YDH - Türkiye, İsrail ile İran arasındaki savaştan derin endişe duyuyor ve arabuluculuk çabalarıyla çatışmanın genişlemesini önlemeye çalışıyor. Ankara'nın temel korkuları; ekonomisine ve güvenliğine yönelik doğrudan tehditler, İran'dan gelebilecek yeni bir göç dalgası ve İran'da ortaya çıkabilecek bir Kürt devletinin PKK'yı güçlendirerek bölgesel istikrarsızlığı artırması. El-Meyadin televizyonunun internet sitesinde yayımlanan köşe yazısında Hüda Rizk, Türkiye'nin sınırlardaki güvenlik boşlukları ve Suriye'deki hassas dengelerin bozulması gibi riskler nedeniyle kendisini, İsrail'in dolaylı hedefi olarak gördüğüne işaret ediyor.
Erdoğan, İsrail'in 13 Haziran'da İran'a yönelik saldırısının ardından dünya ve bölge liderleriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Bu telefon görüşmeleri, Cumhurbaşkanı başkanlığında düzenlenen ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Savunma Bakanı Yaşar Güler, MİT Başkanı İbrahim Kalın ile AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik'in katıldığı güvenlik toplantısından önce kamuoyuna duyuruldu.
Toplantıda, Ankara'nın G7 Zirvesi'nde Trump ile yapılan görüşme aracılığıyla ABD ve İran arasında diyaloğu kolaylaştırma hazırlığı ele alındı. Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan ile görüşerek arabuluculuk rolü üstlenmeye hazır olduğunu belirtti.
Türkiye, ABD ile İran arasında doğrudan iletişimi kolaylaştırmayı hedefliyordu.
Ankara, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı doğrudan görüşmede, Rusya'nın İsrail ile İran arasında arabuluculuk yapmaya veya ilişkileri kolaylaştırmaya hazır olduğunu bildirdi.
Bu durum şaşırtıcı olsa da Putin ile Tahran arasında ciddi ve sık diyalog olmasına rağmen Moskova'nın İran'a herhangi bir gerçek güvenlik garantisi sunacak konumda olmadığı açıktı.
Daha ziyade Kremlin, krizi çözmek için değil, Washington'u ve dünyayı meşgul edecek kadar uzatarak Ukrayna cephesindeki baskıyı hafifletmek için bir fırsat görüyor.
Bu açıdan bakıldığında, yavaş ilerleyen bir çatışma Rusya'nın çıkarlarına hizmet edecekti.
Cenevre'de Avrupa Birliği, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya dışişleri bakanlarıyla verimsiz bir toplantı yapan İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı için İstanbul'a doğru yola çıkmışken, Trump'ın emriyle Amerikan B-2 bombardıman uçakları İran'a GBU-57 bombaları atmak üzere havadaydı.
Erdoğan, ABD ile İran arasında arabuluculuk yapmaya çalışarak ve aralarındaki kanalları açık tutarak Arakçi'yi müzakerelere dönmeye teşvik ederken, bu saldırı İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin Türkiye ziyaretiyle eş zamanlı olarak gerçekleşti.
Bu durum, Türkiye'nin bu aşamada sembolik bir kolaylaştırıcı rolünden fazlasını üstlenebilecek konumda olmayabileceğini gösteriyor ve bu, uluslararası aktörlerin çoğu için de geçerli.
Türkiye bu durumun sonuçlarını kaldıramaz. Zira tırmanan gerilim, çevresini doğrudan ekonomisini ve güvenliğini etkileyecek şekilde yeniden şekillendirebilir.
Türkiye, Amerikan saldırısını hemen kınamadı. Saldırıdan yaklaşık yarım gün sonra Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, ABD "saldırısının", "13 Haziran'da başlayan İsrail saldırılarıyla tırmanan çatışma" riskini artırdığı belirtildi.
Açıklamada, "Ankara'nın, ABD saldırısının İran İslam Cumhuriyeti'nin nükleer tesisleri üzerindeki olası sonuçlarından derin endişe duyduğu" ifade edildi.
İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin sözcüsü ve Erdoğan'ın dış politika çevresine yakın bir isim olan Ömer Çelik de ABD saldırısından duyduğu rahatsızlığı ve endişeyi dile getirmiş ancak "kınama" kelimesini kullanmaktan kaçınmıştı.
Türkiye'nin nükleer müzakerelere dönülmesi yönündeki ısrarı, sadece İran'ın Netanyahu'nun mevcut hedefi olmasından kaynaklanmıyor. İran'ın nükleer silahlara sahip olması, Türkiye'yi de endişelendirecek bir olasılık.
Türkiye'nin geçmişte Brezilya ile birlikte nükleer görüşmelerde arabuluculuk rolü üstlenmesinin nedenlerinden biri de buydu.
Orta Doğu'nun jeopolitik sahnesinde bir Amerikan saldırısı nadiren sadece bölgesel bir eylemdir; aynı zamanda piyasalara, rakiplere ve müttefiklere durumun kötüleştiğine dair bir işarettir.
Ancak bu, Donald Trump'ın bir girişimi değil, Benyamin Netanyahu tarafından çizilen bir senaryonun bir sonraki perdesiydi. Trump, stratejik bir vizyondan ziyade, kişiliği ve Amerikan iç politikasının gelgitleriyle hareket eden bir adam olarak rolünü oynadı.
İran ise olası bir Amerikan tırmanışını beklemişti. Bu nedenle, zenginleştirilmiş uranyum stokunun bir kısmını daha güvenli yerlere taşımış olması şaşırtıcı olmayacaktır.
Fordow gibi tesisler yerin 80 metreden daha derinine gömülüdür. Bu nedenle, en güçlü Amerikan sığınak delici bombası olan GBU-57'nin (nüfuz derinliği 60 metreyi geçmeyen) bu tesisi etkisiz hâle getirememiş olması muhtemeldir. Giriş ve çıkışları büyük ölçüde tahrip edilmediyse tesis kısmen faal kalabilir.
Benzer bir stratejik durum, Natanz'daki yeni tesis için de geçerli olabilir.
Türkiye, güvenlik, siyasi, iktisadi ve insani hesapların iç içe geçtiği, son derece hararetli ve karmaşık bir bölgesel jeopolitik gerçeklikle karşı karşıya.
Bu savaşın sonuçlarından en çok etkilenecek taraflardan biri olan Türkiye, gerilimin tırmanması hâlinde ortaya çıkacak tablonun sonuçlarını kaldıramaz. Zira bu durum, çevresini doğrudan ekonomisini ve güvenliğini etkileyecek şekilde yeniden şekillendirebilir.
Türkiye, İran'daki durumun kötüleşmesinden ve kendisine yönelik bir göç dalgasından endişe duyuyor; bu, Türk hükümeti için ağır siyasi maliyetleri olan bir konu.
Ankara'yı endişelendirebilecek senaryolardan biri de şüphesiz yeni bir Kürt devleti olasılığıdır. Modern çağda tarihsel öneme sahip tek Kürt devleti İran topraklarında kurulmuştu.
1946'da kurulan kısa ömürlü Mahabad Cumhuriyeti, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin varlığı, Suriye'deki Demokratik Birlik Partisi (PYD)/PKK varlığı ve bu yapıların o ülkenin geleceğinde oynayabilecekleri rolün belirsiz hatları göz önüne alındığında, İran'da benzer bir senaryo Kürt grupları için yeni hukuki ve siyasi yorumlara ve emellere kapı aralayabilir.
Bu koşullar altında, PKK'nın dağılmış hâli bile örgütün kalıntıları ve Kürt siyasi alanı içindeki bazı gruplar tarafından çözülmüş bir mesele olarak değil, hukuki ve stratejik bir yeniden değerlendirme için olgunlaşmış bir fırsat olarak yeniden yorumlanabilir.
Türkiye'nin endişeleri, İran sınır hattında bir güvenlik boşluğu ve kaos yaşanması ihtimaline kadar uzanıyor. Bu durum, organize suç grupları ve unsurlarının Türkiye'ye sızmasına yol açabileceği gibi, İran, Türkiye ve Irak arasındaki kesişen sınır bölgelerinde faaliyet gösteren silahlı Kürt unsurların, kırılgan güvenlik koşullarından yararlanarak Türkiye'ye silah ve insan kaçakçılığı için koridorlar oluşturmasına da olanak tanıyabilir.
Türkiye, Suriye'deki durumun değişmesinden ve Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) tutum değiştirmesinden de endişe duyuyor.
Türkiye, SDG'yi hâlâ hayati sınır kapılarının ve bölgelerinin yanı sıra petrol altyapısının devrini engellemekle suçluyor.
Ayrıca, SDG'nin resmi entegrasyon kisvesi altında Suriye ordusuyla birlikte geleneksel nüfuz alanlarındaki varlığını sürdürmesi, Türkiye'nin savaş teçhizatının sökülmesi, savaşçılarının silahsızlandırılması ve Türkiye sınırından uzak, Suriye'nin başka bölgelerine nakledilmesi yönündeki taleplerinin uygulanmasında manevra yapıp oyalama taktikleri gütmesini sağlayabilir.
Dolayısıyla, Kürt meselesinin Türkiye üzerinde önemli bir baskı unsuru olarak kullanılmaya devam etmesi ve Abdullah Öcalan'ın örgütün lağvedilmesi ve tüm askeri kanatlarının dağıtılması yönündeki çağrısının tam olarak uygulanmasını engellemesi bekleniyor.
Suriye topraklarında İsrail ile yaşanacak herhangi bir askeri çatışma, Türkiye'ye daha fazla askeri ve ekonomik kayba mal olabileceği gibi, Türk muhalefetiyle yaşanacak iç sorunlara da yol açabilir.
Türkiye, krizin tırmanmasını ve çatışma alanının genişlemesini önlemek için arabuluculuk çabaları sarf ediyor.
Zira böyle bir durumun, genel olarak bölgenin geleceği ve özel olarak da İsrail'in henüz ilan edilmemiş hedefi olarak görülen Türkiye üzerinde son derece tehlikeli siyasi, güvenlik ve ekonomik yansımaları olacaktır.
Çeviri: YDH