Irak İşgali ve Kürtlerin bağımsızlık talebi

01 Ocak 1970

İran’ın Türkiye ve Kürt meselesi uzmanlarından Muhammed Hadi, “Irak İşgali ve Kürtlerin Bağımsızlık Talebi” başlıklı yazısını Saafonline için kaleme aldı.

YDH-İran’ın Türkiye ve Kürt meselesi uzmanlarından Muhammed Hadi, “Irak İşgali ve Kürtlerin Bağımsızlık Talebi” başlıklı yazısını Saafonline için kaleme aldı. Yazısında bazı Iraklı Kürt liderlerin bağımsızlık talebini, komşu ülkelerin toprak bütünlüğünü tartışmaya açar şekilde dile getirmesinin sebeplerini analiz eden Hadi, tüm bölgenin zararına sonuçlanacak adımlar karşısında bölge ülkelerini Türkiye öncülüğünde ortak bir tutum almaya çağırıyor. Türkiye dostu yazılarıyla tanınan Muhammed Hadi’nin sitemiz için gönderdiği analizini Alptekin Dursunoğlu çevirdi.  

 

-Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin tutumu

 

-Irak Kürtlerinin bağımsızlık talebinde dış etkenler

 

A-Bölgesel şartlar

1-Arap ülkeleri

2-Suriye

3-İran

4-Türkiye

 

B)Uluslar arası şartlar

1-Amerika

2-Avrupa

-Celal Talabani’nin tutumu

-Bölgesel işbirliği ve Kürt bağımsızlık talebiyle mücadele

 

Irak’ın İşgali ve yeni bölgesel sorunlar

 

Irak Kürtlerinin Bağımsızlık talebi (1)

 

Kürdistan Bölge başkanı mesut Barzani’nin tutumu

 

“Kürtler bölgede 40 milyonluk nüfusa sahip bir ulus. Ancak üzülerek söylüyorum, tarih onlara karşı adil değildi. Kürtleri kendi istekleri dışında birçok ülkeye bölündü. Tarih ve koşullar bu bölünmeye neden oldu. Ancak Kürt gerçeğinin ve kimliğinin reddi, görüldüğü gibi bu sorunu çözmeye yetmedi. Kürtlerin Araplaştırılması, İranlılaştırılması veya Türkleştirilmesi, başarılı olmadı. Kürt kimliğinin yok olması sağlanamadı. Bağımsız bir yapı, Kürtlerin en doğal hakkı. Ben kişisel olarak bu konudaki engelin, bu konudaki tabunun hem Kürtler hem de komşularımız için kalkmasını istiyorum. Kürtler bağımsız olma hakkına sahip. Türkler, İranlılar ve Araplar, bunu konuşmanın ayıp ya da bir tehdit olmadığını anlamalı. Yakın ya da uzak gelecekte olsa da bu fikre alışmalılar.”

 

Irak Kürdistan Demokrat Partisi Lideri Mesut Barzani, bu sözleri Türkiye televizyonu NTV’ye 25 Şubat 2007’de yaptığı açıklamada söyledi. Barzani bu açıklamalardan bir gün sonra da İlaf adlı internet sitesine verdiği mülakatta bağımsızlık konusunda benzer şeyler söyledi. Bölgede ve Irak’ta peş peşe yaşanan gelişmeler, politikacıların, aydınların ve medyanın Barzani’nin son iki yıl boyunca bağımsızlık konusundaki tutumunu yansıtan açıklamalarına ilgisiz kalmasına sebep olurken, muhtemelen Barzani de Kürtlerin bağımsızlığı ve büyük Kürdistan’ın kurulması meselesinin bölge kamuoyu nezdinde normalleştirilmesi hedefine ulaşmış oldu. Fakat bu tutumun ortaya konulmasının zamanlaması ve tutumun ortaya konulmasında kullanılan araçlar oldukça düşündürücüdür. Bu çerçevede konunun daha geniş bir boyutta ele alınabilmesi için biraz geriye, Türkiye Başbakanı Recep Tayyib Erdoğan’ın 2007’nin ilk günlerinde meclis grup toplantısında Irak politikasına ilişkin politikasını açıkladığı döneme gitmek gerekmektedir.

 

Erdoğan bu konuşmasında “Irak AB’den daha önemli, Türkiye başta olmak üzere komşu ülkeleri hesaba katmayan oldubittiler Irak'ı istikrara kavuşturmayacak. Özellikle Irak'taki mezhep grupları ve etnik unsurlar bu uyarımızın üzerinde ciddiyetle düşünmelidir. Irak'ın bölünmesi ve Kerkük'te oldubitti peşinde koşanların niyetlerine yönelik olarak bu uyarıyı bugünden yapmak zorundayım. Irak meselesinin bizim için AB sürecinden daha öncelikli bir hal aldığını bayramın ilk gününde söylemiştim” dedikten sonra Türkiye’nin Irak konusundaki hassasiyetlerinin en önemlilerini şu şekilde sıraladı:

 

“Irak’ın siyasi birliğinin ve toprak bütünlüğünün korunması, güvenlik ve istikrarın sağlanması, Iraklı gruplar arasında bozulan dengenin yeniden kurulması, Irak'ın petrol kaynaklarının denetimi ve gelirlerinin paylaşımında merkezi hükümetin ağırlığının korunması, Irak'ın tüm sınırlarının ve sınır kapılarının merkezi yönetimin kontrolünde olması, Irak anayasasının bölücü ve zayıflatıcı unsurlardan temizlenmesi, Kerkük sorununun, Kerkük'ü oluşturan gruplar arasında uzlaşıyla çözülmesi, terör örgütünün Irak'taki varlığının ve etkinliğinin sona erdirilmesi, bu konunun ilişkilerimizde sorun yaratan konumdan çıkarılması, Irak'taki Türkmen varlığının korunması ve anayasal haklarının garantiye alınması, Türkiye ile Irak arasında ticari ve ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi, petrol, doğalgaz ve enerji alanında potansiyellerin değerlendirilmesi.”

 

Erdoğan’ın sözlerinden hareketle Türkiye’nin Irak konusundaki siyasi önceliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

 

1-Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve bu ülkenin bölünmesinin önüne geçilmesi (Irak Kürtlerinin bağımsızlığına karşı mücadele)

 

2- Kürdistan bölgesine katılması durumunda Kürtlerin bağımsızlığını hızlandıracak olan petrol zengini stratejik bir kent olan Kerkük’ün statüsünün korunması ve buranın Kürdistan bölgesine katılmasının önlenmesi.

 

3-Kuzey Irak’tan planladığı terörist eylemlerle Türkiye’nin ulusal güvenliğine zarar veren PKK’nın terörist faaliyetlerinin önlenmesi.

 

Erdoğan hükümetinin Irak konusundaki bu politikasını açıklamasından sonra Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 4 Şubat 2007’de Washington’a gitti. ABD ziyaretinde başkan Yardımcısı Dick Cheney, Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephan Hadly ve Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’la görüşen Gül, ikili ve bölgesel gelişmeler konusunda özellikle de Irak konusunda görüş alışverişinde bulundu.

 

Kuzey Irak’tan Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelen terörist faaliyetler, Kerkük’ün durumu ve Iraklı Kürt liderlerin attıkları adımların bölge istikrarı üzerindeki etkisinden Ankara’nın duyduğu endişe, Gül’ün görüşmelerinin ana konusunu oluşturuyordu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den bir hafta sonra da Türkiye Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, ABD’ye gitti. Büyükanıt’ın ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephan Hadly ile görüşmelerinde de PKK’nın Kuzey Irak’tan Türkiye topraklarına yönelik düzenlediği terörist eylemler ana gündemi oluşturuyordu.

 

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Washington’dan dönmesinden sonra Türkmenistan’ın Yeni Cumhurbaşkanı’nın yemin töreni dolayısıyla gittiği Aşkabat’tan dönen Başbakan Erdoğan, beraberindeki gazetecilere yaptığı açıklamada Kuzey Iraklı Kürt liderlerle görüşmenin huzurun sağlanması yönünde olumlu sonuçlar doğurması durumunda onlarla görüşülebileceğini söyledi.

 

15 Şubat tarihli Hürriyet gazetesi Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın bu adımını Iraklı Kürt liderlere verilen “İlk Sıcak mesaj” ifadesiyle manşetine taşıdı. Erdoğan’ın bu mesajı, Iraklı Kürt liderler tarafından da olumlu karşılandı. Mesut Barzani’nin Bürosu Erdoğan’ın açıklamalarını olumlu karşıladığını belirterek sürecin bu şekilde devam etmesi durumunda sorunların çözümü için yol bulunacağını ifade etti.

 

Kürdistan Bölge Parlamentosu Başkanı Adnan Müftü de NTV’ye verdiği demeçte Türkiye Başbakanının bu açıklamalarının her iki tarafın da lehine olduğunu söyleyerek “Biz Türkiye Başbakanı’nın açıklamalarından büyük bir memnuniyet duyuyoruz, bu tür tutumlar Irak’ın da yararınadır ve Kerkük’teki kesimler üzerinde de olumlu etkiler yapacaktır” dedi. Kürt Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani de Erdoğan’ın açıklamalarından duyduğu memnuniyeti belirterek bunun sorunların çözümü için en iyi yol olduğunu ifade etti.

 

Başbakan Erdoğan’ın bu açıklamaları Türkiye’de ise milliyetçi partilerle ordunun üst rütbeli komutanlarının sert tepkilerine sebep oldu. Erdoğan’ın Iraklı Kürt liderlerle görüşülebileceğine ilişkin açıklamaları konusunda bunların yaptığı sert açıklamalar ve Erdoğan’la birlikte olan siyasilerin takındığı tutum, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yeni bir bunalımın doğmasına sebep oldu.

 

Türkiye içindeki Kürtler de Irak’taki Kürt liderler gibi Erdoğan’ın açıklamalarını olumlu karşılamıştı. Diyarbakır Belediye Başkanı, Talabani’yi, Barzani’yi, Erdoğan’ı ve Sezer’i nevruz bayramı kutlamaları için davet etti.

 

Mesut Barzani 20 Şubat’ta Fransız Lemond gazetesine verdiği demeçte “Kürtler, Recep Tayyib Erdoğan Liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi aracılığıyla Türkiye devleti ile yakın ilişkiler kurma konusunda son derece ciddidir” diye konuştu.

 

Nihayet, Türkiye Milli Güvenlik Kurulu, Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Washington’dan dönmesinden sonra PKK terörünün önlenmesi konusunda Iraklı Kürt liderlerle görüşülmesini ele alarak bu konuda siyasilerle askerler arasındaki görüş farklılıklarına son verdi.

 

MGK bildirisinde şu ifadelere yer veriliyordu: “Irak'taki güvenlik durumu ve mezhep çatışmalarının vardığı boyut değerlendirilmiş; ülkenin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunmasının önemi vurgulanarak, sınırların güvence altına alınmasının, istikrarın sağlanmasının, Irak'ın komşuları sürecine canlılık kazandırılmasının ve bölge ülkeleri ile temasların arttırılmasının önemi üzerinde durulmuş; ayrıca Irak'taki duruma ilişkin temel kaygılarımız ışığında Kuzey Irak'tan yönelen terör tehdidinin ve Kerkük'ün statüsüne ilişkin uzlaşmazlığın Irak'ta yarattığı istikrarsızlık ve gerilimin aşılabilmesi amacıyla siyasi ve diplomatik çabaların yoğunlaştırılmasında yarar görülmüştür.”

 

Böylece MGK da Iraklı Kürt liderlerle görüşülmesine ve bölge ülkeleriyle diplomatik ve siyasi temasların yoğunlaştırılmasına muvafakat etmiş oldu.

 

Binaenaleyh, bu şartlar altında Ankara, milliyetçilerin ve ordunun sert muhalefetini geride bırakarak Iraklı Kürt liderlerle müzakere konusunda konsensüse varmıştı ki Mesut Barzani bundan iki gün sonra Türk televizyon kanalı NTV’ye verdiği demeçte Kürtlerin bağımsızlığından, bağımsız bir devlet kurma hakkından bahsetti ve Kerkük ile PKK’nın Kuzey Irak’taki faaliyetleri konusunda Başbakan Recep Tayyib Erdoğan’ın söz konusu ettiği ve maruz kaldığı baskılara rağmen MGK’nın muvafakat etmesini sağladığı müzakere zeminini alt üst eden şeyler söyledi.

 

Erdoğan, Barzani’nin açıklamalarına “bu tür konularda açıklama yaparken dikkatli olunmalıdır, bu tür tutumlar barışın, dostluğun ve kardeşliğin sağlanmasına yardımcı olmamaktadır, Irak’ın geleceği açısından da yanlıştır” diye karşılık verdi. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de Irak’ın mevcut kritik şartlarında bu tür sözlerin akıllıca olmadığını ifade etti. Böylece Iraklı Kürt liderlerle diyalogu ve müzakereleri söz konusu eden Ankara’daki yetkililer, Türkiye içinde oluşan siyasi ve toplumsal sebeplerle Barzani’nin sert tutumu konusunda olumsuz tavır takınmak zorunda kaldı.

 

Irak Kürtlerinin bağımsızlık talebindeki dış etkenler

 

Türkiye Milli Güvenlik Kurulu’nda hükümetin Iraklı Kürt liderlerle müzakerelerde bulunmasının teyit ve tasvip edilmesinden sonra Barzani’nin takındığı sert tutumun sebeplerini Iraklı Kürt liderlerle Türk hükümetinin müzakerelerine konu olan meselelere değinirken açıklayacağız. Bu bölümde mevcut şartlara ve Barzani’nin Irak’ın parçalanmasına ve bölgenin siyasi haritasının değiştirilmesine zemin hazırlayan tutumunun sebeplerine değinmek istiyoruz. Böylece nasıl bir uluslar arası ve bölgesel gelişmenin yaşanıp da Mesut Barzani gibi muhafazakarlığıyla tanınan bir Kürt liderin bölgenin siyasi coğrafyasının değişmesi konusunda hiçbir endişe duymadan konuşabildiğini ve hiçbir ciddi bölgesel ve uluslar arası tepkiyle karşılaşmadığını anlamaya çalışacağız.

 

Niçin Türkiye Türkmenlerin haklarına riayet edilmesinin gerekliliğinden bahsettiğinde ve Kerkük’teki bunalımdan endişe duyduğunu belirttiğinde; İran, Irak’taki bazı toplumsal kesimlerle ilişki kurduğunda yahut, Arap ülkeleri Bağdat’ın siyasi yapısı konusunda görüş belirttiğinde bunlar Irak’ın ulusal egemenliğini ihlal veya Irak’ın iç işlerine karışmak olarak suçlanıyor ama; Iraklı Kürtler, komşu ülkeleri bölmeyi kendi doğal hakları olarak ortaya koyduklarında buna bir tepki gösterilmiyor.

 

Öyle görünüyor ki Kürtlerin bağımsızlık talebine ilişkin tutumları Irak içinde, bölgede ve uluslar arası alanda birtakım temellere sahiptir; yoksa Kürtlerin gücünde onların bu tür radikal tutumlara yönelmesine sebep olacak yapısal bir değişim gerçekleşmemiştir.

 

A-Bölgesel Şartlar

 

Öyle gözüküyor ki Bush’un Yeni Muhafazakâr hükümetinin ABD’de iktidar olmasından ve 11 Eylül olayından sonra bölgesel şartlar Kürtlere, taleplerini merkezi yönetime siyasi katılımdan, Kürt bölgesinin kültürel ve siyasi özgürlüğünü ve nihayet federalizmi talep etmeye, Kürt bölgesini Irak’tan bağımsızlaştırmaya hatta tüm komşu ülkelerdeki Kürt bölgelerinin bağımsızlığını ve Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devleti kurulmasını isteyecek düzeye yükseltme fırsatı verdi.

 

Bu arada Arap ülkeleri, Suriye, İran ve Türkiye gibi bu konuyu etkileyen ve bundan etkilenen asli güçler, Iraklı Kürtlerin bağımsızlık talebinin düzeyinin değişmesini engelleyemeyecek şartlarla karşı karşıya kaldılar.

 

1-Arap ülkeleri

 

Bölgedeki Arap ülkeleri 11 Eylül’den sonra Beyaz Saray’daki Yeni Muhafazakârların müstebit Arap yöneticilerinin yerine Amerikancı demokrasilerin getirilmesi konusunda yaptığı propagandalar sebebiyle tam anlamıyla savunma pozisyonuna düştüler. ABD’nin Irak’a saldırıp ilk Arap diktatörlüğünü devirerek yeni bir yönetim kurması, (Sünniler, Şiiler ve Kürtlerle) bu endişeleri daha da arttırdı.

 

Arap yöneticiler, ABD’nin bölgedeki bir sonraki hedefi durumunda olmaktan endişeliydiler; ama ABD’nin Irak’ta yenilgiye uğramaya başlamasının ardından bu endişe, tedricen yerini Irak’taki Sünni Arapların Bağdat yönetimindeki durumuyla ilgilenmeye bıraktı. Binaenaleyh Araplar, son iki-üç yıl içerisinde ABD’den Sünni Araplar için daha fazla hak elde etmeye ve Şiileri Bağdat’taki yönetimden uzak tutmaya dönük çabalar içerisine girdiler.

 

Bu çerçevede Ürdün Kralı Abdullah bölgede Şii hilali meselesini söz konusu ederek; Hüsnü Mübarek, Lübnan ve Irak Şiilerinin kazancıyla İran’ın zafer kazandığını söyleyerek ve Suudi Arabistan Kralı Abdullah da ABD’nin Irak’a saldırısından kazançlı çıkanın İran olduğunu ifade ederek endişelerini dile getirdi.

 

Bu süreç içerisinde hiçbir Arap liderini Kürtlerin ABD’nin doğrudan ve açık desteğiyle Irak’ta kazandığı özel imtiyazlardan ve Irak gibi bir Arap ülkesinin Kürtler tarafından -en üst düzeyde açıkça dile getirmelerine rağmen- bölünmesinden endişeli görmedik. Muhtemelen onlar bugünkü şartlarda Irak’ın bölünebileceğini imkân dâhilinde görmemekte, Kürtlerin bağımsızlık talebi konusundaki açıklamalarını daha çok Türkiye’ye, İran’a ve belki en kötü ihtimalle Suriye’nin küçük bir bölümüne yönelik bir tehlike olarak değerlendiriyorlar.

 

Kaldı ki Arap ağabeyleriyle (Suudi Arabistan ve Mısır) çok da birlikte hareket etmeyen Beşşar Esed yönetimindeki Suriye hükümetine yönelik bu küçük baskıyı faydalı bir uyarı olarak görmekte ve Suriye’nin Arap ağabeylerine daha fazla avuç açmasına sebep olacak olumlu bir gelişme olarak değerlendirmektedirler. Binaenaleyh, Araplar ABD ile olan kendine özgü ilişkilerine rağmen Iraklı Kürtlerin bağımsızlık talepleri karşısında uluslar arası ve bölgesel gelişmeleri etkileyici rollerini sergilemediler.

 

Arapların bu algısına rağmen ABD’nin Kürtlere verdiği desteğin bu şekilde devam etmesi durumunda Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığını kazanması çok da ihtimal dışı gözükmemektedir. Bu durumda da Irak için iki ihtimal söz konusu olmaktadır: Ya Irak’ın kalan kısmında Şiilerin mutlak çoğunlukta olduğu ve doğal olarak da hâkim olacağı bir Arap bölgesi kalacak ve bu bölgedeki Sünni Arapların konumu tamamen zayıflayacak ve hâlihazırda Irak’ta yaşanan çatışma ortamı da dikkate alındığında mezhebi şiddet ve çatışmayı tüm bölgeye yayması öngörülen bir Irak kalacak. Veya Şii bölgeler de İran’a yakın bağımsız bir Şii devlet kuracak ve bu devlet güneydeki zengin petrol zenginliğiyle Suudi Arabistan’ın Şii bölgelerine komşu olacak. Her iki durumda da Arap çıkarları tehlikeye düşmüş olacak. Özellikle de Arap bölgesinin doğu cephesinde yer alacak olan Kürt devletinin Batı’yla, ABD’yle ve İsrail’le yakın ilişki içerisinde bulunacak olması bu tehlikeyi daha da arttıracak.

 

2-Suriye

 

ABD’nin Irak’a saldırıp Saddam Hüseyin rejimini devirdikten ve bazı Yeni Muhafazakar yetkililerin ABD güçlerinin biraz sola dönüp Suriye meselesini de halletmesi gerektiğine ilişkin tutumlarından sonra Beşşar Esed yönetimi, ABD’nin Irak’ta başarılı olmasını ve bir sonraki adımını önlemeye çalıştı. Binaenaleyh, ABD’nin Irak saldırısını pahalıya mal etmek üzere, Iraklı yetkililerin de ifadesiyle Suriye sınırı ABD karşıtı güçlerin Irak’a başlıca giriş noktası oldu.

 

Öte yandan Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesinden sonra Suriye’nin 29 yıl aradan sonra Lübnan’dan çekilmek zorunda kalmasının ardından Lübnan’da Suriye karşıtlarının iktidara gelmesi ve Refik Hariri cinayetiyle ilgili açılan uluslar arası mahkeme dosyasında Güvenlik Konseyi kararı doğrultusunda Suriye’nin adının da bu meseleye karıştırılması, birinci olarak Lübnan’ın, daha sonra İsrail’in, üçüncü olarak da Irak’ın Suriye’nin öncelikli meseleleri haline gelmesine sebep oldu.

 

Yeni oluşan şartlarda Suriyeli devlet adamları, Irak konusunda Suriye Baas Partisi’ne yakın olan Iraklı Baasçıların hükümete katılmalarına öncelik verdi ve Şam yönetimi Kürtlerin bağımsızlık talebi konusunda çok fazla bir hassasiyet göstermedi.

 

3-İran

 

Beyaz Saray’ın radikal Yeni Muhafazakâr yönetiminin İran’ı şer ekseni ülkeler içerisine yerleştirmesi, ABD’nin İran’ın nükleer programını uluslar arası bir sorun haline getirmesi, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan oluşan üç AB ülkesinin ABD’nin İran’ın Irak’ın iç işlerine müdahale ettiğine dair iddialarına katılması ve Arapların bölgede arttığını söyledikleri Şii ve İran nüfuzuna ilişkin kışkırtmaları, Tahran’ı son yıllarda kendisiyle meşgul eden önemli stratejik meseleler oldu. Bu etkenler, Tahran’ın Iraklı Kürtlerin bağımsızlık talepleri konusunda tepki göstermesini engelledi.

 

Ayrıca İran’ın Iraklı Kürtlerle olan 37 yıllık işbirliği, özellikle de İslam Devrimi’nden sonra İran İslam Cumhuriyeti ile Kürtlerin Saddam rejimine karşı birlikte mücadele etmeleri, Iraklı Şiilerle Kürtlerin Saddam’a karşı mücadelede birlikte olmaları ve Irak’ta yaşanan gelişmeler konusunda Şiilerle Kürtler arasındaki ittifakın korunmasının zarureti, Tahran’ı Iraklı Kürtlerin tutumlarını görmezden gelmeye iten önemli etkenlerdi.

 

4-Türkiye

 

Bölgede en çok Kürt nüfusu bünyesinde barındıran ABD’nin en yakın müttefiki ve NATO üyesi Türkiye ise kendine özgü sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. TBMM’nin ABD kara birliklerine Irak’a geçiş sırasında Türkiye topraklarını kullanma izni vermemesi dolayısıyla ABD Türkiye siyasi ilişkilerinin zedelenmesi yüzünden Beyaz Saray, Türkiye’nin ulusal güvenliği konusundaki endişelerine daha az hassasiyet gösteriyor.

 

Öte yandan Türkiye son iki yıldır, AB üyeliği meselesini programının önceliği haline getirmiş bulunuyor. Türkiye’nin 1990’lı yıllara oranla Irak’taki gelişmeler konusunda daha gafil davrandığı ve Türkiye’nin bu stratejik gafletinde ordunun ve milliyetçi partilerin yönetimdeki etkinliğinin azalmasının önemli rol oynadığı söylenebilir.

 

Binaenaleyh, Irak’taki gelişmelerin, özellikle de Irak Kürdistanı’ndaki gelişmelerin Türkiye’nin ulusal güvenliği üzerinde yarattığı tehlike, Türkiye kamuoyunda daha az etki bıraktı ve bu, Türk kamuoyunun öncelikli talepleri olarak Ankara’nın kararları üzerinde etkili olamadı. Terörizm ve ulusal güvenlik, son yıllarda ABD kamuoyunun talepleri olarak söz konusu ediliyordu ve Bush hükümeti, bu geniş destekle uluslar arası muhalefete rağmen Irak’a saldırıp Saddam Hüseyin rejimini devirerek bu ülkeyi işgal etti.

 

Binaenaleyh, yukarıda söz konusu edilen hususlar çerçevesinde bölgedeki asli güçlerin hiçbiri Irak Kürtlerinin bağımsızlık talebi konusunda uygun bir tepki geliştiremedi. Elbette Iraklı Kürtlerin bağımsızlık talepleri konusunda Türkiye’deki siyasi partilerle basın kuruluşlarının diğer ülkelere oranla daha yoğun ve açık bir tavır ortaya koyduklarını da belirtmek gerekmektedir.

 

Öte yandan bölge ülkelerinin son yıllarda birbiriyle olan ilişkileri de öyle şekillendi ki bu ülkeler, 1990’lı yılların ortalarındaki gibi Iraklı Kürtlerin attığı adımların bölgeye yönelik etkileri konusunda birbiriyle görüşerek ortak bir tutum belirleyemediler.

 

İran ve Arap ülkelerinin Irak konusundaki kendilerine özgü rekabetleri, Türkiye’nin ağırlıklı olarak AB’ye yönelmesi, bu doğrultuda da Batı kamuoyunda teröre destek vermekle suçlanan Araplardan ve İran’dan nispeten uzak durmaya çalışması ve bu ülkelerle müzakerelere isteksiz davranması, Iraklı Kürtlerin bağımsızlık taleplerini arttırdı.  Binaenaleyh bölge şartları, bölge ülkelerinin kendilerine özgü iç ve dış sorunları sebebiyle Kürtlerin bağımsızlık talepleri konusunda pasif kalmalarına sebep oldu.

 

B) Uluslar arası Şartlar

 

1-ABD

 

Cumhuriyetçilerin 2000 yılındaki başkanlık seçimlerini kazanmasından sonra bu partinin teorisyenlerinin Saddam Hüseyin rejimi konusunda 1990’lı yıllarda Beyaz Saray’a hakim olan Demokratlardan farklı bir tutum izlemesi, Kürtleri Saddam Hüseyin’e yönelik baskıların artması yönünde umutlandırmıştı. 11 Eylül’den sonra ABD’nin Saddam Hüseyin’i devirme konusunda ciddi bir irade sergileyeceğinin belirtilerinin ortaya çıkması, 1991’den beri ABD desteğiyle 36. paralelin kuzeyinde hakimiyet kuran Iraklı Kürtleri Washington’la, özellikle de radikal Yeni Muhafazakarlarla işbirliğini arttırmaya sevk etmişti.

 

Elbette şunu da hatırlatmakta yarar bulunmaktadır ki Irak Kürdistanı’ 1991 yılından itibaren ABD askeri güçlerinin ve istihbarat unsurlarının Saddam rejimi konusunda istihbarat topladığı bir yer haline gelmişti. Iraklı Kürtler, bu konuda Amerikalılarla en üst düzeyde işbirliği yapıyorlardı.

 

Öte yandan Sünni Arapların Saddam’a karşı mücadelede ciddi bir rolünün bulunmaması ve Şiilerin çeşitli sebeplerle ABD ile iyi bir ilişki içerisinde olmaması ve ABD ile işbirliğine yanaşmaması yüzünden Iraklı Kürtler, Saddam’a muhalif gruplar içerisinde eksen rolü oynadı ve muhaliflerin ABD ile ilişkisini üstlendi, bu süreç içerisinde de Iraklı Kürtler, tedricen ABD’nin Irak’taki müttefiki haline geldi.

 

Bu işbirliği, Irak saldırısından önce 2000–2002 yıllarında, saldırının başladığı Mart 2003’te ve Saddam’ın devrilmesinden sonra da Kuzey Irak’ın Baasçılardan temizlenmesi sırasında genişledi. Bundan sonra da Kürtler, Kuzey Irak’ta ve hatta Bağdat’ta ABD ile sürdürdüğü geniş çaplı istihbarat işbirliğiyle Irak’ın siyasi sürecinde de etkin bir rol aldı. Sünni Arapların ABD’ye karşı saldırılarını arttırması ve Şii Arapların Amerikalılara siyasi konularda muhalefet etmesi, ABD’nin Irak’taki en yakın ve en güvenilir müttefiki olan Kürtlerin rolünü daha da derinleştirdi. O kadar ki ABD’den Irak’a gelen her üst düzey yetkili, Kuzey Irak’a da giderek Kürt yetkililerle görüştü. Ayrıca ABD’nin Irak’ta yaşadığı bunalım, sahip olduğu dikkate değer nüfusuyla siyasi açıdan ABD ile ortak hareket eden Kürdistan gibi güvenli bir bölgeye olan ihtiyacın daha da artmasına sebep oldu.

 

Bütün bunlar Irak’taki Kürtlerin çıkarlarının ABD’nin hâlihazırdaki talepleriyle örtüşmesine sebep oldu. Ya da en azından Kürtlerin çıkarlarıyla hedefleri, hâlihazırdaki şartlarda Bush hükümetinin Irak’taki öncelikleriyle çelişmemektedir. Nitekim Kürtlerin ABD ile müttefik olduğu defalarca ABD’li yetkililerce de vurgulanmıştır.

 

Irak Kürdistanı’ndaki Cemaat-i İslami adlı grubun Lideri Şeyh Ali Bapir, Media adlı dergiye 13 Şubat 2007’de verdiği demeçte “bir toplantı sırasında Irak Kürdistanı’ndaki iki büyük partiden birinin siyasi büro üyesinin ağzından işittim: O diyordu ki Sünni Arapların arkasında Arap ülkeleri varsa, İran Şiileri destekliyorsa ve Türkmenler de Türkiye tarafından himaye ediliyorsa bizim de Amerika’mız var o da bizi destekliyor” demişti. Bu ifadelerde de belirtildiği gibi Kürtler kendilerini ABD’nin müttefiki olarak görüyor ve onlardan himaye bekliyor; aynı şekilde ABD de Kürtleri birlikte hareket edebileceği en güvenilir müttefiki olarak değerlendiriyor.

 

Binaenaleyh en iyimser yorumla denilebilir ki Kürtler son 15 yıllık ilişkiye dayanarak ve ABD’nin Irak’taki mevcut şartlarından yararlanarak süratle Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığı yönünde hareket ediyor. Washington da Kürtlerin, Iraklı Şiilere ve Sünnilere kıyasla sahip olduğu siyasi, kültürel ve demografik özellikler sebebiyle ve Bush hükümetinin Irak’ta yaşadığı askeri sorunlardan dolayı Kürtlerin bağımsızlık talebi konusundaki tutumlarına karşı çıkmamaktadır.

 

Bununla birlikte bazı analizciler, aslında ABD’nin zorunluluktan dolayı değil, yaptığı somut planlardan dolayı bölge ülkelerine (İran, Türkiye ve Arap ülkeleri) daha fazla baskı yapabilmek için Kürtleri Ortadoğu’da yeni bir eksen olarak ortaya çıkarmaya çalıştığına inanmaktadır.

 

2-Avrupa

 

Avrupa ülkeleri ve buradaki partilerle medya, Kürtlerin bağımsızlık yönündeki hareketini kolaylaştırıcı etkenlerden biridir. Halepçe faciasından sonra Saddam rejiminin Kürdistan halkına yönelik cinayetlerinin söz konusu edilmesi, 1991 yılında Kürdistan’ın Saddam’ın hâkimiyetinden çıkarılması, Avrupa kamuoyunun Irak Kürdistanı ile kültürel, siyasi toplumsal ilişkileriyle medya alanındaki temasının artması ve Avrupa’da yoğun bir Kürt mülteci nüfusunun bulunması, Avrupalıların Kürt sorunu ile aşina olmasını sağladı.

 

Avrupa ülkeleri önceleri bu meseleye bir insan hakları sorunu olarak bakıyordu; fakat zaman geçtikçe Kürtlerin Irak’taki gelişmelerde daha etkin bir rol almaya başlaması ve Türkiye’nin AB üyeliğinin söz konusu olması, Avrupalılar nezdinde Kürt meselesini, AB Türkiye ilişkilerinde siyasi bir koz haline dönüştürdü. Şu an Kürtlerin tutumu, siyasi açıdan ve insan hakları açısından anlaşılabilir bulunmaktadır.

 

Bütün bunlardan hareketle öyle görünüyor ki Kürtler, Batı kamuoyunu nispi olarak kendi lehine çevirmeyi başarmıştır. Binaenaleyh, Kürtlerin bağımsızlığa ilişkin tutumları, Batı çıkarlarına yönelik doğrudan veya dolaylı bir tehdit olarak algılanmamıştır. Batılılar, Kürt meselesini bir insan hakları sorunu ve siyasi sorun olarak görmektedir ve Irak Kürtlerinin bağımsızlık yönündeki hareketine de olumsuz bir tepki göstermemektedir.

 

Yukarıda söylenenlerden de anlaşıldığı üzere bölge ülkeleriyle uluslar arası güçlerin hâlihazırdaki şartlarda Kürtlerin bağımsızlık talebi konusunda pasif konuma düştüğünü söyleyemesek bile, bölge ülkeleriyle uluslar arası güçlerin bu konuda şimdiye kadar ciddi bir adım atamadığını söyleyebiliriz. Bu bakımdan Iraklı Kürtler bölge ülkelerinde Kürdistan’ın bağımsızlığı karşısında yeterli düzeyde ciddi bir tepkinin ortaya konamayacağından neredeyse emindirler. Nitekim Irak’ta hatta bölgede bağımsız bir devlet kurma konusunda da kaygısızca ilerlemektedirler.

 

Celal Talabani’nin tutumu

 

Celal Talabani, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin Lideri olarak Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda şimdiye kadar herhangi bir şey söylemedi ise de Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığı konusunda defalarca vurguda bulunmuştur. Talabani, Iraklı Kürtlerin bağımsızlığının bir hak olduğunu söylemekle birlikte Iraklı Kürtlerin mevcut şartlarda bağımsızlık peşinde olmadığını ve bağımsızlığın günümüz şartlarında Kürtlerin çıkarına olmayacağını söylemektedir.

 

Talabani, 16 Ocak 2006’da Irak’ta yayınlanan el-sabah gazetesine verdiği demeçte Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığı konusunda, “ayrılıkçılığın bar faydası yok ve bu, Kürtlerin çıkarına da değil” dedi. 22 Mayıs 2006da İngiltere Başbakanı Tony Blair’le yaptığı ortak basın toplantısında da Kürtlerin bağımsızlık ilan etmelerinin mümkün olup olmadığıyla ilgili bir soruyu cevaplayan Talabani “Kürtlerin çoğunluğu anayasaya oy verdi, bu anayasada da Irak’ın demokratik ve federal olduğu ifade edilmiştir. Kürt halkının çoğunluğu bağımsızlıktan yana değil. Biz Irak’ın bir parçası olarak kalmak istiyoruz” dedi.

 

Talabani ayrıca bağımsız Kürdistan’ın yaşayamayacağını, belirterek “Kürtler de tıpkı diğer toplumlar gibi kendi kaderini tayin etmek istiyor; ama onlar şunu da çok iyi biliyor ki bu gerçeklere uymuyor ve mümkün değil. Zira komşularımız bize durmadan saldırmasa da sınırları kapatacaktır ve bağımsız bir Kürdistan’ın bu şekilde yaşayabilmesi mümkün değildir. Arzu ve rüya farklı, gerçekler ise farklı şeylerdir. Kürtlerin çoğunluğu, Irak’ta bağımsızlık değil, federal bir yönetim kurulmasını isteyen bizim listemize oy verdiler” dedi.

 

Talabani 1 Şubat 2007’de el-Hurra televizyonuna verdiği demeçte de Türkiye’nin bağımsız Kürdistan konusundaki endişelerine değinerek şöyle dedi: “Irak’ın diktatörlükten özgürleştirilmesinden sonra Türkiye’de belli bir endişe gözlemlenmekteydi. Türkler, diktatörlük devrilir devrilmez Irak’ta Kürtlerin bağımsızlık ilan edeceğini düşünüyordu. Biz onlara güvence vermeye çalıştık. Onlara dedik ki Irak’ın diktatörlükten özgürleştirilmesi, Kürdistan’ın Irak’tan ayrılmasına değil, tersine Irak yönetiminin çerçevesine girmesine yol açar. Biz dürüstüz, yaşanan gelişmeler de bizim size doğru söylediğimizi ortaya koydu. Gördüğünüz gibi ben şu an Bağdat’tayım ve Kürdistan Bölge Yönetimi de Irak yönetiminin çerçevesi içerisine geri döndü.”

 

Talabani’nin tutumu, onun Kürdistan’ın bağımsızlığını gerçekçi görmediğini ortaya koyuyor. Bazı analizciler ise Talabani’nin bu tutumunun ve açıklamalarının onun Irak Cumhurbaşkanlığı makamında bulunuyor olmasından kaynaklandığını düşünüyor. Onun Irak’ın Cumhurbaşkanı olarak Kürdistan’ın bağımsızlığından ve Irk’ın bölünmesinden söz edemeyeceğini belirtiyor. Onun Irak Kürtleri üzerindeki etkisi göz önünde bulundurulduğunda sebebi her ne olursa olsun Talabani’nin bu tutumunun diğerlerinin radikal tutumunu dengelediği, Irak’ın bölünmesine karşı olan komşu ülkelerin de Iraklı Kürtler arasındaki daha mutedil ve gerçekçi cenahlarla ilişkilerini geliştireceği ve onları destekleyeceği söylenebilir.

 

Ankara’nın, PKK ile ilişkisinden dolayı Talabani’yle olan ihtilafını bir tarafa bırakarak onunla daha iyi ilişkiler kurması ve onun Kürtler içindeki mutedil konumunu güçlendirmesi beklenebilir. Şunu da unutmamak gerekir ki Talabani ile Barzani arasındaki sıkı rekabet, şu an Talabani’nin Kürdistan’dan uzak olmasıyla azalmış olsa da veya daha doğru bir ifadeyle örtülüp gizlense de bu rekabet hala sürmektedir.

 

Siyaset dünyasında büyük hedeflerin gerçekleştirilmesi amacıyla asgari fırsatlardan yararlanmak her uzak görüşlü siyasetçinin hüneridir. Kürtlerin bölgedeki ayrılıkçı düşüncelerinin gelişmesini önleyecek adımların atılması, diplomatik faaliyetlerin yoğunlaştırılmasına, bölge ülkeleri arasında görüş birlikteliğinin ve ciddi işbirliğinin kurulmasına ve uluslar arası alanda özel diplomatik adımların atılmasına bağlıdır.

 

Bölgesel işbirliği ve Kürt bağımsızlık talebiyle mücadele

 

Türkiye, bünyesinde barındırdığı yoğun Kürt nüfusu sebebiyle mevcut şartlarda Kuzey Irak’taki teröristlerin varlığından kaygılıdır. Ayrıca bölgedeki Arap ülkeleriyle, İran’la, ABD’yle, AB’yle ve NATO’yla iyi ilişkilere sahip olması dolayısıyla da uluslar arası ve bölgesel diplomatik ve siyasi alanlarda eksen rolü oynayabilir.

 

Öte yandan Ankara’nın son dönemlerde Arap ülkeleriyle ilgili toplantılara daha etkin bir şekilde katılım göstermeye yönelmesi, Başbakan Erdoğan’ın Irak meselesini dış politikasının önceliği haline getirmesi, Irak’la ilgili toplantılara etkin bir şekilde katılımı, Iraklı muhtelif gruplarla geniş çaplı ilişkileri, Kuzey Irak’taki PKK teröristlerinin yarattığı güvenlik sorunları konusunda ABD ile sürdürdüğü geniş çaplı işbirliği, Türkiye’nin bu konularda eksen rolü oynamasını arttıracak etkenler olmaktadır.

 

Arap ülkeleriyle Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirildiği göz önünde bulundurularak Erdoğan hükümetinin, Arap ülkelerini Irak’ın parçalanmasının yaratacağı tehlike konusunda daha fazla bilgilendirerek Kürtlerin bağımsızlık talebi meselesiyle ilgili konularda daha etkin rol oynaması beklenebilir.

 

Öte yandan Türkiye, Sünni Arap azınlığın Irak’taki hakları konusunda Arap ülkeleriyle birlikte hareket ettiği gibi Araplar da bu meselede Türkiye’nin tutumunu destekleyebilir. Böylece Iraklı Kürtlerin bağımsızlık talebiyle mücadele konusunda Türkiye ekseninde Arapların ve İran’ın da katılımıyla Irak’a komşu ülkelerin dışişleri bakanları toplantılarında bu konu gündeme getirilip bunun kabulü sağlanır ve bunun önlenmesine dönük ciddi planlamalar yapılarak bunlar uygulamaya konur.

 

Böylece Talabani’nin öngördüğü şekilde askeri olmayan ama komşuların Irak Kürdistanı’na etkili müdahalesiyle adım atılarak bu mesele bölge halkları açısından daha somut bir şekle kavuşturulmuş olur. Iraklı Kürtlerin kendileri için en esaslı ve belki de tek hami olarak gördüğü ABD de şu an Irak’ta içine düştüğü sorun karşısında çıkarlarının gerektirmesi durumunda Kürtlerin çıkarlarına muhalefet etmekte bir an olsun tereddüt etmeyecektir. Bunun en açık örneği Irak Kürdistanı’ndaki petrol meselesidir.

 

Irak Kürdistanı’nda yeni petrol kaynaklarının bulunmasından sonra Iraklı Kürt liderler çıkarılacak petrolden elde edilecek gelirin yüzde 90’ının Kürdistan içinde kullanılacağını ilan ettiler. Bu mesele Irak içindeki cenahların şiddetli tepkisine sebep oldu. Kürdistan Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani, eğer bu gerçekleşmezse Kürtlerin Bağdat’la olan gönüllü birlikteliğinin tehlikeye düşeceği tehdidinde bulundu. Bundan birkaç gün sonra (6 Ekim 2006’da) ABD Dışişleri Bakanı Rice Bağdat’a geldi ve burada Arap liderlerle yaptığı görüşmelerde özellikle Sünni Arapların bu konudaki sert itirazlarıyla karşılaştı.

 

Senato seçimleri öncesinde Irak’ta ABD askerlerine yönelik saldırıları azaltmak ve demokratların Cumhuriyetçilere yönelik propagandalarını etkisiz bırakmak isteyen Rice, Sünni Araplara bu meseleyi engelleyeceği sözünü verdi, ardından da Erbil’e giderek Mesut Barzani ile görüştü. Bu görüşmenin ardından Barzani düzenlenen ortak basın toplantısında Kürt liderlerin daha önceki tutumlarının aksine, petrol gelirlerinin bütün Irak halkı arasında eşit paylaştırılacağını söyledi.

 

Basın toplantısı sırasında “biz petrolün tüm Irak halkı için bir gelir olması gerektiğine inanıyoruz. Bu gelirden tüm Irak halkı faydalanmalıdır” dedi. Rice ise beraberindeki gazetecilere “bizim ortak görüşümüz, petrolün Irak’ın birliğini zayıflatıcı değil, bu birliği güçlendirici bir etken olması gerektiğidir. Bu görüşü Iraklılara iletiyoruz” demişti. Rice’ın bu tutumuyla Iraklı Kürtler geri adım attılar ve Kürdistan’daki petrolün nasıl kullanılması gerektiğine ilişkin bunalım da yatıştı.

 

Bu mesele göstermektedir ki ABD’nin Ortadoğu’daki müttefikleri olan Türkiye ve Arap ülkeleri, ABD’nin Irak’ta durumunu iyileştirmeye çalıştığı mevcut şartlar altında ortak bir tavır sergilemeleri durumunda Beyaz Saray’ın çıkarlarını temin etmesinin bölgesel işbirliğine bağlı olduğu görülecektir. Nitekim Amerikalılar son yapılan Bağdat güvenlik toplantısında bölge ülkeleriyle, hatta İran ve Suriye ile Irak’ın güvenliğinin sağlanması konusunda müzakere etmek zorunda kaldı.

 

Bölge ülkelerinin, ABD ile Irak konusundaki işbirliğinin kendi kaygılarının bu cümleden de bazı Kürt liderlerin radikal bir şekilde bağımsızlık yönünde attığı adımların giderilmesine bağlı olduğunu ortak bir tutum olarak ortaya koyması durumunda ABD’nin Türkiye ve Suudi Arabistan gibi Irak konusunda etkili olan dostlarının taleplerine kayıtsız kalamayacağı ortadadır.

 

Sonuç

 

Şii ve Sünni Araplar arasında siyasi ve askeri alanlarla propaganda alanındaki çatışmalar ve ABD’nin Irak’ta birlikte hareket edebileceği bir müttefikin varlığına duyduğu ihtiyaç ve Kürtlerin Washington’la gittikçe güçlenen ilişkileri, Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık kazanma ihtimalini beslemektedir ve bölge ülkelerinin böylesi bir gelişme karşısında gerekli planlamayı yapması ve buna hazırlıklı olması gerekmektedir.

 

Ciddi bir bölgesel işbirliğinin gerçekleşmesi durumunda öncelikle bu meselenin uygulamaya konması ertelenebilir veya en azından Iraklı Kürtlerin talep ettiği coğrafi imtiyazların çoğu engellenebilir. Bu bölgesel uzlaşma öyle bir şekilde gerçekleştirilmelidir ki Irak Kürdistanı’nın bölge (İsrail) ve bölge dışı güçler (ABD ve AB) tarafından bir baskı ve tehdit aracı haline getirilmesi önlenmeli ve Kürtlerin radikal Kürt liderler tarafından komşu ülkelere karşı kışkırtılmasının önüne geçilmelidir.

 

Türkiye, İran, Irak (İster tek parça bir Arap ülkesi olarak kalsın isterse güneyde Şii, batıda ise Sünni birer Arap devleti şeklinde bölünsün) ve Suriye arasındaki Irak Kürdistan bölgesi, kuşatılmış bir haldedir, dünyayla irtibat kurabileceği açık denizlere sahip değildir ve komşu ülkelerle işbirliğine muhtaçtır. Bundan dolayı da bölge ülkelerinin çıkarları doğrultusunda hareket etmek durumundadır ve bölge toplumlarının çıkarlarına aykırı hareket etmesi Kürtler açısından tahammül edilmesi zor sorunlar doğuracaktır. Binaenaleyh, aşırı ve radikal Kürt liderler bölge gerçekleri karşısında akılcı bir tutum takınmak zorunda kalacaklardır. Bugün de Celal Talabani’nin ve hatta KDP’den bazı yetkililerin tutumuna ve açıklamalarına bakıldığında Iraklı Kürtler arasında aşırıları sınırlayıp dengeleyecek mutedil ve gerçekçi bir cenahın bulunduğu yönündeki umutlar artmaktadır.

 

KDP’nin ikinci adamı, Mesut Barzani’nin yeğeni ve Kürt bölgesinin Başbakanı Neçirvan Barzani, uydudan yayın yapan Zagros televizyonuna verdiği ve Kuzey Irak’ta yayınlanan haftalık Habat dergisinin 29 Aralık 2006 tarihli sayısında yer verdiği demecinde bu mutedil ve gerçekçi tutumun örneğini sergilemiştir.

 

Neçirvan Barzani, Kürtlerin kendi kaderini tayini meselesiyle ilgili olarak şöyle diyor: “Bağımsız bir devlet istemek bizim en doğal hakkımızdır. Fakat Kürdistan’daki siyasi liderler bu milletin çıkarlarını göz önünde bulundurmak zorundadır. Biz özel coğrafi şartlar altında yaşamaya mahkûmuz, siz eğer uygun olmayan ekonomik şartlarda ve devlet yapısı içerisinde böylesi bir işe girişirseniz çok yakında mağlup olursunuz ve bunu telafi edemezsiniz, öyleyse bunun ne faydası var… Binaenaleyh, sizin o zaman ve şimdi bağımsızlık ilan edebilirdik demeniz doğru değildir. Çünkü hiç kuşkusuz böyle bir şey bizim zararımıza olur. Ekonomik şartlarınız bir ülke idare etmeye elverişli değildir. Merkezden (Bağdat) iki ay bütçe ve ödenek alamazsanız, büyük sorunlar yaşarsınız.”

 

Neçirvan Barzani, komşuların Kürtlerin bağımsızlığı konusundaki tutumlarına da değinerek şöyle diyor: “Eğer biz bu şartlar altında bağımsızlık ilan edecek olursak, komşu ülkeler bizi desteklemeyecek ve bizi tanımayacaktır.”

 

Muhtemelen bazı Iraklı Kürt liderler, Ortadoğu’daki mevcut özel şartları ve bölge ülkelerinin çeşitli önceliklerini göz önünde bulundurarak bu ülkelerle işbirliği imkânlarının geçmişe oranla daha az olduğu değerlendirmesini yapıyor. Fakat onların şunu da dikkate almaları gerekiyor ki idealist etnik tutumlar takınmak ve en üst düzeydeki liderlerin ağzından komşu ülkelerin bölünmesini dile getirmek, Kürdistan’ın mevcut durumunun korunmasına da yardım etmediği gibi bölge ülkelerini Kürtlerin taleplerinin gerçekleşmesini önleme konusunda daha da kararlı kılıyor.

 

Birinin kalkıp bölge ülkelerine resmen “biz sizin ülkenizdeki Kürtlerin bağımsızlığını istiyoruz ve sizin topraklarınızı bölerek büyük Kürdistan’ı kuracağız; ama sizden dostane ilişkiler geliştirmenizi bekliyoruz” demesi büyük bir saflıktır.

 

Uluslar arası güçlerin bölge ülkeleriyle ihtilaflarından yararlanarak bölge ülkelerinin çıkarlarına aykırı hedeflere ulaşabileceğini sanmak, tecrübesizlik olarak gözükmektedir. ABD’nin 1975’te Baas Partisi yönünde çark etmesi, Kürtlerin ilk yenilgisiydi. 1991’de de ABD’nin devrilmek üzere olan Saddam’dan yana tavır alması, Kürtlere ikinci yenilgiyi yaşattı.

 

Bush hükümetinin tedricen ama hissedilir bir şekilde bölgedeki Arap ülkelerine yönelmesi, Washington’un Basçıların temizlenmesi yasasına ilişkin tutum değiştirmesi, Irak anayasasının gözden geçirilmesine, petrolün tüm Irak halkı arasında paylaştırılmasına ilişkin tutumu ve terörist diye adlandırdığı silahlı gruplarla görüşmeleri, büyük güçlerin politikasını çıkarlar üzerine kurduğunun göstergesidir. Belki de siyasette sabit dostluk ve düşmanlıklar yoktur, sabit çıkarlar vardır sözü doğrudur.