Filistin Yönetimi'ni devirmek, soykırımı durdurmak ve davayı kurtarmak için bir zorunluluk mu?

12 Ağustos 2025

"Filistin’i satan zümrenin, direniş güçlerine ve hatta tüm Filistinlilere, yenilmiş bir liderliğin halkın arkasından imzaladığı ve tecrübeyle teslimiyet belgeleri olduğu kanıtlanmış gayrimeşru anlaşmalara bağlı kalma şartı koşmasına izin vermemiz son derece utanç vericidir."

YDH - Filistinli aktivist ve yazar Halid Bereket, el-Ahbar gazetesinde yer bulan makalesinde, İsrail destekli Filistin Yönetimi'nin işgalci rejimin bir vekiline dönüşerek direnişi bastırdığını ve ulusal davaya engel teşkil ettiğini, bu nedenle devrilmesinin bir zorunluluk olduğunu vurguluyor. Çözüm olarak, mevcut yönetimin yerine tüm direniş gruplarını birleştiren ve halkın iradesinden doğan devrimci bir halk otoritesinin kurulmasın öneriyor. Bereket, bu adımın bir iç savaşa yol açmayacağına, aksine Filistin siyasi sistemini ulusal temellerde yeniden inşa ederek gerçek kurtuluşun önünü açacak zorunlu bir devrimci hamle olduğuna dikkat çekiyor.

Filistin halkının ve Filistin’in kurtuluşu davasının karşı karşıya olduğu sayısız engel ve hayati meydan okumanın yanı sıra, Arap topraklarının içinde bulunduğu ve izaha ya da analize muhtaç olmayan tehlikeli ve trajik durum karşısında, düşman İsrail, Gazze’de soykırım, tehcir ve etnik temizlik politikalarını uygulamaya, Batı Şeria ve Lübnan’a yönelik saldırganlığını sürdürüyor.

Arap dünyasında ve uluslararası düzeydeki kapsamlı ve resmi bir terk edilmişlik hali karşısında, işgalcinin vekili olan Filistin Yönetimi, bu durumun devamlılığında merkezi bir unsur olarak ortaya çıkıyor.

Düşmanın ve destekçilerinin kurduğu bu yönetim, ekonomik ve güvenlik alanındaki kölelik ve bağımlılık halini somutlaştırıyor; bölgedeki küçük ve büyük normalleşme yapılarının ve paralı askerlerin en bariz örneğini teşkil ediyor.

Yönetim, zamanla Filistinliler için koruma ve güvenlik sağlayamamaktan, düşmanın yerleşimlerine ve ordusuna Filistinlilerin onuru ve hakları pahasına koruma sağlama noktasına geldi.

“Güvenlik koordinasyonu” olarak adlandırılan mekanizma üzerinden işgali kalıcı hale getirme rolünü üstlendi. Bu durum, ulusal davanın tahrif edilmesine, direnişin zayıflatılmasına, yerleşimciliğe karşı her türlü iç bağışıklığın ortadan kaldırılmasına, işgalcinin halkı bastırma uygulamalarını kolaylaştırmasına ve yerleşimcilerin daha da azgınlaşarak toprakları çalmasına zemin hazırladı.

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın “kutsal” olarak nitelediği bu “koordinasyon”, yönetimi Amerikalı General Keith Dayton’ın doktrini uyarınca, işgale direnmek yerine onun görevlerini kolaylaştıran küçük ve bağımlı bir ortağa dönüştürdü.

Bununla birlikte “Oslo zümresi”, düşman varlığını tanıyarak ve ulusal davayı önemsizleştiren, Filistin halkının temel haklarını heba eden uluslararası siyasi ve ekonomik anlaşmaları kabul ederek işgalci varlığa “Filistin meşruiyeti” kazandırılmasına katkıda bulundu. Bu da Filistin’in iç ve dış pozisyonunu zayıflattı.

Sonuç olarak “Oslo grubu”, özellikle baskı, yolsuzluk ve siyasi suçların yayılması, halkın yoksullaştırılması, Gazze’ye yönelik yaptırımlara iştirak edilmesi ve toplumsal hastalıkların artmasıyla birlikte Filistin halkının ezici çoğunluğunun hasmı haline geldi. Zamanla, yozlaşmış bir yönetimden, yozlaşmanın yönetimine geçtik.

Bu noktadan hareketle, yönetimin devrilmesi yolunda tecrit edilmesi, kurtuluş ve geri dönüşün önündeki bu büyük engelin kaldırılması anlamına gelir. Bu durum, ulusal pusulanın Filistin halkının mücadelesinin temel hedefine doğru yeniden ayarlanmasına ve kapsamlı direniş yoluyla Filistin’in iç durumunun düzene sokulmasına olanak tanıyabilir.

Büyük bir engel ve geciktirici bir unsur teşkil eden bu gayrimeşru yönetimin ortadan kaldırılması, Filistin halkını beyhude bekleyiş döngülerinden kurtarabilir, önceki anlaşmaların dayattığı güvenlik ve siyasi kısıtlamaları kırabilir ve halkımızın işgale karşı daha etkili bir şekilde mücadele etme kapasitesini artırabilir.

Kimileri, “İsrail, yönetim devrilirse bunu umursamaz,” diyebilir. Başkaları ise “Netanyahu’nun Gazze Şeridi’nde yönetime herhangi bir rol verilmesini nasıl reddettiğini görmüyor musunuz?” diye sorabilir. Buna cevabımız şudur: Siyonist düşman, yönetimin, belirlenmiş güvenlik görevi dışında, yani direnişi takip edip tasfiye etme rolü olan bir paralı asker vazifesi görmesi dışında herhangi bir rol üstlenmesini istemiyor.

Aksi takdirde onu “Yahudiye ve Samiriye”de bir gün bile tutmazdı! Ve özellikle Batı Şeria’nın kuzeyindeki rolünü sürdürmesine izin vermezdi. Kaldı ki onu kontrol edip iç parçalanmayı derinleştirmek için kullanması da cabası.

Düşman, yönetimi kendisine bağlı bir aygıt olarak görmekte ve taleplerine uyması, Siyonist projeye tam sadakatini kanıtlaması gerektiği anlayışından hareket ediyor.

Görevini yerine getirmekte başarısız olduğunda veya nazlanıp ağırdan aldığında, tıpkı bir güvenlik polisinin bekçi köpeğine davrandığı gibi onu hesaba çekiyor ve cezalandırıyor.

Filistin’i satan zümrenin, direniş güçlerine ve hatta tüm Filistinlilere, yenilmiş bir liderliğin halkın arkasından imzaladığı ve tecrübeyle teslimiyet belgeleri olduğu kanıtlanmış gayrimeşru anlaşmalara bağlı kalma şartı koşmasına izin vermemiz son derece utanç vericidir.

Beklenen, bir Filistinlinin Filistin Kurtuluş Örgütü'ne girmeden önce peşinen yenilgiyi kabul etmiş birine dönüşmesi midir? Neden bunun tersi doğru olmasın: Direnişin yönetime, Filistin halkından özür dileme ve “anahtarları” ile tüm kurumları teslim etme şartı koşması? Zira halk, kanın ve davanın velisidir, Mahmud Abbas değil.

Yönetim devrilmelidir ancak bunun için önce sağlanması gereken şartlar vardır:

Bir numaralı görev olarak, halkımıza karşı Gazze Şeridi’nde yürütülen Siyonist-Amerikan saldırganlığının durdurulması. Tüm ulusal çabalar, Gazze halkının hakkından eksiltecek ve ulusal davanın özü ile direnişin geleceğine dokunacak siyasi tavizler vermeden, insanların çektiği acıların ve fedakarlıkların heba olmaması için şimdi bu hedefe ulaşmaya odaklanmalıdır.

Buna paralel olarak, silahlı direniş gruplarını ve yurt içinde ve diasporadaki tüm Filistin halkı kesimlerini kapsayan birleşik bir Filistin ulusal cephesi kurulmalıdır. Bu cephe, halkımızın saygı duyduğu siyasi ve askeri güçleri, etkili ulusal şahsiyetleri, halk hareketlerini tek bir çatı altında toplamalı ve halkın iradesini tüm bileşenleriyle temsil etmelidir.

Ulusal çıkarları her şeyin üstünde tutan, farklı bölgeler ve Filistin halk toplulukları arasındaki çabaları koordine ederek mücadele cephesinin gücünü ve bütünlüğünü sağlayan gerçek bir siyasi, örgütsel birlik ve referans merci ortaya çıkmalıdır. Bu cephe, “iki devletli çözüm” olarak adlandırılan şeyi reddeden, bunun yerine tüm Filistin’deki işgali sona erdirmek için stratejik bir seçenek olarak her türlüsüyle kapsamlı direnişi vurgulayan açık bir ulusal program benimsemelidir.

Mevcut yönetimin devrimci halk alternatifi, sokaklardan, meydanlardan, hapishanelerden ve Filistin halkının mücadeleci tabanından doğan bir halk yönetimi kurmakla olur. Bu yönetim, Filistin’deki ve sürgün ile diaspora coğrafyasındaki kitlelerin özlemlerini ifade eder. Yalnızca bir halk yönetimi, yurttaşlar ve mülteci kitleleriyle (halkın çoğunluğu) sağlıklı bir ilişki kurabilir, onların çıkarlarını ifade etmeyi ve haklarını korumayı güvence altına alabilir ve karar alma süreçlerine halk katılımını güçlendirebilir.

Söz konusu yeni cephe, halk ve silahlı direnişi sağlam ulusal temeller üzerinde yeniden inşa etmeli, liderliğine kadınların, gençlerin ve işçilerin geniş katılımını sağlamalı, Filistin halkının topluluklarına, özellikle de mültecilere ve Filistinli cemaatlere siyasi ve sosyal koruma sağlamalı ve uluslararası halk dayanışması düzeyini yükseltmelidir.

Yönetimi tecrit etme, devirme ve ondan kurtulma görevi ne kolay bir meseledir ne de basit bir prosedür. Bu, anlık bir kararla veya gelip geçici bir hevesle gerçekleşmeyecektir.

Fakat bu siyasi hedefin bir ulusal başlık ve görev olarak açıkça ortaya konması bile, devrimci alternatife kapı aralar ve bu paralı asker topluluklarının varlığından bıkmış, “uzlaşma” ve Doha’dan Kahire’ye, oradan Pekin’e uzanan sayısız turistik gezilerine dair boş sloganlara artık tahammülü kalmamış yeni nesil Filistinlilerin önünü açar.

Şekilci bir “sakal öpme” tarzı uzlaşı ile Gassan Kenefani, Fethi Şikaki ve Muhammed ed-Dayf tarzı sahada ve halk nezdinde bir ulusal birlik arasında büyük bir fark vardır. Bu, tüfeklerin, bileklerin ve akılların birliğidir; her şeyden önce de halkın, hedefin ve kaderin birliğidir.

Sonuç olarak, Filistin Yönetimi’nin devrilmesi, bazılarının gördüğü gibi ne bir “bölünmeye” ne de bir “iç savaşa” yol açacaktır. Bunlar boş sloganlar ve korkuluklardan ibarettir.

Aksine bu, halkların devrim sürecinde gerekli olan ve kendi toplumlarında sömürgeci yerleşimciliğe direnen tüm kurtuluş hareketlerinin attığı bir adımdır. Bu, silahın veya kısır diyalogların değil, kitlelerin karara bağlayacağı bir adımdır.

Filistin özelinde ise bu adım, Filistin halkının siyasi sistemini kapsayıcı ulusal temellerde yeniden inşa etmenin doğal başlangıcını oluşturacak, Filistin kurtuluş hareketinin özüne ve soykırımı, tehciri durdurabilecek, halkımızın haklarını koruyabilecek ve Filistin’i tasfiye pençesinden kurtarabilecek cepheye itibarını iade edecektir.

Çeviri: YDH