YDH - ABD’nin yönlendirmesiyle Lübnan hükümeti, 2007’de Kıbrıs’la imzalanan ve ülkenin deniz yetki alanından binlerce kilometrekare kaybettiren anlaşmayı yeniden onaylama yolunda ilerliyor. Uzmanların “haksız” bulduğu bu orta hat yöntemi, son ölçümlere göre Lübnan’a 5000 kilometrekareye varan kayıp getirebilir. Buna rağmen hükümetin kurduğu teknik komite, alternatif ve Lübnan lehine yöntemleri göz ardı ederek süreci hızla sonuçlandırmak istiyor. El-Ahbar gazetesi yazarı Vefik Kansuh'un değerlendirmesine göre, ülkenin uzun vadeli enerji ve egemenlik haklarını ciddi biçimde tehlikeye atıyor.
ABD’nin boğucu vesayeti altında, Lübnan’daki tasfiye hükümeti, 2007’deki skandalı yeniden canlandırma yolunda hızla ilerliyor. O dönemde devlet, Kıbrıs’la yapılan kuşkulu bir anlaşmayla Lübnan halkının temel haklarını hiçe saymış, ülkenin ekonomik sularından binlerce kilometrekarelik alanı kaybettirmişti. Bugün, Washington’ın Doğu Akdeniz’deki doğalgaz meselelerini kendi çıkarlarıyla, İsrail ve müttefiklerinin menfaatleri doğrultusunda hızla kapatma isteğiyle, sahne —teslimiyetçi bir hükümet, ulusal çıkarları savunacak stratejiden yoksunluk ve Lübnan’ın 5.000 kilometrekareye varan gaz ve petrol zenginliğini terk etme eşiğine gelmesi— neredeyse birebir tekrarlanıyor.
Ortada yalnızca bir “deniz müzakeresi” değil, doğrudan egemenlik ve varoluş mücadelesi var; üstelik bu mücadelenin, ulusal çıkarların zerre hesaba katılmadığı pazarlık masalarında kaybedilmesinden endişe ediliyor.
ABD, Lübnan karar mekanizmalarını tamamen kontrol altına almışken, Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarlarını garanti altına almak için görülmemiş baskılar yapıyor.
Bunlardan biri de, 2007’de imzalanan ve Lübnan aleyhine ağır haksızlıklar içeren deniz sınırlarının Kıbrıs’la yeniden o şekilde belirlenmesi. Söz konusu anlaşma, (ironik biçimde) Şii bakanların çekilmesiyle meşruiyetini yitirmiş olan Fuad Sinyora hükümeti döneminde imzalanmıştı.
Şimdi ise mevcut yönetim, tıpkı 2007’deki gibi Washington’ın emirlerine bütünüyle boyun eğmiş durumda. ABD ile Kıbrıs bu dosyayı kapatmak için acele ederken, Lübnan’ın deniz haklarının neredeyse yarısını kaybetme riski büyüyor.
Bu aceleciliğin göstergelerinden biri, 11 Temmuz’da Kıbrıs’tan gelen “deniz sınırlarını belirlemek üzere teknik komite kurulması” talebine hükümetin yalnızca iki gün içinde yanıt vermesi. Bu talep, Cumhurbaşkanı Jozef Aun’un, bölünmüş adaya yaptığı ve Kıbrıs tarafının sınır konusunu gündeme getirdiği ziyaretten hemen sonra geldi.
Ulaştırma ve Bayındırlık Bakanı Fayiz Ressamni’nin başkanlığındaki komitede, alanında uzman olmayan genel müdürler, bir askeri temsilci (Tuğamiral Mazen Basbus) ve uluslararası hukuk uzmanı Dr. Necib Mesihi yer aldı.
Dikkat çekici olan, komitenin, “yeniden müzakere ve Lübnan lehine daha geniş alan talebi” görüşünü savunan uzmanları dışlamasıydı. Bu isimler arasında, dosya üzerinde en çok çalışanlardan emekli Tuğgeneral Halil Cemil ile Ordu Hidrografi Dairesi Başkanı Deniz Binbaşı Afif Gays bulunuyordu. Buna karşılık, 2007 anlaşmasını savunan Mesihi ve Basbus komiteye dahil edildi.
Komite kurulalı henüz üç gün geçmişken, Kıbrıs İstihbarat Direktörü ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Tasos Tsionis, Beyrut’a geldi. Mesajı netti: 2007’deki haksız anlaşma temelinde sınırları tamamlamak; güneyde çizgiyi 1. noktadan 23. noktaya, kuzeyde ise 6. noktadan 7. noktaya uzatmak.
Komiteye (daha tam kadro toplanmadan) hitap eden Tsionis, “anlaşma sağlanmazsa ve konu uluslararası tahkime taşınırsa Kıbrıs’ın ek alan talep edeceği” tehdidini savurdu. Oysa bu talep en fazla 60 kilometrekareyi bulabilir ve yalnızca orta hat çizgisinin 2. noktada yanlış uygulanmasına dayandırılabilir. Bu tehdit, gerçekte yalnızca 5 numaralı blokta dar bir üçgen alanı etkileyebilirken, Tsionis bunu, dört temel deniz bloğunun (1, 3, 5, 8) yatırımını durduracakmış gibi sundu.
Kıbrıs’ın bu küstahlığı, ABD’nin açık desteğine dayanıyor. Bu destek, ada ülkesinin, 2017’den beri İsrail ordusuna ve hava kuvvetlerine topraklarını açarak Lübnan’a yönelik işgal tatbikatları yapmasına verilen ödül niteliğinde.
Mayıs 2022’deki “Ateş Araçları” tatbikatını izleyen askeri uzman Yoav Zitun, Yedioth Ahronoth’ta, tatbikatların “Hizbullah’ın Lübnan’ın orta ve kuzey bölgelerindeki üsleri, Rıdvan Birliğinin konuşlandığı noktalar ve örgütün üst düzey merkezlerine yönelik hava saldırılarını” içerdiğini yazdı. Bu da Kıbrıs’ı, Lübnan’a karşı planlanan saldırının fiilen ortağı yapıyor.
2022’de eski Başbakan Necib Mikati, dönemin Ulaştırma Bakanı Ali Hamiyye başkanlığında, Enerji, Dışişleri, Savunma bakanlıkları ve Petrol Sektörü Yönetim Kurulu’ndan oluşan bir komite kurmuştu.
Görevleri, “Kıbrıs’la münhasır ekonomik bölge anlaşmasını değiştirmekti". Komite, 2007 anlaşmasının Lübnan aleyhine olduğunu ve bölgenin önemli kısmını kaybettirdiğini saptamış, yeni koordinatlarla 6433 sayılı kararnamenin değiştirilmesini, BM’ye bildirim yapılmasını, Kıbrıs’la yeni müzakere başlatılmasını önermişti. Ancak bugünkü komitenin bu önerileri dikkate aldığına dair hiçbir işaret yok.
24 Temmuz’daki ilk toplantıda Mesihi, 2007’deki orta hat esasını savunan eski çalışmasını sundu. Oysa bu yöntem, Lübnan’ın haklarını ciddi biçimde kısıtlıyor. Uluslararası mahkemeler, deniz yetki alanlarının belirlenmesinde yalnızca orta hattı değil, “özel koşullar” ve “kıyı uzunluklarının orantısı” gibi adalet ilkesine dayalı ölçütleri esas alıyor.
Orta hattın katı biçimde uygulanması, tüm kıyısı denizle çevrili ada ülkesi Kıbrıs’ı, kısa kıyılı Lübnan’a karşı avantajlı hale getiriyor ki bu, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 74 ve 83. maddelerindeki “adil sonuç” ilkesine aykırı.
2014’te Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Hukuk Danışmanlığı Merkezi’nin yaptığı çalışma, 2007 anlaşmasının Lübnan’a 2.643,85 kilometrekare kaybettirdiğini ortaya koymuştu. Ancak Ordu Hidrografi Dairesi’nin en son uydu ölçümleri ve bilimsel hesaplamalarla yaptığı inceleme, kaybın 5.000 kilometrekareyi aştığını gösterdi.
Tüm bu verilere rağmen, komitede Mesihi ile Basbus’un görüşleri ağır bastı. Petrol Sektörü Yönetim Kurulu Başkanı Vekili Gabi Daboul ise, tahkime gidilmesinin yeni deniz bloklarının ihalesini yıllarca geciktirebileceği endişesini dile getirdi.
Genel hava, Kıbrıs’la yapılacak göstermelik bir toplantının ardından dosyayı hızla Bakanlar Kurulu’na, oradan da Meclis’e sevk etme yönündeydi. Komite, geçen perşembe Cumhurbaşkanı’nı ziyaret ederek 2007 orta hattının nihai çözüm olarak kabul edildiğini bildirdi.
Burada şu soru gündeme geliyor: Neden uzman olmayan genel müdürlerden oluşan bir komite, yalnızca tek bir uluslararası hukukçunun (Mesihi) görüşüne dayanıyor? Oysa uluslararası deniz hukuku davalarında görev yapmış bağımsız uzman ve hâkimlerden yararlanmak mümkündü.
Nitekim Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi’nin kurucu yargıçlarından, eski başkanı Alman hukukçu Rüdiger Wolfrum, geçen ay Beyrut’ta düzenlenen bir seminerde, Lübnan’ın Kıbrıs’la orta hat değil, üç aşamalı adalet yöntemini uygulaması gerektiğini, “Estoppel” ilkesinin Lübnan’a karşı geçerli olmadığını vurgulamıştı.
Wolfrum’un önerilerinden biri de, Lübnan’ın, Kıbrıs’la müzakerede Suriye ile tek taraf olarak hareket etmesi. Böylece Suriye kıyısının iki kez hesaba katılması engellenerek Lübnan ve Suriye lehine daha uzun bir karşı kıyı elde edilir.
Tahkimin, ihaleleri yıllarca geciktireceği iddiasına gelince… Hukuk uzmanları, Kıbrıs’ın en fazla 60kilometrekarelik küçük bir üçgeni talep edebileceğini, bunun da yalnızca 5 numaralı bloğu kısmen etkileyeceğini belirtiyor.
Aksi yönde, yani çizginin Lübnan aleyhine kaydırılması gibi mantıksız bir talebin gerçekleşme ihtimali ise yok denecek kadar az. Böyle bir durumda tüm sınır bloklarının (1, 3, 5, 8) ihalesi etkilenebilir. Ancak tahkim süreci ortalama iki yıl sürer ve bu, halihazırda üçüncü ihale turuna ilgi göstermemiş şirketler açısından belirleyici bir fark yaratmaz.
Buna karşılık, Lübnan 2600 ila 5.000 kilometrekare arasında ek alan kazanabilir ki bu, “ortak sahalar” sorununu da büyük ölçüde ortadan kaldırır.
Deniz sınırlarının belirlenmesinde, Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi’nin (ITLOS) Bangladeş–Myanmar (2012) davası ve Uluslararası Adalet Divanı’nın Karadeniz’de Romanya–Ukrayna (2009) davasında uyguladığı “üç aşamalı yöntem” artık uluslararası ölçekte standart hale gelmiş durumda. Bu yöntem şu adımlardan oluşuyor:
a. Öncelikle, iki tarafın kıyılarındaki temel noktalardan hareketle geçici bir orta hat çizilir. Lübnan–Kıbrıs örneğinde bu hat, Lübnan ana kıyısı ile Kıbrıs kıyısı arasında oluşturulur.
b. Ardından, “ilgili özel koşullar” dikkate alınarak bu hat düzeltilir. Bu aşamada adalet gereği göz önünde bulundurulan etkenler şunlar:
1) Kıyı uzunluklarının dengesizliği: Lübnan’ın 220 km’lik kıyı uzunluğu, Kıbrıs’ın toplam 648 km’lik kıyısına kıyasla çok daha kısadır. Bu fark, Lübnan lehine düzeltme yapılmasını gerektirir (Nikaragua–Kolombiya, 2012).
2) Adaların niteliği: Lübnan kıyısına yakın küçük veya ıssız adalar (örneğin Kıbrıs’ın batısındaki bazı adalar) sınır belirlemede daha az etkili sayılır (Nikaragua–Honduras, 2007).
c. Son aşamada, ortaya çıkan paylaşımın kıyı uzunluklarıyla orantılı olup olmadığı test edilir. Bu orantı, yalnızca Lübnan ile Kıbrıs arasındaki karşılıklı kıyı hatları dikkate alınarak hesaplanır.
Bu hukuk ilkesi, bir tarafın, üzerinde mutabakata vardığı veya sessiz kalarak kabul ettiği bir durumu sonradan reddetmesini engeller. Buna göre, Lübnan’ın, Kıbrıs’la yapılan anlaşmanın anayasaya aykırılığına 15 yıl boyunca itiraz etmemesi, normalde bu anlaşmayı reddetmesini zorlaştırabilirdi.
Ancak uluslararası içtihat, bu ilkenin uygulanabilmesi için iki koşul arar:
1) Kararın değiştirilmesinin veya gözden geçirilmesinin yasak olduğunun açıkça belirtilmiş olması. Oysa 6433 sayılı kararnamenin üçüncü maddesi, daha doğru veriler elde edilmesi veya komşu ülkelerle müzakereler sonucunda sınırların gözden geçirilebileceğini açıkça belirtir.
2) Karşı tarafın (bu durumda Kıbrıs) anlaşmayı kabul etmiş ve buna dayanarak çıkar sağlamış olması. Burada da durum farklıdır:
— Kıbrıs anlaşmayı onaylamamış, yürürlüğe sokmamıştır. Beşinci maddenin ikinci fıkrası, anlaşmanın ancak tarafların onay belgelerini karşılıklı sunmasıyla geçerli olacağını yazar.
— Kıbrıs, Lübnan’ın anlaşmayı yürürlüğe koymadığını bilmektedir; bu yüzden üzerine çıkar inşa etmesi mümkün değildir.
— Resmî olarak sınır belirlenmemiş, yalnızca Kıbrıs’ın kendi iddiasına göre petrol blokları çizilmiştir ki bu, uluslararası anlamda “sınır tespiti” sayılmaz.
— Lübnan’la yeniden müzakere, Kıbrıs’ın çıkarlarını zedelemeyecektir. Zira Kıbrıs, Lübnan sınırına yakın 3, 9 ve 13 numaralı bloklarda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile yaşadığı ihtilaf nedeniyle hâlâ arama yapmamaktadır.
— Tersine, Kıbrıs 2010’da İsrail’le sınır çizerken Lübnan’ın 23 numaralı koordinat yerine 1 numaralı koordinatını kabul ederek Lübnan’ın aleyhine hareket etmiştir. Bu hamle, İsrail’in sınır çizgisini kendi lehine belirlemesine yol açmış, Lübnan’ın sularını daraltmıştır. Ancak 2022’de İsrail’le yapılan deniz sınırı anlaşmasıyla bu alanların çoğu geri alınabilmiştir.
Çeviri: YDH