmeyi kabul edip ateşkese razı olmak ve kendisini bekleyen kaçınılmaz kaderi, yani yargılanmayı ve hapsi kabul etmek."

YDH - Iraklı yazar ve akademisyen Saad Naci Cevad, Rey el-Youm gazetesinde yer bulan köşe yazısında,  İran'ın güçlü karşı saldırısının ardından İsrail'in ilk hesaplarının boşa çıkmasıyla Netanyahu'nun içine düştüğü zor durumu analiz ediyor. Cevad, Netanyahu'nun önünde vahim sonuçları olacak nükleer silah kullanmak ya da ateşkese razı gelerek siyasi sonunu ve hapsi kabullenmek gibi birbirinden kötü iki seçenek kaldığı sonucuna varıyor.

Bir haftadan uzun süredir devam eden ve daha da uzaması beklenen çatışmanın şiddetlenmesiyle birlikte, ileriye doğru kaçma ve dış savaşlar ile saldırılar yoluyla kendine çıkış yolları bulma alışkanlığıyla tanınan Netanyahu'nun seçenekleri hakkında zihinde pek çok soru dönüyor.

Peki, bu sefer de başarılı olabilecek mi?

Bu ayın 13'ü şafağında İran'a yöneltilen ilk darbenin ardından, İsrail'in ya da bizzat Netanyahu'nun, işgal devletine karşı olan tüm güçler ve devletler üzerindeki (zaferler) serisini tamamlamak üzere olduğuna dair genel bir izlenim oluştu (Bu seri, İsrail Mossad'ı tarafından hazırlanmış ve Washington'un 11 Eylül 2001 olaylarını fırsat bilerek ikna olduğu, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan, Somali ve İran olmak üzere yedi ülkenin yok edilmesini içeriyordu. Nitekim tanınmış Amerikalı profesör Jeffrey Sachs da bunu yakın zamanda teyit etmişti).

İsrail saldırısının ilk başarılarıyla birlikte İsrail ve Batı medyası ile Netanyahu'nun kendisi, müjdeleyip durduğu yeni Orta Doğu'nun taçsız kralı olmuş gibi konuşmaya başladı.

Hatta bu söylem daha da ileri giderek İran liderliğinin teslim olduğunu ilan etmesini ve (zehir içmek) zorunda kalmasını beklemeye kadar vardı.

Ancak İran, sadece 14 saat içinde dengesini yeniden sağladı ve işgalci yapıya acı verici darbeler indirdi. Sadece bir hafta sonra ise tabloyu tersine çevirerek Netanyahu'yu zehir kadehini içmeye aday bir konuma getirdi ve hâlâ da bu konumda.

Geçtiğimiz sekiz günün olayları dikkatle incelendiğinde, bir dizi sonuç veya gerçeğin öne çıkması kaçınılmaz:

Birincisi: İsrail, İran'ın tüm hassas askeri ve nükleer bölgelerine yönelik yoğun ve acı verici bir darbenin, İran'ı dize getirip beyaz bayrak çekmesini sağlayacağına ya da en azından karşılık vermekten aciz, kendi kabuğuna çekilmiş ve ardından içeriden çökecek bir duruma düşüreceğine inandı. Bu inancın şu ana kadar başarısız olduğu kanıtlandı.

İkincisi: İsrail'in hesaplarının çoğunun yanlış olduğu ve tüm istihbarat kapasitesine, ABD ve Batı Avrupa istihbaratının desteğine rağmen İran'ın füze yeteneklerinden haberdar olmadığı ve bu durum karşısında tamamen şaşırdığı açıkça ortaya çıktı. İsrail'in füze kapasitesinin (sayı ve fırlatma rampaları açısından) üçte birinin veya yarısının imha edildiğine dair tüm iddialarının doğru olmadığı kanıtlandı. Ardından İsrail raporları, İran hava savunmasının toparlandığından ve daha gelişmiş insansız hava araçları ile füzelerden oluşan daha büyük bir stoka sahip olduğundan bahsetmeye başladı. Konuşmacılar, ilk darbeyi atlatabilmesi için İran'a destek sağladıkları gerekçesiyle Rusya, Çin ve Pakistan'ı suçlamayı da ihmal etmedi. Aslında Pakistan, iki sebepten ötürü bu ülkelerin başında geliyor. Birincisi, Netanyahu bir televizyon röportajında İran'dan sonraki darbenin Pakistan'a, nükleer programına ve silahına (ki bunu "İslami nükleer" olarak nitelendirdi) yönelik olacağını açıkça söyledi. İkincisi ise Hindistan ile Pakistan arasındaki son çatışmada İsrail'in Hindistan'ın yanında yer alması ve bu olayları fırsat bilerek Pakistan'ın nükleer tesislerini sabote etmek için İsrailli insansız hava araçları ve bu alanda uzmanlar göndermesi.

Üçüncüsü: Bu yeni gerçeklik karşısında İsrail hükümeti ve Washington ile Batı'daki destekçileri, Başkan Trump'tan yardım dilenmek için harekete geçti ve (İsrail'i çöküşten kurtarmak için) doğrudan askeri müdahalede bulunmasını talep etti. Elbette Sayın Trump'ın böyle bir talebe ihtiyacı yoktu, zira kendisi İran'a yönelik İsrail saldırısının tüm düzenlemelerine ve hazırlıklarına zaten ortaktı, hatta saldırıdan önceki yanıltma kampanyasını bizzat yönetmişti. Kendisi ve Netanyahu da bunu itiraf etti. Başkan Trump, "İsrail'in hassas vuruşlarının sonuçlarının beklediğimizden daha fazlasını başardığını" ve İran'ın önünde beyaz bayrak çekmekten başka çaresi olmadığını iddia etti.

Dördüncüsü: Şimdi, (sarhoşluk geçip akıl başa gelince), Amerikan hesapları birçok nedenle değişmeye başladı. Bunların en önemlisi, Amerikan karar alma merkezleri içinde müdahaleyi destekleyenler ile Amerikan kuvvetlerini sonuçları bilinmeyen bir çatışmanın ateşine atmayı reddedenler arasındaki derin bölünme ve Irak savaşı deneyiminin hatırlanması. Bu nedenle ABD Kongresi, Başkan'ın böyle bir eyleme girişmeden önce kendisine danışılması gerektiği konusunda ısrar etti. Bu durumda, Başkan Trump'ın ABD ordusunun ve filolarının İsrail'in yanında savaşa katıldığını ilan etmeden geçen her gün, Netanyahu hükümetinin iç kamuoyu baskısıyla daha hızlı çökmesi anlamına geliyor. Zira halk, Netanyahu'nun kişisel siyasi çıkarları için çatışmaları ve savaşları uzattığını her geçen gün daha fazla keşfetmeye başladı.

Diğer yandan, Netanyahu'nun İran'a karşı savaşa gitme kararı, (İsrail'in İran tehdidini bitirebileceği iddialarına inanan) Başkan Trump'ı zor bir duruma soktu. Eğer Netanyahu'nun imdadına koşmazsa, Amerika'nın dünyadaki en önemli müttefiki çökme ve belki de parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Eğer doğrudan müdahale ederse, Amerikan askerlerinin hayatını ve bölgedeki üslerini büyük bir tehlikeye atacak. Başka bir deyişle, Netanyahu'nun macerası ve İran'ın yanıtı, ABD Başkanı için bir utanç kaynağı oluyor. Belki de bu durum, açıklamalarının tehdit ile teşvik arasında gidip gelmesine ve çelişmesine neden oldu. Son olarak, Avrupa Troykası heyetinin İran dışişleri bakanıyla görüşmesine izin vermeye ve (Tahran'a) nükleer silah peşinde olmadığına dair niyetinin samimiyetini kanıtlaması için (iki haftalık bir süre tanımaya) kadar vardı. Hâlâ iki seçenek —kalıcı bir ateşkes dayatmak ya da savaşa katılmak— arasında net bir karara varmadığını vurguluyor. Unutulmamalı ki, ilk seçenek Netanyahu ve hükümetinin istekleriyle uyuşmuyor, ikinci seçenek ise Trump'ın Amerikan kuvvetlerini dış savaşlara sokmaktan kaçınma vaatleriyle bağdaşmıyor.

Beşincisi: İsrail üzerindeki ekonomik savaşın yükü çok ağırlaştı. İsrail, az sayıda İran füzesi ve insansız hava aracına karşı koyarken her gün 200 milyon dolardan fazla maliyete katlanıyor. Saldırılar artar ve çatışma süresi uzarsa bu maliyet de artacak. Bugün, çatışmanın bir ay sürmesi halinde 12 milyar doları aşan bir maliyetten bahsediliyor. İşgal altındaki Filistin'de ekonomik hayatın tamamen durma noktasına gelmesi de cabası. İsraillilerin çoğunluğunun Filistinlileri öldüren ve İran'ı yok eden bir savaşı desteklediği doğru, ancak bu destek, tablonun tersine dönmesi ve yıkıcı çatışmaların sonuçlarının kendi evlerine, şehirlerine, köylerine ve konutlarına ulaşmasının ardından azalmaya başladı.

Altıncısı ve en önemlisi: ABD, Netanyahu'nun talep ettiği şekilde ve boyutta müdahale etmekten kaçınırsa ne olur? Ya da bazı İsrailli uzmanların da belirttiği gibi, müdahale edip Fordo reaktörünü yok etmede başarısız olursa ne olur? Bu görüş, ABD Başkanı'nın, İsrail'in tek başına nükleer tesisleri yok edemeyeceğini söylediği açıklamalara da yansıdı. Buna, İran'ın tüm nükleer programını ve tesislerini yok etme ihtimalinin zor olduğunu söylediği daha anlamlı bir açıklama da ekledi. Bazı gözlemciler, tüm bu açıklamaların, maliyetli savaşlardan kaçınma yönündeki önceki vaatleriyle uyumlu olduğunu söylüyor. Bu yaklaşımı teyit etmek için dün yaptığı açıklamada, güç tehdidinde bulunmanın ve bunu göstermenin, kullanmaktan daha olumlu sonuçlar getirebileceğini belirtti. Eğer gerçekten nükleer silah peşinde koşmama konusunda bir İran vaadi istiyorsa, İran, bilinen pragmatik politikasıyla ve ABD ile bir çatışmadan kaçınmak için bu garantileri vermeye oldukça hazır. Halihazırda bu garantileri Cenevre'de Avrupa Troykası ile yapılan son toplantıda bir kez daha açıkça sunmuştu.

Bütün bu senaryolar ve gelgitler, Washington ile Tahran arasında müzakere kapısını yeniden aralayabilir. Bu durumda veya füzelerin iki ya da üç hafta daha İsrail içlerine yağmaya devam etmesi halinde, Netanyahu'nun önünde üçüncü bir seçeneği olmayan iki yol kalacak: Birincisi, nükleer silah kullanmaya başvurmak ki bu hiç de kolay bir iş değil ve onun yönetimi ile siyasi geleceği için vahim sonuçları olacak. İkincisi ise zehir kadehini içmeyi kabul edip ateşkese razı olmak ve kendisini bekleyen kaçınılmaz kaderi, yani yargılanmayı ve hapsi kabul etmek.

Çeviri: YDH