YDH - Hizbullah'ın Lübnan meclisindeki grubu Direnişe Vefa İttifakı milletvekili İbrahim el-Musevi, direnişin silahlarının, İsrail'in bölgeyi bölme planları karşısında Lübnan'ın güvencesi olduğunu söyledi.
El-Musevi, bazı çevrelerin Şeyh Naim Kasım'ın sözlerini "çarpıtarak" Hizbullah'ı iç savaşa sürüklemeye çalışıyormuş gibi gösterdiğini belirtti.
El-Musevi, Lübnan'ın resmi tutumunu da eleştirerek, "Siyonistlerin açık tehditleri karşısında ciddi hiçbir resmi tavır sergilenmiyor. Dışişleri Bakanlığı bile diplomatik misyonları Lübnan'ı savunmak üzere yönlendirme görevini yerine getirmiyor," dedi.
Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım'ın açıklamalarına değinen el-Musevi, bazı çevrelerin bu sözleri "çarpıttığını" ve Hizbullah'ı iç savaş istiyormuş gibi göstermeye çalıştığını vurguladı.
El-Musevi, "Hizbullah, Emel Hareketi ve direnişin tüm onurlu vatansever müttefikleri, vatanı koruma konusunda en büyük sorumluluğu taşımaktadır," diye konuştu.
El-Musevi, direnişin silahsızlandırılmasını isteyen bazı kişilerin bile, İsrail'in bölgeyi birbiriyle çatışan küçük devletlere ayırma planları karşısında Lübnan'ın tek güvencesinin bu silahlar olduğunu itiraf ettiklerini belirtti.
El-Musevi, "Dışarıdan gelen tüm tecrübeler ve hayal kırıklıklarından sonra, etkinliğini kurtuluş, koruma ve caydırıcılıkta kanıtlamış olan Ordu-Halk-Direniş denkleminin alternatifi yoktur," ifadelerini kullandı.
Milletvekili el-Musevi, Bekaa'daki Kefrdan beldesinde Dr. Alaa Hani Haydar'ın şehadetinin haftası münasebetiyle düzenlenen anma töreninde yaptığı konuşmada şunları söyledi:
"Silahımız güvencemizdir, şehitlerimiz onurumuzun koruyucusudur. Ordumuz ise, donatılıp karar yetkisi verildiğinde vatanın kalkanıdır. Dışarıya bel bağlamak ise kayıptan başka bir şey getirmez."
El-Musevi, "Bugün, kalıcı bir işgal ve sürekli bir tehdit altındayken bizden silahlarımızı teslim etmemizi istiyorlar," diye ekledi.
El-Musevi, İsrail'in 1982 yılında "tüm uluslararası garantilere rağmen" başkent Beyrut'u işgal ettiği olayları hatırlattı.
O dönemde dayatılan ve "direnişçilerin iradesiyle düşürülen" aşağılayıcı 17 Mayıs Anlaşması'na dikkat çeken el-Musevi, aynı vaatlerin Sabra ve Şatilla katliamını da engelleyemediğini de sözlerine ekledi.
El-Musevi, "Komplonun büyüklüğü, sahadaki adamların sağlamlığı ve şehitlerin, yaralıların ve direniş ortamının metanetiyle karşılık buluyor," diyerek, şeri, milli ve ahlaki sorumluluğun "silaha sarılmayı, şehitlerin kanına ve direnişin emanetine vefalı kalmayı" gerektirdiğini vurguladı.